6 Haziran 2017 Salı
Liste
Duyurularımızı takip ettiyseniz haberiniz olmuştur; geçen hafta Kadıköy Karga'da bir etkinlik gerçekleştirdik, Trainspotting esintili bir gece geçirdik... Ne yalan söyleyeyim, çok eğlendik. Seda Ersavcı ile ortaklaşa hazırladığımız liste kimi notlarla beraber aşağıda, yakın zamanda da Spotify'daki SireninSesi hesabımızda olacak - o zamana değin referansları kitapta, filmde ve dönemin kendisinde saklı notlarımızla idare ediverin.
1. Die Toten Hosen - The Passenger (Çünkü Iggy Pop.)
2. Mud - Hypnosis (Çünkü Irvine Welsh.)
3. Iggy Pop - China Girl (Haliyle.)
4. Echo & the Bunnymen - Lips like Sugar (Çünkü eğlence.)
5. Kraftwerk - The Model (Çünkü duygu.)
6. Suicide - Cheree (Çünkü Nazlım :))
7. Roxy Music (Çünkü oradan oraya savrulan ruh halleri.)
8. The Jolly Boys - Perfect Day (Çünkü her şeyin bir sonu var.)
9. High Contrast - Shotgun Mouthwash (Çünkü T2.)
10. Protomartyr - Cowards Starve (Çünkü açlık.)
11. Pulp - Razzmatazz (Çünkü adeta Z raporu.)
12. David Bowie - Changes (Çünkü değişim şart.)
13. Woodkid - Run Boy Run (Çünkü koşmak hala güzel.)
14. Iggy Pop - Pleasure (Çünkü haz.)
15. Suede - Heroine (Çünkü öyle.)
16. Superpitcher - More Heroin (Çünkü aynen öyle.)
17. The Chemical Brothers - Setting Sun (Çünkü doksanlar.)
18. Blondie - Atomic (Çünkü sarı.)
19. Pulp - Monday Morning (Çünkü yoksunluk.)
20. Rod Stewart - In a Broken Dream (Çünkü Skagboys.)
21. Dum Dum Girls - There is a Light That Never Goes Out (Çünkü Smiths, Spud ve kalp sızısı.)
22. Siouxsie & the Banshees - The Passenger (Çünkü tarih ve tekerrür.)
(Deniz Bankal'ın seti için buraya. Bu arada Seda Ersavcı'nın bu ayki 221B dergisinde Edgar Allan Poe ve Alan Parsons Project ile kesişen bir yazısı var; onu da kaçırmayın. Görsel için Ozan Akıncı'ya teşekkürler :-))
1 Haziran 2017 Perşembe
Odak
Spud: "Detoksa ihtiyacım var."
Renton: "Detoks mu? O da ne demek? Anlamı yok. Sorun onu vücudundan değil, zihninden atabilmek. Bağımlısın. Madem öyle, başka bir bağımlılık bul kendine."
Spud: "Koşu gibi mi?"
Renton: "Evet, ama başka bir şey de olabilir. Odaklanman şart. Yönetmen şart. İnsanlar her türlü şeyi deniyor. Bazıları boks yapıyor."
Spud: "Peki sen neye odaklandın?"
Renton: "Kaçmaya."
(Diyalog, Danny Boyle'un uzun yıllar sonra gelen T2 Trainspotting uyarlamasından; görselde kıymetli çevirmenimiz Seda Ersavcı'nın çizimiyle Spud - kendisi, blog yazarınızın en sevdiği kurmaca kahramanlarından biri... Doksanlara selam olsun bu vesileyle.)
31 Mayıs 2017 Çarşamba
Gece!
