20 Şubat 2015 Cuma

N-n-n

'Beni Yıka'nın İngilizcesi: Graffiti sanatçısı Faust'un, karla kaplı araçlara bıraktığı mesajlar. Üzerine Simon Beck'in kar işlemeleri.

Pınar Öğünç'ün kaleminden: Erkek şiddeti. Üzerine, Birhan Keskin ve Aslı Serin'den, ortak şiir.

Hayatlarımızdan çıkanlara dair...

Zihinsel manzaramızın, esas manzaranın önüne geçtiği bir cuma günü yine, not düşmek dahi anlamsız esasında... Bu haftanın keyifsiz notları, Libertines ile kapansın. Akustik versiyonu için Grooveshark'a.

Görselde: Ters patinaj, Asmalımescit.




19 Şubat 2015 Perşembe

Heybetli



Bir düşle başladı: Çatı bahçesi, her gelir düzeyinden bireylerin yaşantısına uygun irili ufaklı daireleri ve bilhassa sanatçılar, bekârlar için tasarlanmış mutfaksız stüdyoları, yemek salonları, fresklerle bezeli oturma alanları, kamp ateşi misali sakinlerin çevresinde bir araya geleceği şömineli oturma odası ve içindekilerin şehrin sokaklarındaymış gibi rahatça gezinip komşularıyla sohbet edebileceği biçimde düzenlenmiş geniş koridorlarıyla bina, kapılarını açtığı 1884 yılında, on iki katıyla New York’un en heybetli noktasıydı. (...) 

(Bu ay, Istanbul Art News Edebiyat'a Chelsea Otel'in hikâyesini yazdım. Epigraf, Braco Dimitrijevic'e ait: “Örneğin Berlioz’un yaşadığı evin dışında asılı duran ve üzerinde ‘Berlioz burada yaşadı’ yazan mermer levhayı ele alalım. Temel sistem dilseldir, fakat dilsel şifreyi bir kenara bırakıp sunuma baktığınızda ‘Deha burada yaşadı’ beyanıyla karşılaşırsınız. Andaç niteliği taşıyan böylesi levhaların bulunmadığı tüm diğer yerlere dair ima edilen ise şudur: ‘Burada hiçbir zaman bir deha yaşamamıştır.’”[i])


[i] Braco Dimitrijevic, Tractatus Post Historicus, Tübingen 1976.

17 Şubat 2015 Salı

Karton

Suudi Arabistan'ın yeni kralının karton maketiyle el sıkışanları gördünüz mü? Görmeyenler için özetleyelim, yeni kralın kartondan maketleri yapılıyor, ellerin bulunduğu yere delikler açılıyor. Maketlerin arkasına geçen figüranlar, deliklerden dılarıya ellerini uzatarak tebrik için kuyruğa girenlerin ellerini sıkıyor. 

Dave Eggers, bu gelişmeleri takip ediyor mudur bilmiyorum, ama çölde, krala hologram teknolojisi satmak üzere bekleyip duran kitap kahramanı Alan Clay bu gösteriden etkilenirdi, orası kesin. Ömer Türkeş, Kral için Hologram hakkındaki değerlendirmesinde, "Kral için Hologram, yalnız Amerikalıları değil, küreselleşme oyununa katılan herkesi içine çeken bir çöküş sürecinin romanı," diyor - o çöküş ki, usun bittiği yerde başlıyor ve şahsi menfaatler için karton maketlerle el sıkışmak gibi bir saçmalık, diğer tezahürlerinin yanında masum kalıyor.

Her ne kadar bugün, bu devirde, bilhassa bu coğrafyada zor olsa da, aklınıza sahip çıkmanızı diliyorum. Mümkünse eğer.

"Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta / Her şey naylondandı o kadar."

13 Şubat 2015 Cuma

N-n-n

Bern'deki ayıların sayısı: 6... Şehirler ve hayvanlar. Üzerine, Türkiye'nin hayvanları. Son olarak, kitaplardan sıyrılan hayvanlar ve bitkiler.

Gri'nin Elli Tonu fenomeni, şimdi de sinemalarda. Fragmanın Lego'larla yorumu için buraya. Üzerine yine: Lego, Hipster serisi. Lego deyince bakınız vermemek olmaz: Nathan Sawaya'nın Lego'lu işleri. Doymayan kaldıysa, dahası için buraya.

!f Istanbul başladı bile... TimeOut'un, zamanı kısıtlı olanlara önerileri için buraya.

Sevgililer Günü tantanası hatrına - Edebiyat dünyasının güçlü çiftleri. Sevgililer Günü için Siren'in önerisi: Bilek Kesenler.

Notları, Marianne Faithful, Mick Jagger, pamuk helva ve araba temalı görselle kapatalım, Sevgililer Günü hususundaki tavrımızı bu vesileyle ortaya koyalım.

