25 Mayıs 2020 Pazartesi

Mutlak


Bazı şeylerin "mutlak son" olduğunu hemen anlarsınız - son süt dişinizi düşürdüğünüzü ya da on üçüncü yaş gününüzden bir önceki gece on iki yaşınızın son uykusuna yattığınızı (...)

(Karen Russell, Timsah Park. Çeviren: Püren Özgören.)

23 Mayıs 2020 Cumartesi

JIMMY’DEN MEKTUP GELDİ - Shirley Jackson

Bazen, diye düşündü, mutfakta bulaşıkları üst üste koyarken, bazen erkeklerin akıl sağlığından şüpheleniyorum, hepsinin. Belki hepsi de deli ve bunu benden başka her kadın biliyor; annem bana hiç söylemedi, ev arkadaşım hiç bahsetmedi, diğer eşlerin hepsi de zaten bildiğimi sanıyor...

“Bugün Jimmy’den mektup geldi,” dedi adam peçetesini açarken.

Nihayet, diye düşündü kadın, demek nihayet pes edip sana yazdı, belki artık her şey düzelir, her şey yoluna girer, dostluk tekrar başlar... “Ne diyor?” diye sordu üstünde durmadan.

“Bilmem,” dedi adam, “açmadım.”

Tanrım, diye düşündü, tam o anda olacakları açık bir şekilde görerek. Bekledi.

“Yarın açmadan geri göndereceğim.”

Böyle yapacağını tahmin etmeliydim, diye düşündü. Ben olsam o mektubu açmadan beş dakika dayanamazdım. Yırtıp minik parçalar halinde geri yollamak ya da birinden benim için ters bir yanıt yazmasını istemek gibi pis bir şey planlayabilirdim ama açmadan beş dakika duramazdım.

“Bugün Tom’la öğle yemeği yedim,” dedi konu kapanmış gibi, tam da sanki konu kapanmış gibi, diye düşündü kadın, sanki bir daha asla bu konu üstüne düşünmeyi beklemiyormuş gibi. Belki de beklemiyor, diye düşündü kadın, Tanrım.

“Bence Jimmy’nin mektubunu açmalısın,” dedi. Belki bu kadar kolay çözülür, diye düşündü, belki pekâlâ der ve gidip mektubu açar, belki de evine gidip bir süre annesiyle yaşar.

“Neden?” dedi.

Başta sakin ol, diye düşündü. Sakin olmazsan yenilirsin. “Ah, merak ediyorum da, ne yazdığını okumazsam meraktan öleceğim, o yüzden sanırım,” dedi.

“Aç o zaman,” dedi adam.

Bir hamle yapayım da gör o zaman, diye düşündü. “Ciddiyim,” dedi, “bir mektuba kin gütmek çok saçma. Jimmy’ye karşı tamam. Ama bir kin yüzünden mektup okumamak çok saçma.” Tanrım, diye düşündü, saçma dedim. İki kere saçma dedim. Buraya kadarmış. Onun saçmaladığını söylediğimi duyarsa biterim, istersem bütün gece konuşayım.

“Neden okuyacakmışım ki?” dedi. “Onun söylemiş olabileceği hiçbir şeyi merak etmiyorum.”

“Ben ediyorum.”

“Aç o zaman,” dedi.

Ah, Tanrım, diye düşündü, ah, Tanrım, ah, Tanrım, çantasından çalarım, yarın çırpıp yumurtalarının içine karıştırırım ama bu meydan okumaya karşılık veremem, kolumu kırar. 

“Peki, öyle olsun,” dedi, “ben de merak etmiyorum o zaman.” Konuyu kapattığını sansın, bırak koltuğuna bir güzel kurulsun, bırak limonlu turtasını yesin, başka konulara geçsin.

“Bugün Tom’la öğle yemeği yedim,” dedi.