18 Ocak 2017 Çarşamba
Herkes Zamana Karşı
Doksanlara damgasını vurmuş bir kitap ve onun eşit ölçüde çarpıcı beyaz perde uyarlamasından yola çıkılacak, iki binlerin başında geçen ve Trainspotting öyküsünü devam ettiren Porno esas alınarak bir devam filmi yapılacak, fakat Porno'nun hikayesi günümüzde vuku bulacak... Nasıl kotaracaklarını merak etmemek mümkün mü? Bir özet geçmek gerekirse: Trainspotting dibe vurmanın kitabıysa Porno köşeyi dönmeye çalışmanın kitabıdır; biri seksenlerin sonunu/doksanların başını, diğeri iki binlerin başını konu alır; ikisinde de esas kahraman yerine pek çok karakter bulunur, fakat Porno'nun esas adamı Sick Boy'sa Trainspotting'inki Renton'dır; Trainspotting'de zehir eroin, Porno'da zehir kokaindir; Trainspotting'de ya debelenerek ölür ya da debelenerek sağ kalırsın, Porno'da ya sürünür ya da voliyi vurup zirveye çıkarsın; Trainspotting'de her şey çirkinken sadece kafalar güzeldir, Porno'da hem kafalar hem de hayallerdir güzel olan, gerisi pek önemli değildir - Ait oldukları dönemleri birebir yansıtan ve o dönemlerle anımsanan bu iki kitabın hamurundan ne çıkar bilinmez ama soundtrack'te yer alanlar duyuruldu bile, gerçi sonradan, soundtrack'in yanlışlıkla sızdırıldığı söylendi ama belli olmaz, mevzu PR ise tam olarak ne olduğu bilinemez.
Neyse, Porno'yu birkaç sene önce, yayıma hazırlamadan önce yeniden okurken -ilk çıktığı dönem, birimizden birinin evinde, üzerinde şişme kadın suratı yer alan kapağıyla uzun zaman masa üzerinde durduğunu anımsıyorum bu arada, öyle ki o dönemin anılarının hepsine sinmiş kitap, bir nevi arkaplan olmuş- hikayenin geri planında iki binlerin başı değil de, tam da içinde bulunduğumuz zamanların, yani sosyal medya, Facebook, YouTube evrenin bulunmasının yerinde olacağını düşünmüştüm; demek o zaman da yalnız değilmişim.
Fragmanı tekrar buraya bırakıyorum; 3 Mart'ta konuşalım.
7 Aralık 2016 Çarşamba
Gelecek
1 Mart 2016 Salı
Uyum
"Trainspotting'in sinema uyarlamasında Danny Boyle ile çalışmak gerçekten hoşuma gitti. Bu tür bir uyuşturucu filminin çok depresif olmaması gerekiyordu. Kahramanların kendilerine özgü enerjileri vardı - kurban değildi hiçbiri. Yoldan çıkmış, bir nebze de deli tipler olmaları gerekliydi, bir de kendilerine ait bir dünyada yaşamaları. Boyle, Shallow Grave'de bu gibi kahramanlar yaratmıştı ve Trainspotting ile aynısını yine başardı.
Çalışma tarzını gözlemlemek müthişti. Pek çok yönetmen monitörün arkasından görür işini ama Boyle ile bir sahne çektiğinizde onun nefesini ensenizde hissedersiniz. Sete taşıdığı coşku bulaşıcıdır. İnsanların en şahane performanslarını ortaya koymalarını sağlar ki ben, aktörlerle aynı saflarda yer aldığı için bunu başardığı kanısındayım. Onlara zaman da tanır ama. İşleri yürütmek ister elbette - ama aktörle aynı sayfada olduğunu hissetmeden harekete geçmez.
Trainspotting dışında en sevdiğim Boyle filmi bilim kurgu olan Sunshine (2007.) 28 Days Later ya da Slumdog Millionaire gibi büyük bir gişe başarısı yoktu ama çektiği en iyi film bu bence. Hayranlıkla izledim ve dehşete kapıldım. Bilim kurgunun en iyi örneklerinde rastlayacağınız üzere hayranlık uyandıran bir vizyon vardı işin içinde, epik bir filmdi.
Uç noktalarda olan şeyleri iyi idare eder Boyle. Uçlarda dolaşan insanlar ya tamamen kafayı yemiş tipler olur ya da tam tersine, kendileriyle barışık ve huzurlu, tıpkı Boyle gibi."
(Irvine Welsh, Telegraph'te Danny Boyle ile çalışmanın nasıl olduğunu anlatmış. Boyle, bugünlerde Trainspotting'in devamı niteliğindeki Porno'dan uyarlama bir film çekmekle meşgul... Doksanlarda geçen Porno'yu bugüne nasıl aktaracağını izleyip de göreceğiz. Görselde Bir Garip Renton, Yoksunluk İçinde; yer: Camcı Fevzi Sokak, Tophane.)
