2 Şubat 2012 Perşembe

Kafa

Durmadan kar yağmasının algıda tuhaf etkileri mevcut sevgili okuyucu; sanki gece olduğundan uzunmuş, gündüz de bir rüyanın uzantısıymış gibi... Gerçekle yaşanan yegane temas, karda kaydığınız an duyduğunuz panik belki bir tek; bir süredir bir kar küresinin içine hapsolmuş gibi hissediyorum ki galiba eklemek gerek, kar insanda biraz tuhaf bir kafa yapıyor. Her neyse; düştü, rüyaydı, gerçekti bunlar ile haftaya iştigal edeceğiz; Jedediah Berry'nin Hafiyenin El Kitabı adlı romanını yayına hazırlıyoruz; neyin hayal neyin gerçek olduğunun bu denli birbirine karışması, metnin yan etkilerinden de olabilir. Berry zeki ve oyuncu bir yazar; Hafiyenin El Kitabı ilk romanı ve kendisinin edebiyat sahnesine girişi yabancı basında Borges olsun, Flann O'Brien olsun (Okudunuz mu? Okuyun!), Calvino, Kafka, Ray Bradbury olsun, türlü yazara benzetilmesi ve beğenilmesi ile gerçekleşmiş. Biraz Hollywoodvari bir gelenek bu da; yeni bir yazar bulduk mu, yazarın özgün tarzını bildik birileri üzerinden tanımlamak gerekiyor, benzetme ne kadar absurd ise o kadar iyi ('Matrix ile Ye Dua Et Sev ve Tiffany'de Kahvaltı tarzını birleştiren bir film yapalım; biraz da Rezervuar Köpekleri ile Dövüş Kulübü havası ekleyelim...' Bu slogan bulundu mu stüdyo stüdyo gezilip fikir heyecanla 'satılıyor', Hollywoodvari demem ondan, bir Hollywood geleneği adeta.) Hafiyenin El Kitabı için New Yorker, 'Wes Anderson Kafka'yı sinemaya uyarlasa bu metindeki gibi bir atmosfer ortaya çıkardı,' mealinden bir şeyler demiş mesela; biri yazarın yarattığı havayı David Lynch'e, bir başkası Terry Gilliam'a atfetmiş... Şimdi sadece yönetmenleri ele alırsak, Wes Anderson nere, David Lynch nere dememek elde değil - ve fakat, ilginçtir ki kastedileni, metni okuduğunuzda anlıyorsunuz. Berry, steampunk da denilen bir janr dahilinde, karanlık bir dünya yaratarak algınızı zıplatan bir öykü anlatıyor, benzetildiği yazar ve yönetmenlere, hem benziyor hem de hiç mi hiç benzemiyor. Fazlasını söyleyip okuma zevkini kırmanın alemi yok, yalnız metnin Borges'e kasıtlı bir referans verdiğini belirteyim, bulması artık size kalsın.

Bu arada günlerimiz epey hareketli geçiyor, bilmem farkında mısınız... Paul Auster'ın Türkiye eleştirisi ve yankıları, iyi günlerde Zaytung haberi minvalinde, kötülerde ise karanlık dehlizlerdeymişiz gibi seyreden hayatlarımızı şenlendirmedi değil; aynı esnada Jonathan Franzen, Internet'ten ve e-kitaplardan nefret ettiğini falan açıkladı; öte yandan aksi bir hamleyle Paulo Coelho, SOPA ile ilgili gelişmeleri protesto etme amaçlı olarak kendi e-kitaplarını bedava indirilsinler diye Pirate Bay websitesine verdiğini duyurdu blogundan. Eklemeyi de ihmal etmedi; beğenirseniz satın alırsınız vs. dedi. (Sanki kitap okumuyor, trailer izliyoruz, tadımlık niyetine e-kitap, yalnız tam metin.) Şimdi bu, başlı başına bir tartışma konusu ama; hafızam beni yanıltmıyorsa eğer, aynı Coelho, romanlarının orijinallerinin dijital ortama aktarılması ile ilgili bir sözleşme maddesi ile bağlı olmadığından bunları birkaç sene evvel Amazon'a vermiş ve orijinal dildeki yayıncısını ekarte ederek e-kitap devriminin ilk büyük kazıklarından birini attı diye eleştirilere maruz kalmıştı. O Amazon ki bugün, yayıncı, kitapçı, dağıtımcı vs gibi her türlü aktörü tehdit ettiği endüstride -Hollywoodvari olacak ama- Chucky ile King Kong ve Jaws arası bir mertebeye doğru ilerliyor, ahtapot misali kollarını her yana sarıyor, giderek artan bir nefret dalgasının hedefi haline gelirken geri adım atmayı elbette reddediyor... Bir nevi, 'Eleştirirsen eleştir, bana ne,' tavrı bu da, bilmem tanıdık geldi mi? Her neyse, ne diyelim, en iyisi Hafiyenin El Kitabı'ndan bir düstur ile bağlayalım sözü: 'Tuzak kurmuyorsanız tuzağa düşüyorsunuz demektir. İkisini aynı anda yapabilmek ustalık göstergesidir.'

Günleriniz şen olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder