31 Aralık 2009 Perşembe

Her Şey Aydınlandı ve Jonathan Safran Foer

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın'ın ardından Jonathan Safran Foer şimdi de Her Şey Aydınlandı ile, yine Algan Sezgintüredi çevirisiyle Türkçede. Her Şey Aydınladı'yı Gogol Bordello'nun müziklerini yaptığı filmden anımsarsınız. Çoğu edebiyat uyarlaması gibi kitabı hakkıyla yansıtmayan film bir yana; Foer'in ilk ve en önemli romanı olan Her Şey Aydınlandı bu genç yazarın zaman, mekan ve hafıza üçgeninde şaşırtıcı manevralar yaptığı ve aşırı hüznü, inanılmaz mizahıyla okuru allak bullak eden bir yapıt. Hazırlama aşamasında tüylerimizin diken diken olduğunu, ara ara gözlerimizin dolduğunu ve metnin üzerinde çalıştığımız çoğu zaman gülümsediğimizi de eklemeli. İnsanlık tecrübesini, sözün tükenmeye ve tüketilmeye iyice yaklaştığı bir çağda böylesine çarpıcı bir biçimde dillendiren Foer'i ve Her Şey Aydınlandı'yı bekleyin!

Tekrarlayan Rüyalar Kitabı'nı, Alex'in bozuk anlatımını ve karakterler arasına örülü o inanılmaz yakın ağları kolay kolay aklınızdan çıkartamayacaksınız.

Tam adım, Alexander Perchov. Ama tüm arkadaşlarım bana Alex der çünkü bu, tam adımın söylemesi daha kısa halidir. Annem bana ‘Alexi-delirtme-beni!’ der çünkü hep delirtirim onu. Onu neden delirttiğimi merak ediyorsanız söyleyeyim: çünkü sürekli arkadaşlarımla bir yerlerdeyimdir ve feci nakit saçıyorumdur ve bir anneyi delirtecek daha bir sürü şey yapıyorumdur. Babam, yazın bile kafamdan çıkarmadığım kürk yüzünden bana Şapka derdi. Bunu kesti çünkü ona, bana böyle demeyi kesmesini emrettim. Kulağıma çocukça geliyordu ve ben kendimi daima çok iktidarlı ve üretken bir erkek gibi görmüşümdür. Çok, çok kızım var benim, inanın ve hepsi beni başka isimle çağırır. Bir tanesi bana Bebeğim der; bebek olduğumdan değil, bana baktığı için. Bir diğeri bana Gece Boyu der.

Neden böyle diyor, söyleyeyim mi?

Yeterince Sevinç Mümkün... Ya da İyi Seneler!

"Hayatı, hayatımı, utançları, ufak rastlantıları, yatak başuçlarındaki çalar saatlerin gölgelerini düşündüm. Küçük zaferlerimi ve mahvedilişini gördüğüm her şeyi düşündüm... Sevinci tatmış ama yeterince tatmamıştım. Yeterince sevinç mümkün müydü? Istırabın bitişi onu gayrımeşru kılar ve bu yüzden ıstırabın sonu yoktur. Ne berbat bir karmaşayım, diye düşündüm, ne aptalım, ne aptal ve kıt, ne değersiz, ne yoksun ve acınası, ne umarsız. Evcil hayvanlarımın hiçbiri kendi adını bile bilmez, ne biçim biriyim ben? Parmağımı pikap iğnesi gibi kaldırdım, sayfaları geriye doğru teker teker taradım:

İmdat."

"Hayatımı daha az duygulanmayı öğrenmeye harcadım.

Her gün daha az duygulandım.

Büyümek midir bu? Yoksa daha beter bir şey mi?

Kendini mutluluktan korumadan mutsuzluktan koruyamazsın."

"Dokundum ona. Ona dokunmak benim için çok önemliydi. Uğruna yaşadığım bir şeydi. Nedenini hiç açıklayamadım. Küçük, hiç dokunuşlar. Omzundaki parmaklarım. Otobüste sıkışınca birbirine değen bacaklarımız. Açıklayamazdım ama ihtiyaç duyardım. Bazen bütün minik dokunuşlarımızı birbirine diktiğimi hayal ederdim. Kaç parmak dokunuşu bir sevişme eder? İnsan neden sevişir ki?"

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, Jonathan Safran Foer. (Çeviren: Algan Sezgintüredi)

Jonathan Safran Foer'den Her Şey Aydınlandı, çok yakında!