20 Mayıs 2015 Çarşamba
Seç
... Sana sundukları şeyleri reddetmen böyle algılanır. Bizi seç. Hayatı seç. Çamaşır makinesi seç, araba seç, bir kanapeye oturup ağzına berbat şeyler tıkıştırarak beyin uyuşturucu ve ruh çökertici aptal televizyon programları izlemeyi seç. Bir huzurevinde üzerine sıçıp işeyerek çürümeyi, bencil ve kafayı yemiş çocukların için bir utanç kaynağı olmayı seç.
Hayatı seç.
(Irvine Welsh, Trainspotting. Çeviri: Avi Pardo. Görselde "Bir burun seç. Bir isim seç. Büyük ayakkabılar, bol gelen bir pantolon, geniş bir payon koleksiyonundan bir papyon seç. Uzak yerlere yapılan beyin uyuşturucu ve ruh çökertici tren yolculuklarında yüzüne bir gülümseme oturtabilmek için mücadele etmeyi seç..." ChooseClown, Welsh'in kült romanı Trainspotting'e gönderme yaparak palyaçoların kirlenmiş onurlarını okşamayı vaat ediyor.)
10 Aralık 2013 Salı
Efsane
Efsane: Begbie'nin şahane bir mizah anlayışı vardır.
Gerçek: Begbie'nin mizah anlayışı tamamen başkalarının, genellikle arkadaşlarının bahtsızlıklarına, hezimetlerine ve zayıflıklarına yöneliktir.
Efsane: Begbie'nin kankaları onu sever.
Gerçek: Begbie'nin kankaları ondan korkar.
Efsane: Begbie kankalarına asla kelek yapmaz.
Gerçek: Kankaları genellikle bu önermenin sınanmasına olanak tanımayacak kadar sakıngandırlar. Sınama olanağı buldukları münferit durumlarda da, bunu çürütmeyi başarmışlardır.
(Trainspotting, Irvine Welsh. Çeviren: Avi Pardo. Begbie'ye dair efsaneler ve gerçekler, Renton'ın anlatımıyla. Welsh'in Trainspotting'i, İskoçya'da okur katılımıyla oluşturulan Son Elli Yılın Romanları listesinde bir numara oldu. Listede iki numarada Lanark, üç numarada Siyah ve Mavi var. Welsh, geçtiğimiz günlerde Trainspotting ve Porno'nun Begbie karakteri hakkında kaleme aldığı 'He Aint Lager' adlı öyküyü evsizler yararına çıkartılan ve evsizlerce satılan Big Issue dergisinde yayımlatarak büyük alkış topladı; Big Issue'nun satış rakamı henüz belli değil, ama rekora gideceği düşünülüyor. Welsh, "Evsizlik maalesef Batı dünyasında epey yaygın ve siyasi liderlerin önceliklere yönelik zaaflarıyla ilintili," diyerek ayarı vermiş... Herkesin bir Begbie'si yok mu hayatında; sever gibi yapıp döven, atsan atılmaz-satsan satılmaz kabilinden?)
3 Ocak 2013 Perşembe
Aşırı
18 Aralık 2012 Salı
İyimser
"1970'lerde büyümüş olduğum için gurur duyuyorum," diyor Welsh. "Anne babalarımızın yüzmeye gittiğimizde bize eşlik etmesi gerekmezdi o zaman. Sapıklar hakkında endişe duymaya gerek yoktu. Kendi başımızın çaresine nasıl bakacağımızı bilirdik biz. Şimdi öyle çok korku var ki. Korku ve kontrol. Kendi savunma mekanizmalarını kaybettiğin ölçüde kontrol altında tutulman gerekiyor."
Bu, sanırım, bizim post-demokrasi çehresinde yaşadığımız 21'inci yüzyıl hayatı. Eğer gelecek algısı iki haftadan ötesini kapsayacak denli kaçık olsaydı, Welsh karamsarlığa kapılırdı. Ama kaçık değil ve karamsarlığa kapılmıyor. Umut olmadığını, sürprizlerin beklenemeyeceğini söyleyecek denli küstah olmadığını belirtiyor. "Hâlâ iyimserim," diyor. "Hayatın sapkın yanı da bu işte, her şey aksine işaret ederken iyimser kalabilmek. Uzun süreli hüsranlara kapılacak kadar odaklanma yetisine sahip değilim."
