Etgar Keret etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Etgar Keret etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2019 Cuma

Tesadüf eseri




Soru: Askere gidinceye kadar yazar olmayı düşünmemişsin. Nasıl oldu? 

Etgar Keret: Askere en iyi arkadaşımla aynı zamanda gittim. Aslında o benden önce gitmişti, onun birliğine nakil olmamı sağladı. Çok zor geçiyordu askerliğim. Moralim çok bozuktu. Benim disiplin sorunum vardı, bir birlikten ötekine postalanıyordum. Başımı sürekli üstlerimle belaya sokuyordum. (...) Arkadaşım beni kendi birliğine naklettirdiğinde hayatım kurtuldu, çünkü feci bunalımdaydım. Arkadaşımın bilgisayar eğitimi almışlığı vardı, benim yoktu, ama o benim bir bilgisayar dâhisi olduğumu söyleyip beni oraya naklettirdi. Neyse ki yapılması gereken iş çok karmaşık değildi. Bir bilgisayarın karşısında oturman ve bir sorun çıktığında halletmen gerekiyordu, fakat hiç sorun çıkmıyordu. Görevin adı ‘Quasimodo’ydu, ki kulağa hiç hoş gelmiyor. Bir odada tek başına oturuyordun. Yerin beş kat altındaydı, pencere falan da yoktu. O göreve kimse talip olmak istiyordu, çünkü çok sıkıcıydı, ama biz yapmayı sürdürdük. Sonra arkadaşım çok ağır bir bunalım geçirdi. O sıralar astımım olduğu için nöbet görevimden kaytarıyordum. Fakat o gün sırf arkadaşımla birlikte olabilmek için göreve talip olmuştum. Yom Kipur’du ve birlikteydik. İyi görünüyordu. Sonra benden yan odadan bir şey getirmemi istedi ve dışarı çıktığımda kafasına sıktı. Çok zordu benim için. ‘Nimrod Çıldırışları’ son derece otobiyografik bir öyküdür aslında. Ben 19 yaşında kalmaya devam ettikçe arkadaşımın da benimle olacağına dair bir inancım vardı. Büyüdüğüm anda kaybolacaktı, oysa 35–36 yaşımda bile 19 kalabilirsem onunla ilişkimi sürdürebilecektim. Böyle düşünüyordum.

Soru: Öyküyü ne zaman yazdın? 

Etgar Keret: 97’de. Fakat arkadaşım kendini vurmadan çok önce intihardan söz etmeye başlamıştı. Bir keresinde beni annemin evine bırakmıştı, arabada otururken ona, “Kendini öldüremezsin. Sen benim arkadaşımsın. Canına kıyarsan ben üzülürüm,” dediğimi hatırlıyorum. O da bana şöyle demişti: “Bana senin için yaşamaya devam etmem gerektiğini söyleyemezsin. Ben kendim için yaşamaya devam etmeliyim, fakat yaşamaya devam etmek için bir neden bulamıyorum. Bana yaşamaya devam etmemi gerektiren bir neden söylersen, kendimi öldürmeyeceğim.” Sabahın biriydi. Arabada oturuyorduk. Söyleyecek bir şey bulmaya çalıştım, fakat bulamadım. Dört saat oturduk arabada. Hiç konuşmadan. Radyo falan da yoktu. Hayatımın en uzun saatleriydi. Arabadan inersem bir şey söyleme şansımı yitireceğimi biliyordum, yine de söyleyecek bir şey bulamadım. Sonunda kapıyı açıp ona veda ettim. 

Soru: Bir neden bulamadın mı? 

Etgar Keret: Onu ikna edebilecek bir şey bulamadım. Hiçbir şey diyemedim. Yazdığım ilk öykü olan ‘Borular’ ona yazılmış bir cevap niteliğindeydi, bir çıkış yolu bulmak zorunda olduğuna dair. Benim için çıkış yolu öykü yazmaktı, fakat o gün onunla arabada otururken kendi çıkış yolumu bilmiyordum. Ben askerde çok mutlu olduğumdan değil. Ben de onun kadar mutsuzdum askerde. Ona, ‘Bir yol olmalı’ demiştim, başka bir şey söyleyememiştim ama. O zamandan beri yazıyorum. 

Soru: ‘Borular’ öyküsünü arkadaşının ölümünden ne kadar sonra yazdın? 

Etgar Keret: İki hafta sonra. 

Soru: Kendini öykü yazarken bulmak seni şaşırttı mı? 

