biz hep şatoda yaşadık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
biz hep şatoda yaşadık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Mayıs 2020 Çarşamba

Çay


"Merricat, dedi Connie, bir fincan çay ister misin?
Eksik olsun, dedi Merricat, beni zehirlemek niyetindesin."

(Shirley Jackson, Biz Hep Şatoda Yaşadık. Çeviren: Berrak Göçer.)

11 Mayıs 2020 Pazartesi

Shirley


Shirley Jackson'ın hayat öyküsünden yola çıkan Shirley, Haziran ayında izleyiciyle buluşacak... Şimdilik, pandemi şartlarında olduğumuz için bu buluşmanın nerede gerçekleşeceğinden emin değiliz ama filmin tanıtımı, 5 Haziran'da diye duyuruyor olayı. Sundance'te gösterilen ve yönetmen Josephine Decker'a Jüri Özel Ödülü (Auteur) getiren filmin başrolünde, Shirley Jackson karakterini canlandıran Elizabeth Moss yer alıyor. Piyango ve Diğer Öyküler, Berrak Göçer'in çevirisiyle Mart ayında yayımlandı; ıskalamayın!


2 Temmuz 2019 Salı

Şato!


Günün birinde bütün kitaplar sinemaya uyarlanacak mı bilmiyoruz ama Shirley Jackson romanı Biz Hep Şatoda Yaşadık yeni uyarlamasıyla perdede... Bizim duruşumuz, çok sıra dışı bir olay olmadığı sürece belli: Kitap filmden daha iyi 👊

2 Kasım 2018 Cuma

Tekinsiz

"Tekinsiz ev diye bir şey yoktur; insanlardır tekinsiz olan. En dehşetli hayaller zaten insan zihninin içinde yuvalanmıştır; bunlar, dışarı çıkmak ve o buz gibi pençelerini size geçirmek için bilinçaltı mahzeninin kapılarının açılmasını, böylelikle dışarıya sızmayı bekler. Bu hikayede ev, kahramanların zihinleriyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor; şevkle, gaddarlığının tadını çıkararak. İnsanın kendi duyuları, kendi zihni tarafından aldatılmasından daha beter bir şey var mı ki?"

(Joe Hill, babası Stephen King'i de epey etkilemiş olan Shirley Jackson'ın Tepedeki Ev'inden bahsediyor. Roman, bugünlerde Netflix uyarlamasıyla yeniden gündemde biliyorsunuz; Jackson'ın romanı diziden epey farklı, biz bu ikisini, yani Flanagan'ın Netflix uyarlaması ile romanı kıyaslayan bir yazı da yayımlayacağız burada yakında... Shirley Jackson'ın bu aralar yeniden gündeme gelmiş olduğunu fark etmeyen kaldıysa ekleyelim; Biz Hep Şatoda Yaşadık'ın yeni beyazperde uyarlaması hazırlanadursun, Shirley Jackson'ın yaşamı da, başrolünde Emmy ödüllü Elizabeth Moss'un yer aldığı Shirley adlı filmle sinemaya uyarlanıyor - bu müthiş yazarı keşfetmediyseniz henüz, bizden söylemesi...)




26 Haziran 2018 Salı

Muazzam



Kütüphane kitaplarını özene bezene seçerdim. Evimizde de kitaplar vardı elbette, babamın çalışma odasında iki duvar kitapla kaplıydı ama ben peri masallarından ve tarih kitaplarından hoşlanıyordum, Constance ise yemek kitaplarını seviyordu. Julian Amca eline hiç kitap almasa da akşamları, kendisi kâğıtlarıyla uğraşırken Constance'ın okuduğunu görmekten hoşlanırdı ve ara sıra uzanıp ona bakarak memnun memnun başını sallardı. 

"Ne okuyorsun tatlım? Hanımefendilerin eline kitap ne de çok yakışıyor."

"Yemek Pişirme Sanatı diye bir şey okuyorum Julian Amca."

"Muazzam."