15 Kasım 2012 Perşembe
Yazar!
Yazar olabilmek için Trainspotting'i yazmak zorundaydım, daha çok yapmış olmak için aslında. Uzun süredir kitaplarla, edebiyatla haşır neşir olmuştum ve diğer her şeyde çuvalladığım için yazmayı deneyeyim diyordum. Ama kendi yolculuğumu, kendi meselelerimi anlamam gerekiyordu. Kimdim ben? Söyleyecek neyim vardı? Herhangi bir 'tür'e hizmet edemezdim bir kere, pazarlama boyutu olacak şekilde yazmayı beceremezdim. Nefret ettiğim türde işler gibi olması çok canımı sıkardı yazı yazmanın. Hayır, kendimi ifade etmem gerekiyordu, formüllere başvuramazdım.
O zamana değin tuttuğum notlara, günlüklere baktığımda çok fazla malzemem olmadığı ortaya çıktı. Hayatım tanımlanacak olsa, en iyi ihtimalle vasat diye nitelenirdi, en kötü ihtimalle ise başarısız. Bu, uyuşturucularla ilintiliydi ve bunu başka yerlerde detaylarıyla anlattım. Ama tam da bu noktadan başlamaya karar verdim.
İç dünyam oldum olası çok zengindi. Mutlu bir çocukluk geçirmiştim, ama tutarsızdı biraz, ebeveynlerimden biri kronik olarak hastaydı ben büyürken. Bu yüzden kendi dünyama gömülmek, çevremde olup bitenle yüzleşmekten daha kolaydı her zaman. Okuldan gönderilen bir notta 'asla öne çıkmadığım,' 'fazlasıyla hayal âleminde yaşadığım' söylenmişti, hatırlıyorum. Bu her ne kadar öfke yüklü bir değerlendirme olsa da, ben içgüdüsel biçimde olumlu bir şey olduğunu hissetmiştim, epey cesaretlendirmişti beni hatta. Böyle çocuklar için kitaplar kutsaldır. Önüme bir kitap alıp oturmak bana hayal kurma fırsatı tanıdı ve yaratıcılık alanımı zenginleştirdi, tanımladı.
Bir zamanlar öğretmenlerimden biri beni bu konuda cesaretlendirmiş olmasına rağmen yazar olmayı aklımdan geçirmemiştim yine de. Onun yerine kendimi meslek lisesinde elektrik teknisyenliği eğitimi alırken, bir meslek öğrenmeye çabalarken buldum. Yazı yazmak işsiz güçsüz zenginlere özgüydü. İşçi sınıfı için kitap okumanın bir boş zaman değerlendirme aracı olduğu düşünülürdü - onların yazarlığın inceliklerine kafa yoracak vakitleri olamazdı. Bu, elbette ki, yıkıcı ve saçmaydı ama benim ilk edebiyat kahramanlarım tarafından da doğrulanmıştı, Evelyn Vaugh tarafından mesela.
(...)
Böylece oturup Trainspotting'i yazmaya başladım, kendi hayatımı, kendi yaşadığım çağı anlamlandırmak adına. Yazdığım sırada kitaptaki karakterlerden farklı koşullarda yaşıyordum. İyi bir işim vardı, evliydim ve madde kullanım sorunlarımı kontrol altına almış sayılırdım. (...)
Eski notlarıma ve günlüklerime bakarak ilk manüskriptimi hazırladım - 250.000 kelime kadar. Sonunu biraz kırptım, o zamanlar aceleye getirdiğimi hissettiğim (biraz ucuz bulduğum) bir son biçtim ve kitabı bitirdim. Asla yayımlanmaz sanıyordum, ama ilk gönderdiğim yer yayımlamaya talip oldu. Kaç dile çevrildi ya da dünya çapında ne kadar sattı bilemiyorum ama koca bir gölgesi olduğunu, hayatımın kalanında beni Trainspotting'in yazarı Irvine Welsh olmak zorunda bıraktığını söyleyebilirim, daha iyi kitaplar yazmış olmama rağmen. Daha iyi kitaplar yazmaya devam edeceğimi de umuyorum (...)
