30 Mayıs 2013 Perşembe

Kes yapıştır




Bugünkü blog yazısında Henry Miller ve Lawrence Durrell dostluğundan bahsedecek ve ikilinin insanı gülümsetecek denli şen bir fotoğrafını paylaşacaktım sevgili blog okuru, en azından niyetim buydu. Sabahleyin buldozerlerin preslediği ağaçlar, yakılan çadırlar, yıkılan Gezi parkı vasıtasıyla kabus gibi bir güne (yine) uyandığımdan planladığım yazıyla değil de, ağaç kesip AVM dikerek, tarihi eserlerin kâr getirmediğinde karar kılıp yerlerine yeni ve çirkin rant kapıları açarak 'zenginleşeceklerini' sananların arasında bir temiz soluğa muhtaç kalan herkese kişisel arşivimden bir fotoğrafla merhaba demek istiyorum. 

Fotoğrafta Berlin'den bir duvar manzarası - kes yapıştır. 


29 Mayıs 2013 Çarşamba

Gri


Henry Miller, Clichy'de Sessiz Günler'e Paris'in renklerinden bahsederek başlıyor ve New York'un tekdüzeliğinden dem vururken Paris'te hayatın grilerden ibaret olduğunu, öyle ki grinin burada etkisini yitirdiğini belirtiyor. Grinin tonları bugün, kısa vadeli hafızamızda farklı çağrışımlar barındırıyor, ancak Miller'ın bahsettiği, belki de tüm yazınına damgasını vuran hassasiyetin ta kendisinden, hayatın gözü zaman zaman kör eden ışığında gölge oyunlarının cazibesinden ibaret.

Çöp tenekesinde bulunanlarla bastırılan midelerin, karanlık bir sokağın sonunda ne olduğunu bilmeden atılan adımların, daktilo başında yaşanan anlık aydınlanmaların, yalnızlığın kudretinin ve sefaletinin, çürüyen ve çürüyüşüne şahit olunan dünyanın tüm haz ve hüzünlerine kucak açarak yola devam etmenin, kişinin salt varoluşuyla her şeye meydan okumasının öykülerini anlatırken, grinin tüm tonlarına kucak acıyor Henry Miller. 

Gölgelerde gizlenenlerden ürkmeyenler için, benzersiz bir dünya var Clichy'de Sessiz Günler'de. 

Parlak ışıklara çekilenler gri bölgeleri farklı yorumlayan diğer eserlere göz atabilir.



28 Mayıs 2013 Salı

Amaç


"Yaşamın amacı yaşamaktır ve yaşamak farkındalık demektir; keyifle, sarhoşluk ve huzur içinde, ilahi biçimde farkındalık." - Henry Miller.

(Görselde sürrealist sanatçı Leonor Fini, otuzlu yılların Paris'inde Henri Cartier-Bresson'un objektifine poz veriyor. Clichy'de Sessiz Günler, haftaya raflarda.)

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Liste


Kimi kitaplar vardır, türlü nesnel gerekçe ile birbirine akrabadır. Çağrışımlara, kitaplardan kitaplara açılan geçitlere ve kendi oluşturduğu ipsiz sapsız listelere fazlasıyla düşkün olan blog yazarınız olarak, Ginsberg'ün öğrencilerine okuttuğu kitaplar listesine her Internet tarayıcısında işaretli olması gereken güzide Open Culture'ın sayfalarında rastladığımda epey heyecanlandım. Evet, görselde yer alan, Ginsberg'in Naropa Enstitüsü'nde verdiği 'Beat Edebiyat Tarihi' dersinde öğrencilerine dağıttığı 'ilahi okuma listesi'nden bir yaprakla başlıyoruz haftaya... Detaylı listeyi buradan inceleyebilirsiniz. Corso, Snyder, Ferlinghetti gibilerinin burada bulunması doğal, hatta Rimbaud, Artaud, Jean Genet, Celine ya da Thoreau ve Whitman'a rastlamak da şaşırtıcı sayılmaz ama örneğin Dostoyevski'den Budala'nın, Kafka'dan Dönüşüm'ün ya da Melville'den Moby Dick'in burada yer alması fazlasıyla ilgi çekici. (Gerçi bu metinler, hemen her türlü başlığı taşıyan bir okuma listesine sızabilecek denli zamansız yapıtlar, liste bahane.) Naropa Enstitüsü, Rinpoche'nin Budist geleneğini devam ettiren ve 'kısmen manastır, kısmen üniversite, kısmen toplantı merkezi, kısmen de simya laboratuvarı' görevi gören bir merkez olarak tanımlanıyor. Ginsberg, dönemin başlangıcında bu listeyi öğrencilerine dağıtır, öğrencilerin hiç değilse bu kitaplardan bazılarına bir göz atmalarını ister ve listede yer alan eserlerin Beat'lerin üslubunu şekillendirmiş olduğunu belirtirmiş.