İyi tatiller.






12 Şubat 2015 Perşembe

Ruh hali


S: Duygusal istikrarın yazan kişi için şart olduğunu düşünüyor musunuz? Zihniniz ne durumda olursa olsun çalışabiliyor musunuz mesela? Ruh haliniz yazdıklarınıza yansıyor mu? Sabahın erken saatlerinden öğlene değin yazı yazdığınız ideal durumu nasıl tanımlarsınız?

Joyce Carol Oates: "Ruh hali" hususunda acımasız olması gerekir insanın. Bir açıdan, yazı ruh halini yaratır. Eğer sanat gerçek anlamda aşkıncı bir işlev taşıyorsa -ki ben öyle olduğuna inanıyorum- ve sınırlı, dar zihin mecralarından sıyrılmamızı sağlıyorsa, içinde bulunduğumuz duygu veya zihin durumlarının önemli olmaması gerekir. Çoğu zaman şuna şahit olmuşumdur: Bitkin düşmüş haldeyken, ruhumun bir iskambil kağıdı misali inceldiğini hissederken, hiçbir şeye beş dakikadan fazla tahammül edemeyeceğimi zannederken kendimi yazmaya zorlarsam bu edim her nasılsa her şeyi değiştirir. Ya da insana öyle gibi gelir. Joyce, Ulysses'in temel yapısı hakkında benzer bir şey demiş, bunun bir köprü olduğunu ve askerlerini karşı yakaya geçirmesini sağladığı sürece akla yatkın olup olmadığıyla ilgilenmediğini belirtmişti. Karşıya geçmelerini sağladığı sürece köprünün yıkılıp yıkılmadığından kime ne? Aynısı yazın esnasında edimi gerçekleştiren kişi hakkında da söylenebilir. Askerler nehri geçtikten sonra...

(Joyce Carol Oates, Paris Review söyleşisinde ruh hallerinden bahsediyor.)




11 Şubat 2015 Çarşamba

Umut



S: Gelecek hakkında umutlu musunuz?

Atwood: Gelecek Kütüphanesi başlı başına umutlu bir girişim çünkü yüz yıl sonrasında insanların hâlâ varolacağını varsayıyor. Büyük bir umut. İkincisi, ormanın büyüyeceğini varsayıyor. Kütüphanenin orada olacağını. İnsanların kitap okuyabileceklerini ve kitap okumanın ilgilerini çekeceğini. Bütün bu duygular umutla yüklü. Geleceğe dair güven ortaya koyuyor.

İnsan donanımının bir parçası olduğunu düşünüyorum umudun. Klinik depresyon söz konusu değilse herkesin içinde mevcuttur bu. Öyle ki, klinik depresyon durumunu umuda dair bir bozukluk olarak tanımlamak dahi mümkün. Hepimiz umut taşırız. Oscar Wilde ikinci evlilikler hakkında ne demişti - umudun tecrübe karşısındaki zaferi. Nasıl da muzip!

(Margaret Atwood, Slate söyleşisinde, Gelecek Kütüphanesi'ne ve umuda dair konuşuyor. Kütüphaneden burada ve Istanbul Art News'un Ekim sayısındaki yazımda bahsetmiştim, Atwood'un geleceğe dair umutlu değil de distopik fikirleriyle daha yakından ilgileniyorsanız kişisel önerim: bkz. Damızlık Kızın Öyküsü. Görselde, fütürizmin öncüleri, Fortunato Depero ve Filippo Tomaso Marinetti - Marinetti'nin müzelerin ve kütüphanelerin yok edilmesi gerektiğini de savunan Fütürist Manifestosu için bkz. Sanat Manifestoları, Avangard Sanat ve Direniş)

10 Şubat 2015 Salı

İfade



'Görünüşe aldanma' düsturunun kitap dünyasındaki tezahürü olsa gerek, kitap hakkındaki kanaatin kapağına bakarak oluşturulmaması gerektiği söylenir ya, kapak mühimdir. Tersine mantıkla işleyen bir tasarım haberine DesignTaxi'de rastladım, denen o ki, okurun yüz ifadesini taramak suretiyle değerlendiren ve nötr bir ifadeye sahip olmayan okur karşısında kendini kilitleyen bir kitap tasarlanmış... The Cover That Judges You adlı kitap ile ilgili ayrıntılar burada, serbest çağrışım sularında Darwin'in tuhaf oyunu hakkındaki yazı için adrese gitmeniz yeterli. Bağlantıdaki videoda ise tasarımcı Thijs Biersteker'in yüzünü kitabın kapağında görmeniz mümkün.