(Irvine Welsh, yazarlık serüvenini anlatıyor. Kaynak: The Guardian. Görsel: Renton rolünde Ewan McGregor, Danny Boyle'un efsanevi uyarlamasından - kitap filmi katlar, o ayrı. Bu arada bir duyuru: Welsh'in kült eseri Porno, bazı aksiliklerden dolayı ne yazık ki Tüyap'a yetişmiyor, ancak hemen sonrasında raflarda olacak. Sabır!)
27 Nisan 2012 Cuma
Öncesi
Geçtiğimiz aylarda Trainspotting'e yeni bir baskı yaptık; romanın devamı niteliğindeki Porno'yu da önümüzdeki aylarda okuma fırsatı bulacaksınız. Biz bunlarla uğraşırken Irvine Welsh, bu defa Trainspotting'in öncesini hayal etmiş ve Skagboys'u yazmış - tanıtım filmi yukarıda. Welsh'in eski romanından yola çıkarak yazdığı yeni roman Skagboys, aynı zamanda 80'lerde Britanya'ya bir bakış niteliğini taşıyor. Yani neymiş, kurguda doğrusallığı reddetme eğilimi sadece Tarantino'nun tekelinde değilmiş.
Hafta sonunuz şen olsun.
22 Mart 2012 Perşembe
Yok
Kahrolası göğsümün ortasında sıkılmış bir yumruk gibi duran KARA DELİĞİ dolduracak başka bi bok bulamadım bugüne dek, çünkü yok.
(Trainspotting, Irvine Welsh. Çeviren: Avi Pardo. Dün playlist'in bağlantısını vermiştik; Trainspotting kitabından çok filmiyle biliniyor ülkemizde, filmin müzikleri de film kadar ilgi çekmişti doksanlarda; film müzikleri, elektroniği hikayenin için fazlaca sokmuştu -90'lar, haliyle- ama bizim liste kitapla biraz daha bağlantılı, Smiths, Iggy Pop, David Bowie, Frank Zappa zaten kitapta geçen isimler, gerisi de liste editörünün takdiri... Şimdilik şöyle diyerek kapatalım bu bahsi, Trainspotting'in devamı gelecek. Yakında, çok yakında...)21 Mart 2012 Çarşamba
Görüş
Yeni baskı haberlerimizi buradan duyurma gibi bir huyumuz yok; ancak bugün istisna niteliğinde bir duyuru geçmek isterim; Irvine Welsh'in Trainspotting'i, yeni bir kapak ve yeniden gözden geçirilmiş yeni bir edisyonla, şimdi raflarda. Çeviri Avi Pardo'ya, kapak tasarımı her zamanki gibi Nazlım Dumlu'ya ait. Burada Trainspotting için hazırladığımız alternatif playlist var, sizleri buraya da bekleriz. Aşağıda Michel Gondry'nin yönettiği Like a Rolling Stone; canki görüşüne elveda derken yazıyı onunla kapatalım.
31 Mayıs 2011 Salı
Boşluk
Her şey dönüp dolaşıp toplumdan yabancılaşmama geliyor. Tom toplumun belirgin bir biçimde iyileştirilemeyeceği, ya da benim ona uyum sağlayacak biçimde değişemeyeceğim görüşüme katılmıyor. Bu durum beni depresyona sürükleyip bütün öfkemi kendime yöneltmeme neden oluyordu. Depresyon buymuş zaten, dediklerine göre. Fakat depresyon aynı zamanda motivasyon eksikliğine de neden oluyordu. İçinde giderek büyüyen bir boşluk oluşuyordu. Eroin o boşluğu dolduruyor ve bana aynı zamanda kendimi mahvetme ihtiyacımı giderme olanağı sağlıyordu.