(Shirley Jackson, Biz Hep Şatoda Yaşadık. Çeviren: Berrak Göçer. Çağdaş gotik edebiyatın klasiklerinden Biz Hep Şatoda Yaşadık, iki kız kardeşin romanı ya da güvenilmez bir anlatıcının... İçeriyle dışarının, ana rahmi gibi de görülebilecek bir yuvanın ve tılsımlarla kabusların, alametlerle felaketlerin romanı... Shirley Jackson, kendilerini eve kapatan bu iki kız kardeşin romanını yazdığında agorafobiyle boğuşuyor, kimi zaman aylarca evinden çıkmıyordu. Görsel Jackson ile doğrudan alakalı değil, Nan Goldin'e ait.)

2 Nisan 2018 Pazartesi

Önseme

İnsan, bazen aradığı şey gözünün önünde bile olsa görmüyor, sevgili blog okuru, nice değerli dakikasını, somut veya soyut, gereksindiği şey tam karşısındayken boş yere arayarak harcıyor. Bu, fikirler için de geçerli, "Hadi canım," "Yok yahu, öyle değildir herhalde," ile geçip giden ömürler söz konusu; oysa hayat şaşırtmacalar düzenlemeyi pek seviyor. Geçenlerde sinemada, hakkında hiçbir şey bilmeden girip izlediğim Paul Thomas Anderson filmi Phantom Thread esnasında böyle bir şey yaşadım - çok beğendiğim ama herkese göre olmadığını düşündüğüm bu film, cebinden bir referans çıkararak bana hoş bir ters köşe sundu ki emeği geçenlere teşekkür etmeyi borç bilirim. Hiç beklemediğim bir Shirley Jackson referansı, film sırasında adeta üzerime atladı ve önce tesadüftür dedim ama sonra, ikinci ve belirleyici bir unsur ile karşılaşınca emin oldum: Paul Thomas Anderson, Shirley Jackson'ın tekinsiz hayalet hikayelerinden esinlenmekle kalmamış, Biz Hep Şatoda Yaşadık'ın başkahramanına da selam çakmıştı - Daniel Day Lewis'in canlandırdığı Reynolds Woodcock karakterinin, onu ve ablasını yetiştiren dadıdan bahsederken, "Dadımız, şeytani Ms. Blackwood'du, biz ona Kara Veba (Black Plague) derdik" demesi ve filmin devamında mantarların oynadığı rol düşünülürse, bunlara önseme gözüyle dahi bakabiliriz sanıyorum. (Filmi izlemeyenler ve kitabı okumayanlar hiçbir şey anlamamış olmalı, ama ne yapalım, açık edecek değilim, illa ki dolaylı olacak bu aktarım. Bir de klişe ekleyeyim günahlarıma bu noktada, filmde her diyaloğun hayati bir işlevi vardı.) Bu incelikli film, ikili ilişkilerde iktidar dinamiklerini ele alıyor, bu aralar popüler olan terimle toksik erkekliğe dair bir örnek sunduğu ve bu miti yerle bir ettiği de sıkça söyleniyor, gerçi hikayeyi açık etmeden pek bir şey diyemiyorum, eh, bu da kriptik bir yazı olsun madem. Filmin bitiminde bir süre salonda oturup düşündüm ve akabinde, sorularıma bir yanıt bulmak için yönetmenin Reddit soru-cevap seansını tararken en sevdiği yazarları listeleyen yanıtıyla karşılaştım: "John O'Hara, John Steinbeck, George Orwell, Shirley Jackson, Caroline Blackwood."

Bu dolambaçlı yazıyı kapatırken, PTA'nın andığı beş yazardan üçünün (Shirley Jackson, George Orwell ve John Steinbeck) Berrak Göçer çevirileri ile yayımlandığını ekleyeyim - eh, bu da, Paul Thomas Anderson ile Göçer'i buluşturan ve burada altı çizilmiş bir ayrıntı olsun.
 
Toksik erkeklik ve zehirli mantarlar konusunu bir başka yazıda ele alacağım.

(Görselde Yayoi Kusama'nın büyülü gözlerinden bir mantar yorumu yer alıyor. Ufak bir not: yukarıdaki George Orwell'e dikkat, hem adında hem de soyadında bir bağlantı kapısı barındırıyor.)