Javier Marias, Yazınsal Yaşamlar'da, "Onları tasarlayan kafalara bir göz atamazsak, okuduğumuz kitaplar bize daha anlaşılmaz gelir, daha uzakta kalır sanki; hiçbir şeyin kendisine eşlik eden bir imgeden yoksun kalmadığı günümüzde, yazarın sorumluluğunu bir yüzle birlikte düşünememek bizi rahatsız eder; hatta yazarların yüz hatları yapıtlarının bir parçasıdır sanki," diyor. 'Ünlü Yazarların Gizli Yaşamları' gibi talihsiz bir alt başlık taşıyan kitap, fotoğraflardan yola çıkarak kimi yazarların hayatlarından kesitlere dair makalelere yer veriyor. Okurun yüz ifadesini, kitabı eline alırken vardığı yargıları bilemem ama, yazarın imgesinin metne eşlik etmediğini savunmak güç gerçekten; ne diyeyim Biersteker'in tasarladığı kitapla ilgili makaleyi okurken Monster Book of Monsters'ı anmadan edemedim, tasarlanmasını dört gözle bekliyorum ve maalesef, elime aldığımda yüz ifademin nasıl olacağı hususunda kimseye söz veremem.

Salıların sallanmaması temennisiyle huzurunuzdan çekiliyorum.





5 Şubat 2015 Perşembe

Karanlık

Alan’ın evini düzenlemek üzere bir kadın çıkagelmişti. Bu işi yapan insanlar vardı; kendi başınıza kırk yıl uğraşsanız da beceremeyeceğiniz kadar düzgün bir hale sokuyorlardı evinizi. Dağınık varlığınızla yarattığınız karanlığı onlar aydınlatıyordu. Sonra da siz, satılana dek, evin farklı, daha güzel bir halini tecrübe ediyordunuz. Daha sarı oluyordu mesela. Çiçekler ve eskitilmiş masif masalar filan oluyordu. Sizin eşyalarınız depoya kaldırılıyordu. 

Kadının adı Renee’ydi; pamuk helva gibi kabarık, ufak bir atkuyruğu vardı. Çerçöpü azaltmakla başlayalım, demişti. Yirmi yıl içinde edindiği tüm eşyalara işaret etmiş, buradaki şeylerin yüzde doksanını kolilere doldurup ortadan kaldırmanız gerekecek, demişti. Her şeyi kolilemişti. Eşyayı ortadan kaldırmış, yok etmişti. Mobilyaları bırakmıştı bir tek, fakat ikinci defa uğradığında, şim-
di de mobilyaları değiştireceğiz, demişti. Satın almak mı istersin, kiralamak mı?

Mobilyalarını da kaldırmıştı. Salonda iki kanepe vardı, ikisini de elden çıkarmıştı. Birini Kit’in bir arkadaşına vermişti. Diğerini de çimlerini biçen Chuy’a. Renee birtakım sanat eserleri kiralamıştı. Suya sabuna dokunmayan soyut resimler, diyordu bunlara. Uysal renkler, müphem şekillerle dolu hiçbir şey anlatmayan tablolar odaların her birine asılmıştı. 

Bunlar dört ay önce olmuştu. O gün bu gündür o evde yaşamaya devam ediyor, emlakçılar evi göstermek istediğinde dışarı çıkıyordu. Bazen de evde kalıyordu. Kimi zaman ziyaretçiler evinde dolaşıp yorumlar yaparken kapısını kilitlediği çalışma odasında çıt çıkarmadan duruyordu. Tavanlar alçakmış, diyorlardı. Yatak odaları da pek küçük. Parkeler orijinal mi? Küf gibi bir koku var. Sahipleri ihtiyar mı? 

Potansiyel alıcıların gelip gidişini izliyordu zaman zaman. Çalışma odasının penceresinden uzun uzun onları gözetliyordu. 

Bir çift öyle uzun kalmıştı ki Alan’ın kahve fincanına işemesi gerekmişti. Ziyaretçilerden biri, uzun deri ceketli bir iş kadını, bahçe yolundan çıkmak üzereyken pencerede görmüştü onu. 

Kadın, emlakçıya, galiba az önce bir hayalet gördüm, demişti.

(Dave Eggers, Kral için Hologram. Çeviren: Defne Orhun.)

4 Şubat 2015 Çarşamba

Dipsiz



Bütün bildiğim şu: saatler geçmek bilmez ve bu koşullarda bizi, vakit geçirmek için türlü türlü -nasıl desem- ilk bakışta makul gözüken, ama zamanla monotonluğa dönüşecek oyunlara başvurmaya zorlar. Böylece aklımızı kaybetmekten kurtulduğumuzu söyleyebilirsin. Kuşkusuz doğru. 

Ama aklımız uzun süredir dipsiz derinliklerin bitimsiz gecelerinde dolanıp durmuyor mu zaten?