26 Aralık 2009 Cumartesi

Yeni Çağın Hastalığı Solipsizm

"Sen kimsin?" diye sordu Tırtıl.

İnsana konuşmayı sürdürme isteği veren bir başlangıç tümcesi sayılmazdı bu.

Alice utana sıkıla, "Şey, ben, ben de şu anda pek bilmiyorum efendim," dedi. "Bu sabah yataktan kalktığımda kim olduğumu biliyordum ama, o zamandan bu yana o kadar çok değiştim ki."

"O da ne demek?" dedi Tırtıl sertçe. "Söylediğini açıkla bakalım!"

"Açıklayamayacağım efendim," dedi Alice. "Ben kendim değilim ki kendi dediğimi açıklayabileyim, anlıyorsunuz ya!"

Dave Eggers, Müthiş Dâhiden Hazin Bir Eser'de iddialı bir laf ediyor ve kendine dair takıntı geliştirmemiş kimselerin ilginç olmadıklarını savunuyor. Anlatı ve formda doğru kabul edilen her şeyi ters yüz etme kaygısıyla kurguladığı öyküde Eggers'ın ne denli ciddi olduğunu kestirmek okura kalmış elbette. Kitabına upuzun bir girizgahla çeşitli okuma önerileri ekleyen, dahil edilmemiş diyalogları okur henüz öyküye başlamadan karşısına seren ve hop, işte bir tel zımba resmi derken birdenbire kişisel hayatının trajedilerini müthiş bir oyunculuk ve alaycılıkla sayfalara döken bir yazardan söz ediyoruz sonuçta.

Ancak Eggers'ın parmak bastığı ve kitabın tümünde konu ettiği gerçeklik oldukça düşündürücü: masumane ifade edilmiş biçimiyle kendine takıntılı olma hadisesi, yani çağın yeni hastalığı solipsizm. Ben var olduğum sürece benim için varsın dünya, ötesinde yalansın dünya hadisesi. Eggers'ın ana karakteri kendine dair takıntılarıyla beslenen, mükemmel bir tekbencilik karikatürü sunuyor bizlere. Gıdasından öylesine memnun ki, tüm dünyanın da onunla beslenmesini elzem görüyor. Zaman zaman itici de olsa okura kendi aksini görebileceği bir ayna tutuyor Eggers. Anahtar sözcük: Ben.

Bir sene sona erer, yıllık kişisel özetler yapılıp yeni seneye dair plan ve projeler pek tabii ki "ben" odaklı olarak şekillenirken Eggers'ın aynasından kopup Wallace'ın sularına bir göz atmakta fayda var yine de. Çağdaş insanın en önemli savaşının zihnine ve kendi kendini mutlak merkezinde gördüğü dünya algısına karşı olduğunu savunan bu büyük yazarın sözlerini anımsamak, "ben"in kıskaçlarından biraz olsun kurtulmak gerekli. İki farklı yazarın benzer konuları ele alma biçimleri arasındaki uçurum ise üzerinde kafa yorulması gereken apayrı bir mevzu.

"Dur bakayım: Bu sabah uyandığımda aynı mıydım? Bir değişiklik duymuştum gibi geliyor. Ama aynı değilsem, değişmişsem, yeni bir soru çıkıyor ortaya: Ben kimim o zaman? İşte asıl bilmece bu!"

(Alıntılar: Alice Harikalar Ülkesinde, Lewis Carroll. Çeviri: Tomris Uyar, Can Yayınları 1992)

19 Aralık 2009 Cumartesi

Dave Eggers'dan Vahşi Şeyler


Müthiş Dâhiden Hazin Bir Eser'in yazarı Dave Eggers, 2010'un ilk aylarında Vahşi Şeyler ile yeniden raflarda olacak. Vahşi Şeyler, Maurice Sendak'ın kült çocuk klasiği Where The Wild Things Are'ın Eggers dokunuşuyla romanlaştırılmış hali. Eggers, ayrıca Spike Jonze ile birlikte aynı metnin beyazperde uyarlamasının senaryosunu da yazmış. The Yeah Yeah Yeahs'den tanıdığımız Karen O'nun müziklerini yaptığı film, Aralık ayında ABD'de gösterime girmiş ve oldukça ilgi çekmiş bile. Bekleyin!