Mutfakta bulaşıkları toplarken, belki de doğru söylüyordur, diye düşündü, belki mektubu açmaktansa kendini öldürmeyi yeğliyordur, belki gerçekten de ne yazdığını merak etmiyordur ya da merak etse bile tuvalete kapanıp mektubu zarfın dışından okumaya çalışarak hezeyanlar geçirecektir. Ya da belki alınca, ah, Jimmy’denmiş, deyip mektubu çantasına atmış ve tamamen unutmuştur. Böyle yaptıysa onu öldürürüm, diye düşündü, onu bodruma gömerim.

Daha sonra, adam kahvesini içerken, “John’a gösterecek misin?” dedi. John da meraktan ölecek, diye düşündü, John da benim gibi temkinli yaklaşacak.

“Neyi John’a gösterecek miyim?” dedi.

“Jimmy’nin mektubunu.”

“Ha,” dedi. “Gösteririm tabii.”

Harikulade bir şekilde muzaffer hissetti kendini. Demek aslında John’a göstermek istiyor, diye düşündü, demek kendisinin hâlâ kızgın olduğunu görmek istiyor, John’un ona, gerçekten mi, Jimmy’ye hâlâ kızgın mısın, demesini istiyor. Buna evet cevabını verebilmek istiyor. Bu büyük zaferinin ortasında, bunca zamandır hep mektubu düşünmüş, dedi içinden ve kendine engel olamadan ağzından şu sözcükler döküldü:

“Hani açmadan geri gönderecektin?”

Adam kafasını kaldırdı. “Unutmuşum,” dedi. “Öyle yapacağım.”

Çenemi tutamadım, diye düşündü. Unutmuşmuş. Ne yazık ki, diye düşündü, gerçekten de unutmuştu. Aklından tamamen çıkmıştı, bir an bile tekrar düşünmemişti, burnunun dibinde dursa görmezdi. Bodrumdaki merdivenin altına, diye düşündü, kafatası parçalanmış vaziyette, lanet olası mektubu da katlı duran ellerinde ve değer, diye düşündü, of, hem de nasıl değer.

(Türkçesi: Berrak Göçer. Piyango ve Diğer Öyküler'de yer alan bu öykü, yayıncının izniyle daha önce Duvar Kitap'ta yayımlanmıştır.) 

13 Mayıs 2020 Çarşamba

Çay


"Merricat, dedi Connie, bir fincan çay ister misin?
Eksik olsun, dedi Merricat, beni zehirlemek niyetindesin."

(Shirley Jackson, Biz Hep Şatoda Yaşadık. Çeviren: Berrak Göçer.)

11 Mayıs 2020 Pazartesi

Shirley


Shirley Jackson'ın hayat öyküsünden yola çıkan Shirley, Haziran ayında izleyiciyle buluşacak... Şimdilik, pandemi şartlarında olduğumuz için bu buluşmanın nerede gerçekleşeceğinden emin değiliz ama filmin tanıtımı, 5 Haziran'da diye duyuruyor olayı. Sundance'te gösterilen ve yönetmen Josephine Decker'a Jüri Özel Ödülü (Auteur) getiren filmin başrolünde, Shirley Jackson karakterini canlandıran Elizabeth Moss yer alıyor. Piyango ve Diğer Öyküler, Berrak Göçer'in çevirisiyle Mart ayında yayımlandı; ıskalamayın!


İnsanlar


"... Ne tür bir kimyasal madde olduğunu söylediler mi?"
"Niyodin Türevi ya da Niyodin T. diyorlar. Okulda seyrettiğimiz toksik atıklarla ilgili filmde duymuştum. Hareketleri kameraya çekilen şu fareler var ya."
"Neye yol açıyormuş?"
"Film insanlarda neye yol açtığı konusunda kesin bir şey söylemiyordu. Vücutlarında tehlikeli yumrular oluşan farelerden bahsediliyordu daha ziyade."
"Bunlar filmin söyledikleri. Peki ya radyo ne diyor?"
"Önce kaşıntı ve avuç terlemesi dediler. Şimdi mide bulantısı, kusma ve nefes darlığı diyorlar."
"İnsanlarda bulantıdan söz ediyoruz, değil mi? Farelerden değil."
"Farelerden değil," dedi.