30 Mayıs 2014 Cuma

N-n-n

Andy Warhol ve Nico, Batman ve Robin kılığında (siyah pelerini Nico kapmış) - Warhol'un Herkes için Pop Sanat sergisi, Pera Müzesi'nde devam etmekte, üstelik müzeye giriş cuma akşam 18.00-22.00 saatlerinde ücretsiz, belirtelim.

Kılık değiştirmekten bahsetmişken: Dickens'ın Büyük Umutlar'ının TV uyarlamasına yönelik reklam kampanyası vesilesiyle Bayan Havisham kılığında kadınlar Londra metrosunu basmış. Cuaron uyarlamasını tercih ederim şahsen, ama bana soran yok tabii, o versiyonda ihtişamlı bir Anne Bancroft tarafından canlandırılıyordu ve her şey, ama her şey o kadar yeşildi ki!

Geçelim: Dali küçükken aşçı olma hayalleri kurarmış, hatta iddiası şöyle: "Felsefi bilgiyi kavramak için sahip olduğumuz en iyi araç çenedir." Çene! Neyse, bağlantıda Dali dokunuşuyla enteresan bir yemek kitabı var; Bin Yıllık Yumurta tarifini kaçırmayın.

"... günümüzde kim bunun peşinde ki, bir çeşit gerçeklik hissinin?" Fatih Özgüven'den harika bir Cannes yazısı.

Burroughs ve Bowie, sohbette. Peyniraltı'nın Haziran sayısında da Burroughs var, gözden kaçmasın.

Serbest çağrışım: Taksim Eroin Fabrikası. 

Son olarak, "Nerede yaşadığımı hep bileyim." Orhan Pamuk söyleşisi, geçtiğimiz pazar Hürriyet'te yayımlanmış.

Görselde, toplu taşımada Bernard Shaw okuyan genç bir Kate Moss, Vogue için Bruce Weber tarafından fotoğraflanmış; 'Kitap mı? Katiyen okumam, çok meraklanırsam son sayfasına kitapçıda bakar neden bahsettiğini öğrenirim' diyenlerden değilseniz ne mutlu, çünkü yaz geldi... Açık havada kitap okuma mevsimi resmen başlamıştır!

İyi tatiller.


29 Mayıs 2014 Perşembe

Yıldız

Yel değirmenleriyle savaşmaktansa kolları sonuna kadar açıp onları kucaklamak üzere koşmak... Mümkün. Miller’ın yaşam kavgasının dökümü, medeniyete karşı ne denli nefret ile yüklüyse, varoluşun eşzamanlı sefaleti ve muhteşemliğinin verdiği sarhoşluk ile dopdolu. Miller’ın insanlığa öfkesi ne denli büyükse, insana sevgisi o denli derin ve o sevgi onun sefaletine, küçüklüğüne olanca nefret ve isyan da içeriyor. Yine o sevgi, onu coşkuyla sarmalıyor.

Oğlak Dönencesi, geçmişten geleceğe, kasıklardan zihne, insandan insanlığa uzanan bir uzun yürüyüş. Rahimden mezara, bitmek bilmeyen bir kavga. Ve yaşam, tüm sefaleti ve kısırdöngüleriyle, ona dair belletilen tüm kural, tabu ve olguların ötesinde, yepyeni mecralar sunuyor sahibine, diyeceğini olanca gücüyle haykırabilsin diye.

Kaosun dehşeti ve güzelliği. Girdabın çekimine karşı dans, dans, dans. Rahimden mezara... Belki de Nietzsche’yi anmak gerek burada: “Dans eden bir yıldız doğurabilmesi için insanın içinde önce kaos barındırması gerekir.”

Kaos her yerde.


Oğlak Dönencesi, Avi Pardo’nun çevirisiyle, şimdi tüm kitapçılarda.