12 Aralık 2009 Cumartesi

Yazı 'İş'leri - David Foster Wallace, Dave Eggers'a karşı

Amerikan edebiyatının "müthiş dâhisi" Dave Eggers, The Believer dergisi için ölümünden önce David Foster Wallace ile zorlu bir söyleşi yapmış. Deha etiketini Eggers kadar rahatlıkla taşımayan Wallace, aşağıdaki kesitte kendi 'yazı işlerini' anlatıyor:

Eggers: Telefonu bir keresinde 'Alo' diye değil de 'Dağıt dikkatimi' diyerek açtığını anımsıyorum ki o sırada bu bana çok yerinde gelmişti, çalışırken telefona cevap vermek konsantrasyonu bitiren bir şey. Ayrıca birden çok şey üzerinde de çalıştığını söylüyorsun aynı anda... Gece mi gündüz mü yazdığını, yazıya nasıl vakit ayırdığını, nasıl bir bilgisayar/dizüstü/Commodore64 kullandığını vs. bunları bilmek isterim.

Wallace: Bilemiyorum, ben asla 'ofis' denilebilecek bir yerde çalışmadım; okulda ofisimi de öğrencilerle görüşmek ve asla okumayacağım kitapları depolamak için kullanırım. Restoranlarda yazardım eskiden ama tütün çiğnediğim için çeşitli açılardan olanaksız hale geldi buralarda yazı yazmak. Sonra bir süre kütüphanelerde çalıştım (çalışmak derken bir metnin ham ve işlenmiş versiyonlarını elle yazmaktan bahsediyorum, daktilo etme işini evde yaparım ve aslına bakarsan bir iş olarak saymam da bunu.) Sonra köpek sahibi oldum. Yalnız yaşıyorsan ve köpeklerin varsa hayat biraz garipleşiyor. Evcil hayvanlarının ebeveyni gibi hisseden tek nevrotiğin ben olmadığımı da biliyorum. Ama benim için biraz zor oldu bu durum, arkadaşlarım da epey dalga geçtiler. Önce onları birkaç saatten fazla yalnız bırakamaz oldum. Sanılacağı kadar hastalıklı bir durum değildi aslında çünkü köpeklerimin çoğunun sorunlu bir geçmişleri vardı. Önce onları evde yalnız bırakmayı istemez oldum sonra da evde çalışabilecek denli rahat etmek için daha çok köpek sahiplendim. Tüm bunlar ev dışında yazı yazamaz hale getirdi beni ki bu da benim açımdan fazla iyi bir şey değildi çünkü a)zaten agorafobik yatkınlıklarım vardır ve b)ev, kütüphaneye kıyasla çok daha dikkat dağıtıcı bir ortam. Sonuçta artık evde çalışır oldum ama biliyorum ki dışarıda çalışıyor olsaydım daha verimli olurdum.İşlerin boka sardığını hissedersem sabahları özellikle birkaç saatimi İş adını verdiğim bu şeye ayırıyorum. İyi iş çıkarırsam akşam saatlerine dek sarkıtıyorum. Gerçi iyi işliyorsam adına İş dememe gerek de kalmıyor, kendiliğinden öyle gelişiyor zaten, yapmak istediğim şey o oluyor. Aslında iş iyi işlerken olan şu ki tüm disiplinim ve rutinlerim askıya alınıyor çünkü onlara ihtiyaç duymuyorum. Ama işler yürümüyorsa kendime kurallar, rutinler, uğraşlar vs. yaratmak zorundayım.

Demek istediğim şey yazma biçimimin çoğu insanınkine kıyasla oldukça kaotik olduğu - ki sanırım sen de o insanlardan birisin.

10 Aralık 2009 Perşembe

Bu Su ve David Foster Wallace

"İntiharların özel bir dili vardır. Tıpkı marangozlar gibi, hangi aletlerin kullanılacağını bilir, ama asla sormazlar neden diye..." - Anne Sexton

David Foster Wallace, 2008 yılında kendini asarak intihar ettiğinde 46 yaşındaydı. Geride adeta matematiksel biçimde kurgulanmış ve kült mertebesine erişmiş büyük eserler bıraktı. İğrenç Adamlarla Kısa Mülakatlar isimli kitabını önümüzdeki yıl yayımlayacağımız Wallace, senenin son günlerinde kendi küçük ama çağrışımları derin bir kitapla, Bu Su'yla karşımızda.

Bu Su, küçük bir anekdotla başlıyor:

İki genç balık birlikte yüzüyorlarmış. Yanlarından geçen yaşlı balık başıyla onlara selam verip, “Günaydın çocuklar. Su nasıl?” diye sormuş. Biraz daha yüzdükten sonra genç balıklardan biri diğerine dönmüş ve sormadan duramamış:

“Su da neyin nesi?”