Burda Tom’la aynı fikirdeyim aslında. Fakat onun durumu bütün umutsuzluğuyla görmeyi reddetmesine gelince, işte orda ayrılıyoruz. O benim kendime yeterince saygım olmadığını ve suçu topluma yıkarak bununla yüzleşmeyi reddettiğimi düşünüyor. Toplumun bana sunduğu ödülleri ve övgüleri (ve başarısızlık durumunda ayıplanmayı) hiçe saymamın aslında bu değerlerin kendilerini reddetmek anlamına gelmediği, kendimi onları kabul edecek kadar iyi (ya da kötü) hissetmediğim anlamına geldiği kanısında.
16 Mart 2011 Çarşamba
Hayatı seç!
Birden soğuk; çok soğuk. Mum tamamen eridi nerdeyse. Odadaki tek ışık televizyonun ışığı. Siyah beyaz bir şeyler oynuyor… ama televizyon siyah beyaz olduğu için siyah beyaz bir şeyin oynaması kaçınılmaz… renkli bir televizyonla, farklı olurdu… belki.
Donuyorum, ama hareket etmek insanı daha da üşütür; ne yaparsan yap ısınamayacağını idrak edersin çünkü. Hareketsiz kalırsam en azından kendime şöyle bir kımıldayarak ya da sobayı yakarak ısınma gücüm olduğunu söyleyebilirim. Bu numara tamamen hareketsiz kalmakla ilgili. Amına koduğumun sobasını yakmak için yerinden kalkmaktan daha kolay.
Birden başka biri var odada benimle. Spud, galiba. Karanlıkta anlamak güç.
Hiç konuşmuyor.
“Spud… Spud…”
Bir şey demiyor.
“Gerçekten çok soğuk moruk.”
Spud, eğer gerçekten oysa, yine bir şey demiyor. Ölmüş olabilir, ama ölmemiştir muhtemelen, çünkü gözleri açık galiba. Ama o da hiçbir şey ifade etmez.
(Uyarlamalardan bu kadar bahsedip Danny Boyle'un Trainspotting'ini es geçmek olmaz. Danny Boyle, Welsh'in romanının devamı Porno'yu da beyazperdeye uyarlamak için beklemede. Ewan McGregor, Renton rolü için istekli değilmiş. Yukarıdaki pasaj elbette Trainspotting'den; çeviren: Avi Pardo.)
20 Aralık 2010 Pazartesi
Obje
Kimi romanlar sürpriz unsuruyla okuru sarsmaya muktedir; bir süredir Joshua Ferris'in Bilinmeyen'ine dair yazılar yazıyoruz blogda, bu da onlardan biri olacak gibi. Edebiyat ve müzik kesişti mi sarsıcı birliktelikler ortaya çıkabiliyor; hatırlarsanız burada daha önce Trainspotting ve Morrissey -daha doğrusu The Smiths ve There Is A Light That Never Goes Out- konulu bir yazı da yazmış ve Trainspotting anlatısı içinde The Smiths'in bu en duygusal şarkılarından birinin nasıl da cuk oturduğunu belirtmiştik. Bilinmeyen'de de Ramones ve Beatles gibi kimi gruplardan bahis söz konusu ancak anlatıya katkısı olan bir David Bowie şarkısının altını çizmeden geçmemeli: The Rise and Fall of Ziggy Stardust albümünden Five Years. Haber spikeri ağlayarak söyledi bizlere... Dünyanın gerçekten ölmekte olduğunu...
Bilinmeyen, farklı okumalara açık bir metin; Ziggy Stardust ve Five Years eşliğinde okunduğunda distopik bir yanı olduğu da söylenebilir. Beynim bir depo gibi, acılar içinde; boş yer kalmıyor, içine bu kadar çok şey ve insan istiflemem gerektiğinde gibisinden sözlerle devam ediyor Five Years ve beş yıllık ömrü kalmış bir dünyanın insanlarının ağıtlarını yakıyor. Bilinmeyen ile olan ilişkisini irdelemek okura kalsın; yalnız Bowie'nin bugünlerde Object adlı bir kitap hazırladığını ve kitabın görsel olarak özgün, Bowie'nin yaratıcı süreçlerini açma iddiasında olduğunu söyleyelim. Kitap, önceki yıllara kıyasla sönük geçen Frankfurt Kitap Fuarı'nda öne çıkan projeler arasındaydı ancak içeriği tam olarak açıklanmış değil.