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Dişi



İlk durak yumurtalıksa şayet, dünyaya gelişin temel ilkesidir dişilik. Miller’ın yumurtalıklardan başlattığı hayat serüveni, bir kadından diğerine uzanarak ilerliyor; hepsi bir ve hepsi farklı. Paris Söyleşileri’nde bu konudaki bir soruya yanıt verirken cinsellik üzerine bir otorite gibi algılanmaktan ne denli sıkıldığını, herkesin yaptığı bir şeyi olduğu gibi yazmak dışında bir şey yapmadığını belirtiyor Miller. Büyük A ile aşka dair bilmediği pek çok şeyin olduğunu söylüyor; cinselliği varoluş cehennemine savrulmuş, alın yazısını gerçekleştirmekten aciz insan için büyük bir avutucu olarak gördüğünün altını çiziyor. Tabii bu, cinselliğin tadını çıkartmasına engel değil... Gerçek hayatta onu darmadağın eden June’a tekabül eden Mona karakteri ile ilişkisi, Oğlak Dönencesi’nde dolaylı olarak ve sembolist bir yaklaşımla resmediliyor; siyah bir yıldızın altında birbirinin teniyle beslenerek tükenen ve birleştikçe uzaklaşan iki biçare. Gerisi alışverişten ibaret; birtakım kadınlar ve birtakım adamlar, bir ucunda doğumun diğer ucunda mezarın olduğu yaşam adlı nehirde rastlantısal kavuşmalar ve ayrılıklar. Siyah yıldızın altında olan bitenler, salt cinselliğin kapsayamadığı bir mücadeleyi ortaya koyuyor, öyle ki tasviri, mekanik olanın ortaya konmasından katbekat zor.

Bengi dişilik, ki yaşamın temel ilkesidir, Goethe’ye göre insanları cennete yükseltecek şeydir... Miller’ın anlatımında bu yalnız, kusurlu, hasarlı ve muhteşem dünyadan öte ne bir cennet ne de bir cehennem var oysa, bengi dişilik onu buraya savuran temel ilke ve gerisi girdaplara karşı verilecek türlü mücadeleden başka bir şey değil.

“... cinsellikle ilgili tartışmaların ölümünü, evet, istiyorum! Gına geldi!” *


(Paris Söyleşileri, Henry Miller & G. Belmont. Çeviri: Özdemir İnce. Simavi Yayınları, 1991. Görselde La Mona; mimar Armando Munoz Garcia'nın Tijuana'da inşa ettiği kadın bedeni içinde yer alan yapı.)

27 Mayıs 2014 Salı

Yazgı



“İnsan alın yazısını yerine getirmezse yazgı onu kuyruğundan sürükler...”*

Tek gerçeğin akış olduğu dünyada, kendi yatağını belirleyebilen bir akarsu olmak... Miller’ın alın yazısı dediği, yazgıdan farklı olarak, kişinin yüreğinde, ta derinlerde bildiği ama dünya işlerine kapılarak görmezden gelmeye yatkın olduğu, bir tür itici güç. Oğlak Dönencesi ise, koordinatları birileri tarafından çok önceden saptanarak herkese dayatılmış bir dünyaya, kişiyi alın yazısından koparıp yazgısına hapseden çarklara karşı atılan bir isyan çığlığı.

Alın yazısı mı? Miller’ınki gerçeği söylemek, onu ifade edebilmek, olgulardan ibaret olanı değil her şeyi kapsayan biçimiyle salt gerçeği ortaya koyabilmek olsa gerek. Nesnel gerçeklik denen yanılgıyı değil, deneyime dayalı, ifade etmesi ise bir o kadar güç olan gerçekliği.


(Paris Söyleşileri, Henry Miller & G. Belmont. Çeviri: Özdemir İnce. Simavi Yayınları, 1991. Görsel, Brassai.)