Etgar Keret: ‘Borular’ı bitirdiğimde öykü olduğundan emin değildim. Tanıdığım birkaç kişiye sordum, öykü için çok kısa olduğunu söylediler. Kimseyi ilgilendireceğini düşünmediklerini söylediler. ‘Fena değil,’ dediler, ‘ama biz arkadaşın olduğumuz için sevdik, arkadaşın olmasaydık yine sever miydik bilemeyiz.’ Ben öykü yazmayı sürdürdüm, fakat onların öykü mü, yoksa bir kaçış yolu mu olduklarını bilemiyordum. Yayınlatmak için hiçbir çabam olmadı. 

Soru: Yayınlatmaya ne zaman karar verdin? 

Etgar Keret: Askerden sonra üniversitede okumaya başlayınca. Burslu okuyordum. Sabahları erken kalmakla sorunum vardı, bu yüzden sabah derslerini kaçırıyordum. Rehber öğretmenim bana, ‘sabah derslerine girmediğin için bursunu iptal etmeyi düşünüyorlar. Geceleri yaptığın bir iş olduğunu iddia edebilirsen, siyasi eylemci falan olduğunu söylersen, bunu mazeret olarak kullanabiliriz,’ dedi. Ona öykü yazdığımı söyledim. ‘Güzel,’ dedi, ‘onları edebiyat profesörüne veririm, üzerine öykülerin postmodern ya da yıkıcı olduklarına dair bir not yazıp onlara verir’ Ben de kabul ettim. Öykülerimi edebiyat profesörüne verdi, o da aynı dediği gibi bir mektup yazdı. Bursu kurtardım. Bir sene sonra o profesör beni aradı ve ‘Hatırlıyorsan, bir sene önce senin için burs komitesine bir mektup yazmıştım, şimdi bir yayınevinin başına geçtim, başka öykülerin olup olmadığını merak ediyorum?’ dedi. Ona birkaç öykü götürdüm, hepsini kabul etti. 

Soru: Onları kitap olarak mı yayınladı? 

Etgar Keret: Evet. Benim başıma her şey tesadüf eseri gelir. Oysa hayatım boyunca çok matematikseldim.

(Etgar Keret'in klasik sayılacak Believer söyleşisinden geldi, sene 2006, tamamı için buraya... Görsel, Keret'in önceki yıllardaki ziyaretlerinden birinden. Seviyoruz.) 

25 Nisan 2019 Perşembe

Ne istediğini bilmek





S: Yani sence bu ortam iyi edebiyat doğurabilir ve bu da, (bütün bunlarla) baş etmek için bizlere yardımcı olabilir, öyle mi? 

Etgar Keret: Şöyle söyleyeyim, çelişkili bir biçimde, zor dönemler insanların yaşıyor olduklarının farkına varmalarını sağlar, bir şeyler tehdit altındaysa veya elinden alınmışsa, neden var olduğunu ve tam olarak nasıl bir hayat istediğini bilirsin, öyle ki mesela ben, ne istediğimi düşünerek şımardığım uzun yıllar geçirdim, ama sonra yaşadığım yerde radikaller iktidara gelip bana ait şeyleri almaya niyetlendiğinde hayat zorlaştı, evet, ama ne istediğimi bilmek son derece kolay oldu.


(Etgar Keret ile Uç Artık vesilesiyle bir podcast yaptık, dinlemek isterseniz linki burada. Bu fotoğraf, Keret'in ilk İstanbul ziyaretinden; burası ofisimizin bulunduğu hanın avlusu; Keret, bir derginin söyleşisi için poz verirken havaya zıplayan bir kişinin fotoğraflarda asla kötü çıkmayacağını da iddia ediyordu ki evet, kendisi burada bir ninja gibi çıkmış adeta; fotoğraf çekiminin fotoğraflarını ben çekmişim; çok heyecanlı ve eğlenceli bir gündü; anısı burada kalsın.) 

15 Nisan 2019 Pazartesi

Evren


Etgar Keret'in Uç Artık adlı son kitabı hazır henüz raflara inmişken, zaman içinde farklı Keret kitaplarının edisyonlarına bir göz atalım dedik... Kırkı aşkın dilde okunan yazarın öykü evrenine dair tahayyül, yazar ile hiç tanışmamış okura ipucu veriyor. (Görsele tıklayarak inceleyebilirsiniz.)

14 Şubat 2018 Çarşamba

Bağımsız!

Etgar Keret: Gerçek Bir Hikâyeden Uyarlanmıştır, yarın !f'te! İşi kırın, okulu asın, verdiğiniz sözleri geri alın - Keret sizi çağırıyor. 