31 Ekim 2017 Salı

Mutlu


Eleanor Vance, Tepedeki Ev'e geldiğinde otuz iki yaşındaydı. Annesi öldüğünden beri dünyada gerçekten nefret ettiği tek kişi ablasıydı. Eniştesinden ve beş yaşındaki yeğeninden de hoşlanmıyordu ve hiç arkadaşı yoktu. Bunun en büyük sebebi yatalak annesine on bir sene bakmış olmasıydı, bu sayede az çok hemşirelik öğrenmiş ve yoğun gün ışığına gözlerini kırpıştırmaksızın bakamaz olmuştu. 

Bir yetişkin olarak hayatında gerçekten mutlu olduğu tek bir an bile hatırlamıyordu. (...)

(Shirley Jackson, Tepedeki Ev. Çeviren: Dost Körpe. Cadılar Bayramı şerefine, yirminci yüzyılda yazılmış en iyi perili ev öyküsü olarak bilinen -editörünün pek sevdiği- Tepedeki Ev'i ve bizzat cadılık pratikleri ile uğraşmış yazarı Shirley Jackson'ı analım dedik... Tepedeki Ev'in doksanlardan kalma sinema uyarlamasının (Owen Wilson'dan Catherine Zeta Jones'a, Lili Taylor'a varana değin doksanlar yıldız kadrosuyla) tanıtımı için buraya, Biz Hep Şatoda Yaşadık'ın yakında gösterime girmesi beklenen beyazperde uyarlamasından fotoğraflar içinse buraya buyrun - Biz Hep Şatoda Yaşadık'ın Spotify çalma listesini de, korku değil ama tekinsiz bir şeyler arayanlara öneririz. Son olarak: Kitaplar, bize göre her zaman, ama her zaman peşleri sıra gelen beyazperde uyarlamalarından iyidir, hele söz konusu Shirley Jackson gibi incelikleriyle insanı germeyi mükemmelen beceren bir yazar olduğunda daha iyidir, gerçi seçim size kalmış tabii... Bir hayatta kalma refleksi olarak korku, insana her türlü iyi gelir, bizden söylemesi - sizi korkutanın gerçekten ne olduğunu bulmak ise sadece, ama sadece sizin altından kalkabileceğiniz bir şeydir.)

13 Eylül 2017 Çarşamba

Fırtına



Jonas bile gergindi -annemizin deyimiyle fırtına gibi esiyordu- ve sessizce uyuyamıyordu; Jonas, değişim rüzgârlarının estiği o günler boyunca huzursuzdu. Derin bir uykudan irkilerek uyanır, bir şey duymuşçasına kafasını kaldırır, sonra ayaklanıp şiddetli bir dalga misali merdivenden yukarı, yatakların üzerinden, kapılardan içeri dışarı, sonra merdivenden aşağı, antreden, yemek salonundaki bir sandalyenin üzerinden, masanın etrafından, mutfağın içinden koşarak geçip bahçeye çıkar, orada durulur, aheste aheste yürür, sonra patisini yalayıp kulağını kaşımak için durup şöyle bir güne bakardı. Geceleyin koştuğunu duyabiliyor, biz yatarken ayak ucumuzdan geçtiğini, fırtına gibi estiğini hissedebiliyorduk.

Tüm alametler değişime işaret ediyordu. Cumartesi sabahı uyandığımda bana seslendiklerini sandım; uyku sersemliğini üstümden atıp öldüklerini hatırlayana kadar, kalkmamı istiyorlar, diye düşündüm; Constance beni uyandırmak için asla seslenmezdi. O sabah giyinip aşağı indiğimde kahvaltımı hazırlamak için bekliyordu ve ona, “Bu sabah bana seslendiklerini sandım,” dedim. “Hadi bir an önce kahvaltını et,” dedi. “Yine çok güzel bir gün.”