Yazıyı kapatırken Underground Poetix dergisinin halen temin edebileceğiniz son sayısında birbirinden ilgi çekici Kathy Acker, Truman Capote, Henry Miller ve Jack Kerouac yazıları olduğunu söyleyelim ve burada rastladığımız, Irvine Welsh'in Suicide Girls söyleşisinden bir fragmanla bitirelim. Welsh'e gittiği konserler ve dostluk ettiği rock starlarla özellikle de David Bowie ile ilgili bir soru soruluyor; Welsh de Bowie'yi defalarca ektiğini, yanında 13 yaşında bir kız çocuğu gibi davranmaktan çekindiği için onunla karşılaşmaktan imtina ettiğini belirtiyor.
Alttaki resimde, henüz çıkmamış Bowie kitabı Object'den Kirlian tekniğiyle Bowie tarafından çekilmiş bir fotoğraf ve yine Bowie'nin notlarını görüyorsunuz.
Müziğin insanlar üzerindeki etkisinin kestirilemez olduğunu söylemiş miydik daha önce?
Güzel bir hafta geçirmeniz dileklerimizle...
3 Kasım 2010 Çarşamba
Kolay hayat
Tüyap Kitap Fuarı devam ediyor. Salon 2, 207 A'dayız, herkesi bekliyoruz!
“Mark! Mark! Kapıyı aç! Orda olduğunu biliyorum oğlum! Orda olduğunu biliyorum!”
Annem. Epey oldu annemi görmeyeli. Kapıdan birkaç adım uzaktayım, bu kapının arkasında dar bir koridor, koridorun sonunda da bir başka kapı var. O kapının arkasında da annem.
“Mark! Lütfen oğlum, lütfen! Aç kapıyı annene! Aç kapıyı!”
Annem ağlıyor galiba. “Ka-ha-pı-yı” dedi sanki, hıçkırarak. Seviyorum annemi, çok seviyorum; ama tanımlayamayacağım, ona bunu söylememi zor, hatta nerdeyse imkânsız kılan bir biçimde. Ama yine de çok seviyorum onu. O kadar çok seviyorum ki benim gibi bir oğlu olmasın istiyorum. Benim yerime başka bir oğul bulabilsem ona keşke. Böyle bir dileğim var, çünkü değişimin benim için bir seçenek olduğunu sanmıyorum.
Kapıya gidemem. Mümkün değil. Onun yerine bir iğne daha çakmaya karar veriyorum. Acı merkezlerim zamanın geldiğini söylüyor.
Ne kadar çabuk.
Tanrım, hayat kolaylaşmıyor.
(Trainspotting, Irvine Welsh. Çeviren: Avi Pardo.)2 Temmuz 2010 Cuma
Mevsimsiz okumak
Yaz kitabı diye bir konsept var günümüzde, biliyorsunuz. Düzenli kitap okuyamayanların bu mevsimde tatil yapacağından ve dolayısıyla böylelikle okumaya vakit bulacağından yola çıkarak türemiş ancak zamanla tatilde okunacak sabun köpüğü kitapları kapsar hale gelmiş bir önerme bu. Haliyle kitapların mevsimleri olmaz, okumak da sadece tatilde güneşlenirken yüz gölgelemek için yapılan bir eylem değil. Her okurun belli dönemlerle ilintilendirdiği, belli çağrışımlar dahilinde okuma tecrübesini çoğalttığı kitaplar vardır. Subjektif elbette…
30 Haziran 2010 Çarşamba
Göreceli yoksunluk
Yoksunluk görecelidir. Her saniye açlıktan çocuklar ölüyor, sinek misali. Bunun başka bir yerde gerçekleşiyor olması temel doğruyu çürütmez. Ben bu hapları ezip, ısıtıp, damarıma basıncaya kadar başka bir ülkede, birkaçı da bu ülkede binlerce çocuk ölmüş olacak. Ben bunları yapıncaya kadar binlerce zengin orospu çocuğu, yatırımları meyve verdikçe, servetlerine binlerce dolar katmış olacak.
Hapları ezmek: Aptallığın daniskası. Aslında onları yutup işi mideye bırakmalıyım. Beyin ve damarlar malı doğrudan taşıyamayacak kadar hassas.