10 Ocak 2018 Çarşamba

Değer

Birkaç ay önce Connecticut'ta bir okur buluşmasına gidecektim, bir şoför de beni Boston'a getirecekti. Hızlı sürüyordu ve bir arabayı sollarken yoldan çıktı. Her yan cam kırıklarıyla doldu ve benzin deposu yanmaya başladı. Havaya büyük bir alev bulutu yükseldi. Nefes alamaz hale gelmiştim ve kendi kendime, tamam, dedim, buraya kadarmış. Aynı zamanda da düşündüm, vay, dedim içimden, müthiş bir yaşam sürdüm ve inanılmaz kısaydı. Umarım karım yeniden evlenir çünkü oğlumu zaptetmek güç, birileri ona haydi odana diyecek olsa iyi olur... Polisin biri, patlayacak gibi olmadan beni araçtan çıkarmış. Tam o anda ölmeyeceğimi anladım. Kaburgalarım kırılmış. Aylar boyunca acılar içindeydim. Ağrılarım vardı; yazı yazamıyor, konuşamıyordum. Aldığım ilaçlardan kabız oldum ve yemek yemek istemez hale geldim. Geceleri hâlâ uyuyamıyorum. Sürekli bir şeylere söylenen, şikayetçi olan biri için inanılmaz bir tecrübeydi bu. Bugün yaşama değer verdiğimin farkındayım, bu farkındalığım daha yüksek şimdi. 

(Hikâye gibi olduğuna bakmayın, Etgar Keret, Die Zeit dergisinde bir süre önce geçirdiği korkunç kazadan bahsediyor. Şubat ayında ufak bir Keret sürprizi var, duyurusu yakındır diyelim ve tabii ki, Etgar Keret'i sevelim. Görsel, çevirmenimiz Garo Kargıcı'ya ait, Tayland'da bir yerlerde, bir hostelin rafında denk gelinmiş.)

17 Ocak 2017 Salı

Anılar


Yazmaya başladığım ilk zamanlarda kurmaca dışı yazmak bana çok gereksiz görünürdü. Şeylerden olabilecekleri gibi bahsetmek varken neden onları oldukları gibi anlatma ihtiyacı duyasınız ki? Yerçekimine ve türlü maraza açık olmamız yetiyor da artıyor zaten. Hayal gücümüz bizi nereye istersek oraya sürecekken bunlarla uğraşmaya ne gerek var? Bununla beraber, anı kitapları hep daha zorlu görünmüştür gözüme, zira biri hakkında bir şey öğrenmek isterseniz, soracağınız son kişi o şahsın kendisi olmalı. Bir dükkana girdiğinizde dükkan sahibi, "Benim mallarım en iyisidir," derse, objektif olamayacağı için inanmazsınız ona, değil mi? Eğer bana on yıl önce bir anı kitabı yazacağımdan bahsetseydiniz, bunun çok saçma olduğunu düşünürdüm... Dondurulmuş yoğurt satan bir dükkan açma fikri ne kadar mantıklı gelirse, bu da ancak o kadar mantıklı gelirdi.

(Etgar Keret, WWB söyleşisinde, Yedi Güzel Yılı nasıl yazdığını anlatıyor. Hayat! Görselde, bir Berlin kapısı.)


2 Haziran 2016 Perşembe

Umut


Ben dokuz yaşındayken okulda bize en çok gurur duyduğumuz şeylerden bahseden bir kompozisyon yazma ödevi verdiler. Tembel tenekenin biri olduğumdan babama bu soruyu sordum, onun cevabını araklayıp ödeve koymayı planlıyordum. Babam birazcık düşündü ve şöyle dedi: "Ömrüm boyunca altı savaşta bulundum ve her birinde en ön saflardaki piyade birliklerindeydim, fakat kimseyi incitmedim." Babam buydu işte ve sanırım, onun bu çelişkili gibi görünen değerleri hem karakterime hem de öykülerime sızmıştır benim.

Oğlum öykü seviyor. Sık sık benim "yetişkin" öykülerimi ona anlatmamı istiyor. Onları hiç okumadım ona ama çoğunlukla biraz yumuşak versiyonlarını anlatıyorum. Ailemize dair öykülere de bayılıyor. Özellikle abime dair olanlara. Hikaye anlatmaya pek hevesli olduğu söylenemez ama ufku fazlasıyla geniş, dört dörtlük bir yalancı kendisi yani henüz umut var.

(Etgar Keret, Atlas Review söyleşisi. Görselde DonkLondon'a ait birtakım ince işler - Keret'in otobiyografik öykülerini -bilhassa baba ve oğul olarak durduğu yeri yansıtan öykülerini- içeren Yedi Güzel Yıl, yeni baskısıyla şimdi raflarda, okuyanlar okumayanlara anlatsın.)