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Kırılma



“Kırıldıkça açılır, kırıldıkça yeniden başlar insan, işte bu önemlidir.”*

Yumurtalığa düştüğü andaki kırılmadan bir sonrakine, doğumdan meçhule uzanan bir yaşam dökümü... Henry Miller, Oğlak Dönencesi’nde dünyaya savruluş öyküsünü, medeniyet denen utanç panosunun üzerine insan mozaikleri işleye işleye işleye anlatıyor. Kırılmalar, öyle temel ki yaşam tecrübesinde, ardı arkası gelmiyor. Bitimsiz bir döngü bu; yaşamak için verilen savaş - hüzün ile sevinç, haz ile hezeyan arasında gidip gelen bir trans hali.

Arka planda iki büyük savaşın arasında, ‘gelişim’in kucağında bir Batı medeniyeti; kapitalist anlayışın dörtnala koştuğu, gıdım gıdım yontulmakta olan New York şehri. Burası Amerika, ‘özgürlükler ülkesi,’ ama karnınız açsa şayet, özgürlükten vazgeçip köleliği kabul etmeniz gerekecek. Vitrinde ışıkların altında pırıl pırıl parlayan şey her ne ise bir hayalden ibaret ve hayaller, ekonomiyi şahlandıracak dinamonun dişlileriyle kol kola girmiş, öğütecek yaşamların peşine düşmekte. Medeniyet dedikleri savaş, kölelik ve beton yaratan bir düzenden fazlası, kendi çocuklarını yiyen bir Tanrı’dan başkası değil ve görmek için gözlerinizi açık tutmanız yeterli gelecek.

Yumurtalıktan mezara, siperlerden meydanlara, kasıklardan zihne uzanan bir mücadelenin öyküsü Oğlak Dönencesi.

Çarklara karşı, bir başına.


(Paris Söyleşileri, Henry Miller & G. Belmont. Çeviri: Özdemir İnce. Simavi Yayınları, 1991. Görselde Grand Central Tren İstasyonu, 1930'dan kalma bir kare, fotoğraf Hal Morey'e ait.)


23 Mayıs 2014 Cuma

N-n-n

Deniz Kıral, Tezer Özlü'ye sormuş; Özlü yanıtlamış: "En üzücü olay, başkalarını üzmektir. Şu an ve hep, deniz kenarı ile güneş ve bahçe isterim. Çocukken elma ağaçları, su, toprak ile oynardım."

Selim Sesler'in ardından Fatih Akın yazmış: "Cennette klarnet çalıyorsun Selim!"

Selfie'nin Türkçesi: Özçekim. Kelime o kadar kötü ki, 'selfie' akımını durdurabilir.

Işık hızında bir trajikomedi: Hızımızı Tadacaksınız.

Gündemden kaçış yok madem, öyleyse buyrun: İstatistik ağlıyor... ya da 'Bekarlık nükleerden daha tehlikeli.'

Görselde, Annie Leibovitz'in objektifinden Susan Sontag, çalışma masasında.

Akıl sağlığınıza sahip çıkacağınız bir hafta sonu dilerim... Tabii eğer böyle bir şey, hâlâ mümkünse.


20 Mayıs 2014 Salı

İnsan


... Prizmanın ortasında bir yerlerde insan yer almaktadır.*

(Görsel, Deborah Butterfield'e ait yerleştirme; (*) alıntı, Marguerite Yourcenar'ın Rüya Kayıtları'ndan, çeviri: Roza Hakmen.)

13 Mayıs 2014 Salı

Yeni




Benim için bir kitabı anlamak kitabın ortadan kaybolması, çiğ çiğ yendikten sonra sindirilip yeni bir ruh yaratılması ve dünyayı yeniden biçimlendirmek üzere bünyeye katılması demektir.

(Henry Miller, Oğlak Dönencesi. Çeviri: Avi Pardo. Çok yakında... Görselde John Latham'a ait bir çalışma: Still and Chew - Latham ve öğrencileri, kütüphaneden alınmış Art and Culture adlı eseri sayfalarına ayırıp çiğnemişler, çiğnenmiş sayfaları bir sıvıda bekletip çözündürdükten sonra kütüphaneye teslim etmişler; görselde, bu olaya dair temsili yerleşleştirmeyi görmektesiniz. Kütüphane memnun olmamış elbette.)