Kasabaya inmem gerekmeyen güzel sabahlarda, kahvaltıdan sonra yapmam gereken işler vardı. Çarşamba sabahları mutlaka çit boyunca yürürdüm. Tellerin kopmadığını, dış kapıların kilidinin bozulmadığını düzenli olarak kontrol etmem şarttı. Bunları kendim tamir edebiliyor, teli koptuğu yerden kıvırıp tekrar birleştiriyor, gevşek parçaları sıkıştırıyordum; her çarşamba sabahı bir hafta daha güvende olacağımızı bilmek büyük mutluluktu.


(Jackson, Shirley. Biz Hep Şatoda Yaşadık. Çeviren: Berrak Göçer.)

12 Eylül 2017 Salı

Güven




Mantar sever misiniz? Karanlık ve ıslak ortamları tercih eden, yüz binden fazla türü olan bu “ilkel” oluşumlar, kimi zaman şirin görünümleriyle bize cazip gelir: Çıkarılacak ders bellidir; görünüşe aldanmamak, her duyduğumuza inanmamak gerekir.

Shirley Jackson’ın Biz Hep Şatoda Yaşadık romanı, her gördüğümüze ve her duyduğumuza inanmamamızı öğütlercesine yazılmıştır ve karşımıza, küçük bir kız görünümde güvenilmez bir anlatıcı çıkarır… Ama o bile, şüphe duymamızı gerektirir, zira anlatıcımız, küçük bir kız tınısına sahip olsa da aslında on sekiz yaşındadır, hiç değilse romanın başlangıcında bize öyle demiştir ve nedense, köygöçüren mantarını sevdiğini eklemiştir.

Hayaller gerçeklere, zehirler zevklere usulca karışır; yaşamın akışı böyledir. Küçük bir kız -öyle midir?- bizi yanıltıyor, şirin bir kasabanın ahalisi -öyle midir?- sonumuzu hazırlıyor olabilir. Neyin ne olduğunu tam olarak bilmek için biraz sağduyu, biraz da altıncı his gerekir… Gelgelelim beyin ve bağırsaklar, her zaman güvenilir çıkarımlara varmamızı sağlamayabilir. Öyle midir diye sorup dursak dahi, nasıl olduğunu bilemediğimiz vakidir.

Güven denen şey aydınlıkta büyüyenler, hayatın dehşetleriyle sınanmayanlar içindir. Diğer herkes için kargaşanın kuralları geçerlidir... Ormanların karanlıklarında neler büyür? En dehşetli korkular açık havada değil, zihnin koridorlarında yürür.

Shirley Jackson’dan Biz Hep Şatoda Yaşadık, zihnin inşa ettiği yapıların tamamını sarsacak nitelikte bir roman. O sarsıntılar ki, anlatımların ve anlatıcıların söylemlerine bütünüyle kuşkuyla yaklaşmanızı sağlayacak, dünyanın karnındaki tekinsiz fay hatlarını size duyumsatacak. Dünya türlü çorap öredursun, burada iki kız kardeş kendi şişlerini kendi oynatacak, kendi kumaşlarını dokuyacak.

Mantar sever misiniz? Çayın yanında ne arzu edersiniz? 

(Görsel: Ernst Haeckl.)
-->

22 Haziran 2017 Perşembe

Yaban!


Kimi kitapları anlatmak, gördüğünüz bir rüyayı anlatmaya benzer ve ustalık gerektirir. Yankı Enki, bu haftaki Cumhuriyet Kitap'ta Shirley Jackson'ın rüya alemine uzanmış ve yazarın iki romanı Tepedeki Ev ile Biz Hep Şatoda Yaşadık'ı ele alarak Jackson'ın temellerini yasladığı yuva kavramına bakmış. Enki, şöyle bitiriyor 'Çöken Evler, Hayalet Aileler' başlıklı bu geniş ve ustalıkla kaleme alınmış yazıyı: "Shirley Jackson'ın her iki romanında da aile, bir harabedir."

Eğer hala tanışmadıysanız, Shirley Jackson'ın rüyasına Biz Hep Şatoda Yaşadık ile başlayarak uzanabilirsiniz.

Temennimiz: Enkazlardan fışkıran yabani otları seviniz.

(Görsel Spencer Byles'a ait; Bored Panda'dan alıntı.)