1 Haziran 2016 Çarşamba

Dünya!


Bence kurmaca ifadenin en dolaysız biçimlerinden biri. Halihazırda yaşanmış bir şeyi yeniden aktarmaktansa bir şeyler icat etmek hem daha kolay hem çok daha heyecan verici. New York Times'ın Hayat köşesi gibi mecralara pek çok otobiyografik yazı yazmışımdır. Ne var ki babam vefat etmeden önce böyle bir kitap yayınlatmayı düşünmemiştim hiç. Onun ölümüyle nedense birdenbire ailemin öyküsünü anlatma ve oğlumun doğumuyla babamın kaybını birbirine bağlama arzusu düştü içime. Ve görece olarak kısa bir zaman dilimi içerisinde (Yedi Güzel Yıl) babamın oğlu olmaktan çıkıp oğlumun babası haline gelme öykümü anlatmak istedim.

Yaşantımda (bir başlık altında incelenebilecek) başka dönemler de olmuştur; örneğin zorunlu askerlik hizmetimi yaptığım süreci (kitaplaştıracak olursak) şu şekillerde adlandırmak mümkün: Şaşkın ve Kafası Karışık, Çıkıntı, İsrail Savunma Kuvvetleri'ndeki En Kötü Askerlerin İkincisi (birincisi kesinlikle abimdir) ve Dünya Bombok. 

(Etgar Keret, kendi yaşantısından çıkma öyküler anlattığı Yedi Güzel Yıl'dan hareketle coşuyor. Söyleşi, Atlas Review'dan; görsel, bitmek tükenmek bilmeyen Londra arşivinden.)

26 Mayıs 2016 Perşembe

İthaf



Kendi kitaplarım yayınlanmaya başlamadan önce sadece tanıdığım insanlara hediye olarak aldığım kitaplara ithaf yazısı yazardım. Sonra günün birinde kendimi kitapları kendileri satın almış olan, tanımadığım insanlara ithaf yazısı yazarken buldum. Seri katil ya da kerameti kendinden menkul bir başkası olabilecek bir yabancının kitabına ne yazılır? "Dostlukla" desem yalan olacak; "Hayranlıkla," inandırıcı değil. "En İyi Dileklerimle" fazla babacan; ve "Umarım Kitabımı Seversin!" büyük U'dan ünlem işaretine değin pislik sızdırıyor. Bu yüzden, on sekiz yıl önce kendi tarzımı yarattım; kurmaca kitap ithafları. 

Kitapların kendileri kurmaca iken ithafları neden gerçek olmak zorunda? 

(Neden? Etgar Keret makul bir soru soruyor. Alıntı, Yedi Güzel Yıl'dan; çeviren, elbette ki Avi Pardo. Yedi Güzel Yıl, yazarın kendi yaşantısından kesitler içeren otobiyografik bir yapıt; Keret'i daha yakından tanımak isteyenlere şiddetle tavsiye olunur. Görselde Yoshimoto Nara'nın atarlı çocuklarından biri, kara kara düşünmekte.)

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Sapma II


Herkesin yaşamında potansiyel olarak gerçek dışılık bulunur ama genel eğilim onu bastırmaya yöneliktir. Gerçek dışı dünyalara açılan kapılar oradadır, ama yanlarından geçip gideriz. New York'tayken bir apartmanda yaşıyordum, binanın sahibi olan adamla sohbet edecek oldum. O da İsrailliymiş. Bana, "Biliyor musun, ben de sanatçı sayılırım. Korno çalıyorum. Eğer bodrum katındaki korno dinletim sırasında yanımda oturup öykülerini okursan seni binadaki en iyi daireye aldırabilirim," dedi. Ben de, "Tabii," dedim. O gece, bina görevlisi üzerine GÜVENLİK yazan bir t-shirt geçirdi ve bodrumun girişinde durup seksen kişiye bilet kesti. Ben, korno çalan adamla oturup öykülerimi okudum. Bina sahibi meğer kornonun Miles Davis'iymiş ve o gece, hayatımdaki en etkileyici olayların arasında şimdi. İki gün önceydi. Cumartesi gecesi. Jonathan Franzen'a biri gelip de, ben korno çalarken sen de yazdıklarını oku, oku ki daha iyi bir daireye geçmeni sağlayayım, deseydi ne yapardı bilmiyorum. Sanırım yaşadğı daireden memnun olduğunu söylerdi. Buna harcayacağı vakti yazıya ayırır ve bina görevlisi kendine güvenlik süsü verdiği sırada bodrumda birtakım tuhaf işler çevirmekten kaçınırdı. 