Beat'lerden Rusya'ya, Prag'a, Shakespeare'e, Gregor Samsa'ya açılan derin bir geçit - yeni hafta hoş sürprizlere gebe anlaşılan.

En yakınınızda duran kitaba uzanın ve simya çalışmalarını başlatın derim.

24 Mayıs 2013 Cuma

N-n-n



Kendi hayatlarını ve rüyalarını okuyamayanlar, başkaları söz konusu olunca pek cevvaldirler.*

Haftanın sonu, günlerden Ülker Fırtınası.

Meltem Gürle Bir Gün'ün pazar eki için yazmış: Omelas'ı Terk Edenler. Üzerine Ayhan Geçgin'in Yeni Türden Bir Sfenks: Odradek'i pek güzel gidiyor.

Ot Dergi'den dev hizmet: İstanbul için Bisiklet Haritası. 

Bu hafta Emek Sineması yıkıldı, biliyorsunuz. Yerine on (evet, on!) katlı bir bina, 12 salonlu bir sinema kompleksi ve Madame Tussauds Balmumu Müzesi gelecekmiş. Madame Tussauds'nun balmumundan insan replikalarıyla "evrensel koruma yöntemlerinden 'moving'"in ironisine değinmek dahi istemiyorum. Tüketimin tavan yaptığı, satın almanın ve satın almacıların hukuka üstün geldiği bir kültürel ortamda manzaralar pek iç açıcı değil. Emek ile ilgileniyorsanız buraya.

Radikal'in haberi: Van'da yapılan kitap okuma yarışmasında birinciye inek, ikinciye koç, üçüncüye keçi. Sözün bittiği yerdeyim sevgili okur.

Alıntı Sibel K. Türker'in Karanlık Rüyalar adlı öyküsünden; Can basımı Öykü Sersemi'nde yer alıyor.

İyi tatiller.





23 Mayıs 2013 Perşembe

Fırsat



Hayat bize sürekli yeni fırsatlar, yeni kaynaklar sunar, hareketsizliğe indirgendiğimizde bile. Hayatın hesap defterinde dondurulmuş kredi diye bir şey yoktur.

(Clichy'de Sessiz Günler, Henry Miller. Çeviren: Avi Pardo. Çok yakında... Fotoğraf, Dora Maar'a ait.)

21 Mayıs 2013 Salı

İz



Daha kitapçının vitrininde aradığın yapıtın adı ilişti gözüne. Bu görsel izi sürerek tezgâhların üstünden kaşlarını çatarak bakan, raflardan seni korkutmaya çalışan Okumadığın Kitaplar kalabalığını yararak dükkânda ilerledin. Ama sen çekinmen gerekmediğini biliyorsun; Okumana Gerek Olmayan Kitaplar, Okunmaktan Başka Amaçlar İçin Yazılmış Olan Kitaplar, Daha Yazılmadan Önce Okunmuş Kitaplar Sınıfına Dahil Olduğu İçin Kapağını Açmaya Gerek Olmadan Okumuş Olduğun Kitaplar silsilesinin hektarlarca uzandığını biliyorsun. 

(Italo Calvino. Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu. Çeviren: Eren Yücesan Cendey. Görselde, Alicia Martin'e ait bir yerleştirme.)

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Denge


Haftaya başlarken bugünlerde ortalığı kasıp kavuran Dan Brown'ın yaratıcılık damarının 'tıkanmaması' için uyguladığı gizli formülü siz sevgili blog okurlarıyla paylaşmayı, olur da 'tıkanacağınız' tutarsa yaratıcılık şelalelerinizin çağlamasına katkıda bulunmayı borç bilirim.