Wallace, Bu Su'da insanın hayatta vermesi gereken en önemli savaşın kendi zihnine karşı olduğunu belirtiyor. Zihin akvaryumunun balıkları olan bizlerin, hangi sularda yüzdüğümüzü unutmamamız adına... Bu Su.

(Çeviren: Hakan Toker)

5 Aralık 2009 Cumartesi

Hepimiz Bunny Munro'yuz!

The Believer'ın Eylül sayısında Nick Cave ile Bunny Munro'nun Ölümü henüz çıkmadan yapılmış bir röportaj gözümüze çarptı. Cave, burada kitabın adını Bir Seks Manyağının Ölümü koymayı düşündüğünden bahsediyor. (Kitaba bu adı vermemesi isabetli olmuş.) Cave ile Bunny Munro'nun Ölümü hakkında pek çok söyleşi yapıldı ancak Believer'ınki biraz daha eski tarihli olduğu için sanırım Cave'in romanından bahsetme biçimi biraz daha farklı. Believer "Hepimizin içinde bir Bunny Munro olduğunu düşünüyor musun?" diye soruyor Nick Cave'e. Yanıtı ve dahası aşağıda:

Nick Cave: "Benim içimde var. Bence herkesin içinde bir Bunny Munro var-evet, evet. Kitabı okuyan diğer erkekler de aynı şeyi söylediler. Özellikle de herhangi bir zamanda aklından akan düşüncelere dair. Bunny Munro karakteriyle bir canavar yaratmayı amaçladım ben ya da öykünün akışı içinde bir canavara dönüşsün istedim. Bizleri şoke etsin, ancak aynı zamanda da onu tanıyıp anlayabilelim istedim."

...

Believer: "Bunny Munro'nun film hakları ne oldu? Sinemaya uyarlanacak mı?"

Nick Cave: "Eğer maddi destek bulunursa Florida'ya göre uyarlayabilirim herhalde. Ama Avril Lavigne karakterini kimin canlandıracağını kesinlikle biliyorum."

Believer: "Kim canlandıracak?"

Nick Cave: "Avril Lavigne tabii ki."

2 Aralık 2009 Çarşamba

Müthiş Dâhi ve Dave Eggers

“Yazar bir biyografinin -aslında herhangi bir kitabın- başarısının anlatıcısının ne kadar cazip olduğuyla ilintili olduğunu hatırlatmayı borç bilir. Buna dikkatleri çekmek üzere yazar kendi ile ilgili aşağıdakileri önermektedir:

a) Aynı sizin gibi biridir.

b) Aynı sizin gibi, biraz sarhoş olunca hemen sızar.

c) Bazen prezervatif kullanmadan seks yapar.

d) Bazen sarhoş olduğunda prezervatifsiz seks yaparken sızar.

e) Anne babasına doğru düzgün bir cenaze töreni yapmamıştır.

f) Üniversiteyi bitirmemiştir.

g) Erkenden ölmeyi beklemektedir.”

Dave Eggers, Boston şehrinde doğdu ve Chicago yakınlarında Lake Forest’ta büyüdü. McSweeney’s yayınevi, dergi ve websitesinin kurucusu olan Eggers, kendi hayat hikâyesinden yola çıkarak yazdığı Müthiş Dâhiden Hazin Bir Eser ile Pulitzer’e aday oldu. Senelik Okumanız Gerekmeyenler antolojilerinin ardındaki isim olan Eggers, son olarak büyük ses getiren kitabı Zeitoun ve Spike Jonze’nin sinemaya uyarladığı Maurice Sendak klasiği Where The Wild Things Are’ın senaryosu ve senaryoya dayalı romanı ile büyük beğeni topladı. Wild Things (Vahşi Şeyler) isimli roman, önümüzdeki aylarda Hakan Toker çevirisiyle raflarda olacak. Yine Hakan Toker çevirisiyle 2010 yılında yayınlanacak olan What Is the What isimli kitabıyla 2009 yılı Prix Médicis Étranger ödülüne layık görülen Dave Eggers, Kuzey Kaliforniya’da yaşamakta; The Believer, Timothy McSweeney’s Quarterly Concern ve Wholphin dergilerini hazırlamakta ve The New Yorker, Ocean Navigator gibi mecralarda yazmaktadır.