(Etgar Keret'in gerçeklikle imtihanı. Bu ayki Ot dergisinde Keret'in pek güzel bir öyküsü yer alıyor, takipteyseniz kaçırmayın. Görsel, Londra; dur işaretindeki sapma, Clet Abraham imzalı. Domuzu Kırmak, kitap satması gereken her yerde...)

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Tetik


"Benim için kurmaca yazmak son derece kişisel. Yazdığım her şey epey sınırlı olan hayat tecrübemin doğrudan yansıması. Alışverişim sırasında kasiyer bir terbiyesizlik yapar mesela ve ben tutup bunu uzaylıların istilası hakkında bir öyküye çeviririm. Karım etrafımdaki olup bitenlere abartılı tepkiler gösterdiğimi söylüyor. Azıcık suçlu hissetmemi gerektirecek bir şey olmuşsa aşırı suçlu hissederim. Azıcık gerginlik duymam gereken bir durum varsa aşırı gerilirim. (Bindiğim) Taksilerin şoförlerine duygusal olarak bağlanıveririm. Sokakta birileriyle tartışır, eve gittiğimdeyse kötü hissedip elimde bir kekle onları ziyarete giderim. Her şey çok fazla gelir bana. Bu hem keyifli hem de yorucudur bazen, ama bir öyküye aktarıldığında makul bir duygusal atmosfer sunabilir. Gerçek hayatta tuhaf davranışlar sergiliyorumdur oysa sadece." - Etgar Keret, Rumpus söyleşisi

Ne zamandır Etgar Keret ile ilk tanışmamızı düşünüyorum ama bir türlü hatırlayamıyorum... Hafızam çoğu insanınkinden iyidir, ara ara kopuk yerleri olsa da, genelde, anımsamak istediğim hemen hiçbir şeyi unutmam, ama bunu, ilk karşılaşmamızı, birbirimize neler dediğimizi anımsamıyorum: ITEF için İstanbul'a gelmişti, kaldığı otelin lobisinde o ve eşi ile ilk kez tanışıp görüşmüş olmalıyız, ama hatırımda hiçbir şey kalmamış. Festivali, beraber geçirdiğimiz vakitleri, konuştuklarımızı, yemekte ne yediğine kadar hatırlıyorum - ama o ilk ana dair hiçbir şey kalmamış zihnimde.

Keret'in öyküleriyle ilk olarak Gazze Blues'un İngiltere edisyonu sayesinde tanışmıştım. O zamanlar, Nimrod Çıldırışları'nın Türkçede -hem de Avi Pardo'nun çevirisiyle- yayımlanmış olduğunu bilmiyordum. En sevdiğim Keret öyküsünü seçmek çok zor benim için ama okuyunca beynimden vurulmuşa döndüğüm ilk Keret öyküsü bu olmalı: Nimrod Çıldırışları. Kurmacanın okur üzerindeki etkisini açabildiği empati damarına bağlayanlar var ve ben, bu hikayeyi gözlerim dolmadan okuyamıyor, empati kurduğum belli bir tarafını da bulamıyorum. Abartılı bir tepki belki, ama her okuyuşumda böyle bu. Aynısı, Domuzu Kırmak'ın önsözü için de geçerli. Empati midir bilemem ama yazının bir simyası olduğu yadsınamaz - ifade etmesi güç olan bir şeyleri tetiklediği kesin hiç değilse.

Domuzu Kırmak, ağırlıklı olarak Missing Kissinger adlı kitapta yer alan, daha önce yayımlanmamış öykülerden oluşuyor. En sonda bulunan ve kitaba adını veren öyküyü, Beşir'le Vals'ten anımsayacağınız David Polonsky resimlemiş. Polonsky'nin imgelemindeki çocuk, benim zihnimdekinden farklı, ama resimleri gördüğümden bu yana benim zihnimde canlananın nasıl bir çocuk olduğunu da söyleyemez oldum. Keret öykülerinde çocuklara bahşedilen özel bir yer var - çocuklara, sihirbazlara, genel olarak birtakım hezimetleri aşmaya çalışanlara... O hezimetler ki, bütün paranızı yatırdığınız işin fos çıkmasını içerebildiği gibi, her gün bindiğiniz otobüsün şoförünün kapıları açmamasını da kapsayabiliyor. En derin yaralar, en gelip geçici kaygılarla yan yana durabiliyor ve hayal kırıklıkları, küskünlükler ve kayıpların -irili ufaklı- el ele verdiği şeye, hayat deniyor. Seni çok seviyorum diyecekken astım krizi geçirmek ve kendini acilde bulmak gibi mesela, diyeceğini diyemediğin için utanmış, ama ölmeyip krizi atlattığın için sevinçli, halen nefes aldığın için ne olduğunu bilmediğin bir merciye müteşekkir halde... İstemsiz, kendiliğinden gelişen bir biçimde.