(Godot'yu Beklerken'de Vladimir, sorgulamaya devam ediyor. Çeviri: Uğur Ün - Tarık Günersel; Kabalcı. Görselde, Locks and Keys heykeli, Burning Man festivalinden... Her çöl başka elbette, herkesin çölünün başka olduğu gibi.)

3 Şubat 2015 Salı

Birden!

Öylece durup derin bir soluk alıyorum. İkisi de bana bakıyor. Kendimi böyle durumlara sokmayı nasıl beceriyorum? Eminim böyle şeyler Amos Oz’un ya da David Grossman’ın başına gelmiyordur. Birden kapı vuruluyor. İkisinin de bakışları tehditkâr bir hal alıyor. Omuz silkiyorum. Benimle ilgisi yok. Benim öykümde kapının vurulmasıyla bağdaşacak herhangi bir şey yok. “Sav onu,” diye buyuruyor anketçi bana. “Kim olursa olsun, yolla.” Kapıyı biraz aralıyorum. Pizzacının çırağı. “Keret sen misin?” diye soruyor. “Evet,” diyorum, “ama pizza siparişi vermedim.” “Zamenhoff Caddesi, 14 numara yazıyor burada,” diyor, sipariş irsaliyesini işaret edip içeri girerek. “Bu bir şey kanıtlamaz,” diyorum, “ben pizza sipariş etmedim.” “Aile boyu,” diye ısrar ediyor. “Yarısı ananaslı, yarısı ançüezli. Ücret kredi kartıyla ödenmiş. Bahşişimi ver de gideyim.” “Sen de bir öykü için mi geldin?” diye sorguluyor İsveçli. “Ne öyküsü?” diyor pizzacı çırağı, ama yalan söylediği besbelli. Yalan söylemeyi pek beceremiyor. “Çıkar,” diyor anketçi, “hadi, çıkar tabancanı artık.” “Tabancam yok,” diye itiraf ediyor pizzacı çırağı mahcubiyet içinde, fakat karton kutunun altından bir satır çıkarıyor. 

“Ama iyi bir öykü anlatmazsa onu jülyen doğrayacağımdan emin olabilirsiniz, elini çabuk tutsa iyi eder.”

Merav Elbaz Berschner'in Etgar Keret öyküsünden uyarladığı ödüllere doyamayan Kapı Birden Vuruldu'su için sizi buraya alalım. 

Bu yılki !f'te, Keret'in Meduzot (Jellyfish) adlı film için beraberce yönetmen koltuğuna geçtiği, on parmağında on marifet eşi Shira Geffen'in Boreg (Self Made) adlı filmi gösterilecek, meraklısı kaçırmasın. !f'in edebiyattan ilham alan filmleri için ise buraya buyrun. Pasaj, haliyle Kapı Birden Vuruldu'dan; çeviri, elbete ki Avi Pardo'ya ait.

2 Şubat 2015 Pazartesi

Vurgu




S: Kitabın epigrafı Beckett'ın Godot'u Beklerken'inden geliyor: "Bize ihtiyaç duyan biri her gün çıkmaz." ("Ama burada, zamanın bu noktasında insanlık biziz. Hoşunuza gitsin gitmesin. Bunun değerini bilelim, çok geç olmadan," diye devam eder Godot.) Roman da bir bekleyiş (birini bekleyiş) üzerine yoğunlaşıyor. Beckett, bu romanı (Kral için Hologram) ne ölçüde etkiledi?

Eggers: Etkiledi, ancak yoğun biçimde etkilediğini söyleyemem. Diyalogun o kısmını alıntılarken çerçevesinden çıkarıp anlamı çarpıttım biraz. Vladimir'in monologu olumlama mahiyetinde, bir nebze - devam etmek için. Ancak ben, epigrafı kullanırken herkesin, her insanın kimi zaman, bazı noktalarda gereksiz hissedebileceğini ya da gereksizleşebileceğini vurgulamak istedim. 

(Kesit, ArtsBeat söyleşisinden; Godot alıntıları ise oyunun Kabalcı edisyonundan, çevirenler: Uğur Ün - Tarık Günersel.Yazarla kitabı hakkında söyleşmenin fazlasıyla hüzünlü bir tarafı var, sanki yazar diyeceğini demiş olsa da derdini anlatamamış, düşüncelerini bir daha, daha anlaşılır, daha doğrudan ifade etmesi talep edilmiş gibi. Küresel kapitalizm çağında ihtiyaç üzerinden serbest çağrışım: Oxfam'ın gelir eşitsizliği raporunu gördünüz mü? Epigrafla girdiğimiz yazıyı, Eggers'ın etkilendiğini belirttiği yazarlardan birinin, Saul Bellow'un son sözüyle kapatalım: "Bir roman, birkaç doğru izlenim ve bundan çok daha fazla yanlış izlenim arasında dengelenmiştir, ki biz buna hayat diyoruz." Hayat!)