B-e-n-i-y-a-l-n-ı-z-b-ı-r-a-k-m-a-y-ı-n demişti Nimrod öyküde, ama kimbilir, belki her şey, anlatıcının zihninde şekillenmekteydi.

Domuzu Kırmak, şimdi tüm kitapçılarda. Görsel, Londra'dan: Endless.

21 Nisan 2016 Perşembe

Domuz!


Ben beş yaşındayken yurtdışında yaşayan bir aile dostumuz bizi ziyarete geldi ve abime, ablama, bana hediyeler getirdi. Onların ne aldıklarını anımsamıyorum, ama üç hediye paketinin en büyüğünün benimki olduğunu anımsıyorum. Ambalaj kağıdını yırtıp karton kutuyu açtığımda gülümseyen, pembe, porselen bir domuz gördüm. Adama kibarca teşekkür ettim, ama biraz hayal kırıklığına uğradığımı da itiraf etmek zorundayım. Porselen bir domuz ile ne gibi oyunlar oynanabilirdi ki? Aile dostumuz, yüzümdeki hayal kırıklığını görünce bunun bir domuz kumbarası olduğunu söyledi. “Biriktirmek istediğin paraları,” dedi, cebinden bir madeni para çıkararak, “domuzun sırtındaki yarıktan içeri atarsın ve para zamanla birikip çoğalır.”

(...)

(Alıntı, Domuzu Kırmak'ın -gözlerim dolmadan okuyamadığım- sunuş metninden. Bütün Keret kitaplarında olduğu gibi, bu kitabın da türlü türlü hikayesi var, ama sanırım, en unutulmazı, 'Sunuş'un Hikayesi' olsa gerek - sadece çevirmeni, editörü ve bir iki kişinin bildiği bir hikaye... Baharların en güzeli, yeni Keret öyküleriyle geleni olabilir mi? Domuzu Kırmak, şimdi tüm kitapçılarda.)



23 Aralık 2015 Çarşamba

Sonra


İşte size çarpık karakterime dair yıllar sonra keşfettiğim bir gerçek: İş bir sorumluluğu yüklenmeye geldiğinde, talebin zaman olarak yakınlığı ile benim o sorumluluğu yüklenme konusunda gönüllülüğüm arasında ters bir ilişki var. Örneğin, karım bugün benden bir bardak çay istese onu kibarca reddedebilir, ama yarın markete gitmeyi kabul edebilirim. Bir ay sonrası için uzak bir akrabanın yeni dairesine taşınmasına yardım etme sözü vermek benim için sorun değil ve altı ay sonrasını konuşuyorsak bir kutup ayısıyla çıplak olarak güreşmeye bile razı olurum. Bu kişilik özelliğinin tek sorunu, zamanın ileriye doğru akması sonucunda, soğuktan titrediğin donmuş bir Arktik tundrada beyaz bir ayıyla karşı karşıya kaldığında altı ay önce hayır deseydim daha iyi olmaz mıydı diye sorarken bulabilmen kendini.

...

(Etgar Keret, Yedi Güzel Yıl. Çeviren: Avi Pardo. Yedi Güzel Yıl, ABD'de henüz bu sene yayımlandı ve yıl sonu listelerinin gözde kitapları arasında: World Literature Today'in Yılın İlgiye Şayan Çevirileri, Goodreads'de Yılın En İyi Mizah Kitapları, Amazon'un Yılın En İyileri (Haziran), NPR Yılın Kitapları, vs. vs. Kitap, 2013 yılında, ilk kez Türkçe olarak okuruyla buluşmuştu, hatırlatmış olalım. Görselde, Etgar Keret, 2014'te Elif Bereketli ile gerçekleştirdiği söyleşi sırasında, Tünel'de, bir bardak çay içerken. Fotoğraf, Dilara Sezgin'in objektifinden, zamanında paylaşmışız, tekrar anımsatalım.)

30 Eylül 2015 Çarşamba

Eşzamanlı



Soru: Bugün öleceğinizi bilseniz, yapmak istediğiniz son şey ne olurdu? 

Cevap: Humus yemek ve sevişmek (eşzamanlı değil ama.)

(Eylül çabucak geçti, geride OT dergide yer alan kısa Etgar Keret söyleşisini bıraktı. Edinebileceğiniz son iki gün. Görselde yer alanlar: kedi ve rögar kapağı.)

29 Eylül 2015 Salı

Hiçbir şey olmamış gibi...


Evimin hemen yanındaki kafede çok tatlı bir garson kız var. Kafenin mutfağında çalışan Benny, bana kızın erkek arkadaşı olmadığını, adının Şikma olduğunu ve arada sırada, eğlence niyetine uyuşturucu kullanmayı sevdiğini söyledi. Kız orada çalışmaya başlamadan önce o kafeye hiç gitmemiştim - bir kez bile. Ama şimdi beni her sabah orada, bir köşede otururken görebilirsiniz. Espresso içerken. Gazetede okuduğum şeylere, diğer müşterilere, kurabiyelere dair onunla laflarken. Bazen onu güldürmeyi bile beceriyorum. Güldüğünde içim ferahlıyor. Birkaç kez onu sinemaya davet etmenin eşiğine geldim. Fakat sinema fazla aşikâr. Sinema, yemeğe çıkmayı ya da hafta sonunu kumsalda geçirmek üzere Eilat’a uçmayı teklif etmeden hemen önceki adım. Birini sinemaya davet etmek tek bir anlama gelir: “Seni istiyorum.” Ayrıca ilgi duymuyorsa ve hayır derse tatsız bir durum hasıl olur. Bu yüzden, onu ot içmeye davet etmek daha mantıklı geldi bana. En kötü olasılıkla, “Ot içmem,” der ve ben keşlere dair bir espri yapıp hiçbir şey olmamış gibi bir espresso daha söyleyerek yoluma giderim.

(...)

(Istanbul Art News'ün Eylül sayısında, hiçbir kitabında yer almayan, Avi Pardo çevirisiyle yeni bir Etgar Keret öyküsü var, sevenlere duyrulur - ay bitmeden kitabevlerinden, sonrasında ise online satış yapan sitelerden temin edebilirsiniz.)

1 Eylül 2015 Salı

Yazar


...

"Bu öykü müthiş," dedi abim. "İnsanın aklını başından alıyor. Fazla kopyan var mı?" Olduğunu söyledim. Bana abisi-küçük-kardeşiyle-gurur-duyuyor gülümsemesiyle baktıktan sonra yere eğilip elindeki sayfayla köpeğin kakasını aldı ve çöp bidonuna attı.

Yazar olmak istediğimi işte o anda anladım.

(Etgar Keret, Yedi Güzel Yıl. 'İlk Öyküm' adını taşıyan ve Keret'in 'Borular' adlı öyküsünün yazımını anlattığı öyküden; çeviren, elbette ki Avi Pardo. Bu arada Keret, Ot dergisine mini bir söyleşi verdi, özleyenler kaçırmasın.)

7 Temmuz 2015 Salı

Rüya



Dün kaldığımız noktadan devam:

Yazma biçimim gerçekten de rüya görmeye epey benziyor. Çoğu yazar için yazı denetim ile alakalı olmalı, öyle sanıyorum. Yazdığında bahsettiğin unsurları sen denetliyorsun; hikayenin akışını, kahramanların kaderlerini, hava durumunu, bunları sen denetliyorsun. Fakat ben söz konusuysam eğer yazı denetimi elden bırakmanın, bilinçaltıma bağlanmanın bir yolu oluyor. Bu yüzden, yazdığım sırada, rüyadaymışım gibi hissediyorum. 

Hikayeyi anlatırken yarı edilgenim ben; hikaye kendini ortaya koyuyor.

(Nasıl yazdığına dair, yanıtlanması imkânsız bir soruya yanıt, pek sevdiğimiz Etgar Keret'ten geliyor: Rüyadaymış gibi! Rüyalar anlatılmaz, anlatılan rüya olmaz, değil mi? Cümlemize berrak rüyalar diliyorum, aslanları bol olsun. Aslan demişken, görseldeki, Sabancı Müzesi'nin bahçesinde yaşıyor.)




16 Mart 2015 Pazartesi

Dalga



Kısa öykü yazmak sörf yapmak gibidir; tahtanı alır, suya girer, dalga çıkmasını beklersin ve tek yapman gereken, aşağı düşmemektir. (...) Sörf yaparken biri size düşmeden daha ne kadar sörfe devam edeceksin diye soracak olursa, umarım bir ay, dersin, anneme eve geç geleceğimi haber verin... Gelgelelim bir noktada dalga tükenir, kendini farklı bir konumda bulursun, bir yere varmışsındır artık - sen tasarlamazsın ama hikaye kendini tükettiğinde (dalga dindiğinde) sona erer.

(Etgar Keret, New Yorker için Donald Barthelme'nin Chablis'ini okuyor ve kısa öykü yazma teknikleri hakkında sorulan sorular karşısında alışık olduklarımızdan farklı, samimi yanıtlar veriyor. Keret'in, dünyada ilk olarak Türkiye'de yayımlanan ve kendi yaşantısından izler taşıyan kitabı Yedi Güzel Yıl, Haziran ayında Amerika'da raflara çıkıyor, kapağı için buraya buyrun. Görsel, Galata civarından. Mor!)  

3 Şubat 2015 Salı

Birden!

Öylece durup derin bir soluk alıyorum. İkisi de bana bakıyor. Kendimi böyle durumlara sokmayı nasıl beceriyorum? Eminim böyle şeyler Amos Oz’un ya da David Grossman’ın başına gelmiyordur. Birden kapı vuruluyor. İkisinin de bakışları tehditkâr bir hal alıyor. Omuz silkiyorum. Benimle ilgisi yok. Benim öykümde kapının vurulmasıyla bağdaşacak herhangi bir şey yok. “Sav onu,” diye buyuruyor anketçi bana. “Kim olursa olsun, yolla.” Kapıyı biraz aralıyorum. Pizzacının çırağı. “Keret sen misin?” diye soruyor. “Evet,” diyorum, “ama pizza siparişi vermedim.” “Zamenhoff Caddesi, 14 numara yazıyor burada,” diyor, sipariş irsaliyesini işaret edip içeri girerek. “Bu bir şey kanıtlamaz,” diyorum, “ben pizza sipariş etmedim.” “Aile boyu,” diye ısrar ediyor. “Yarısı ananaslı, yarısı ançüezli. Ücret kredi kartıyla ödenmiş. Bahşişimi ver de gideyim.” “Sen de bir öykü için mi geldin?” diye sorguluyor İsveçli. “Ne öyküsü?” diyor pizzacı çırağı, ama yalan söylediği besbelli. Yalan söylemeyi pek beceremiyor. “Çıkar,” diyor anketçi, “hadi, çıkar tabancanı artık.” “Tabancam yok,” diye itiraf ediyor pizzacı çırağı mahcubiyet içinde, fakat karton kutunun altından bir satır çıkarıyor. 

“Ama iyi bir öykü anlatmazsa onu jülyen doğrayacağımdan emin olabilirsiniz, elini çabuk tutsa iyi eder.”

Merav Elbaz Berschner'in Etgar Keret öyküsünden uyarladığı ödüllere doyamayan Kapı Birden Vuruldu'su için sizi buraya alalım. 

Bu yılki !f'te, Keret'in Meduzot (Jellyfish) adlı film için beraberce yönetmen koltuğuna geçtiği, on parmağında on marifet eşi Shira Geffen'in Boreg (Self Made) adlı filmi gösterilecek, meraklısı kaçırmasın. !f'in edebiyattan ilham alan filmleri için ise buraya buyrun. Pasaj, haliyle Kapı Birden Vuruldu'dan; çeviri, elbete ki Avi Pardo'ya ait.

6 Ocak 2015 Salı

Fayda


Tüm yazın hayatım boyunca bana kısa öykü yazmayı bırakmam, onun yerine romanlar kaleme almam söylendi durdu - temsilcim, İsrailli yayıncım, yabancı yayıncılarım, muhasebecim... Hepsi de yanlış yolda olduğumu düşünüyordu. Ama bana sorarsanız sanat söz konusuyken pragmatik kararlar almak başlı başına bir çelişki ortaya koyuyor. Elime ilk defa kalem kağıt alıp bir öykü yazmamın herhangi bir pragmatik tarafı yoktu ki. Bulaşıkları yıkamanın ya da musluk tamiri yapmanın aksine, karakterler, ortamlar ve olay örgüleri yaratmanın faydacı ya da akılcı olduğu söylenemez. Yazılması gereken neyse bana samimi gelecek, doğru gelecek şekilde yazıyorum ben... Nihayetinde öyküler çıkıyorsa ortaya, o zaman onlara inanmaktan, birilerinin bunlara ilgi duyabileceğini ve bu öykülerin, belki de bu kişilerin yaşamına dokunabileceğini düşünmekten başka bir şey yapamam.

(Etgar Keret. Rain Taxi söyleşisi.)