Denen o ki, Dan Brown, yazarların sıkça mustarip olduğu 'tıkanma' evrelerinden birine girdiğinde hemen spor salonunun yolunu tutuyor, özel bir düzeneğin içerisinde baş aşağı durmak suretiyle bu feci illetten kurtuluveriyormuş. Spor salonu üyeliği veya üye olduğu spor salonunda böylesi faydalı düzenekler bulunmayan biz faniler için çözüm basit: Amuda kalkmak.

Denemesi bedava.

Görselde Leonora Carrington, müstehzi bakışıyla yazıda dengeyi gözetiyor. Ki denge, amuda kalkanların gayet iyi bileceği üzere mühim bir unsur hayatlarımızda.

Ne diyorduk? İyi haftalar!

17 Mayıs 2013 Cuma

N-n-n


Cuma notları Edward Quinn imzalı Pablo Picasso görseliyle açılıyor... Picasso'nun atölyesine uğramak isterseniz bağlantı burada

Doğan Hızlan bugün köşesinde yılın ödüllü kitaplarından bir seçki oluşturmuş. Yunus Nadi, Sait Faik Abasıyanık ve Behçet Necatigil ödüllerinin geçmişi ise ilgili bağlantılarda. 

Edebiyat Haber'de rastladım: Eyüp Tatlıpınar, Orhan Pamuk ile bir söyleşi yapmış. Pamuk, yeniden resim yapmaya başladığından bahsediyor, hayli enteresan: "(...) Derinleşme ihtiyacıyla ilgili. Kendi içine dönme ihtiyacıyla ilgili. İfade etmek, bir eser bırakmak, kâğıtlarla haşır neşir olup, dünyaya duyduğun kızgınlık yüzünden, ona sırt çevirip kâğıdın üzerine kapanmak… Böyle duygular."

İstanbul'da yaşayanların dikkatinden kaçmaması gereken iki aktivite; Aziz Kedi Kitabevi'nde, Günlerin Köpüğü şerefine, Boris Vian gecesi ve 18 Mayıs Cumartesi gecesi, Açık Radyo desteğiyle Velonotte bisiklet turu

Yaz usul usul yaklaşıyor sevgili okuyucu... Plajlarda uzananların kitap talepleri, kitapçı manzaralarını belirler vaziyette, AVM'lere mahkum olmuş sinemalar, güzel havalarla beraber isyanlarda: Bu bağlamda Dan Brown'un çoksatarı Cehennem raflarda, yaza damgasını vurması beklenen Muhteşem Gatsby vizyonda, falan filan...  Aşağıda, Cannes'da gösterilen, yıl içinde karşımızda olacak bir başka edebiyat uyarlamasının, Döşeğimde Ölürken'in posteri yer alıyor; James Franco, adını "biraz" büyük yazmış, görünüşe göre kimselerin gıkı çıkmamış... Ben-yaptım-oldu, bir hayat felsefesi olarak gayet başarılı işler gibi görünmekte, örnekler saymakla bitmez ama son günlerin vahim gelişmelerinden birine bir bağlantı düşelim biz yine de...

Akıllar ve fikirlerden yana kıtlık çekmeyeceğimiz bir hafta sonu temenni ederek huzurlarınızdan çekiliyorum.



16 Mayıs 2013 Perşembe

Mantık



... bazı günler, kendini iyi hisseder insan, yataktan kalkar, sorunların oldukları yerde durduklarını farkeder, önceki gün, daha önceki gün oldukları yerdedirler... görev başında. Gazeteyi eline alır, açar; her zaman olduğu gibi felaketlerden, savaşlardan, devrimlerden başka bir şey yoktur. Buna karşın kendini iyi hissetmeyi sürdürür ve şu gündelik bulutlar dağılır; insan kendi kendine şöyle der: "Bunlardan bana ne yani? Mutluyum, hoşnutum bugün; hayat güzel..." Çok sağlıklı bir davranış, bence. Mantıklı bir bakış tarzı denebilir buna. 

İşin berbat yanı şu ki, nereye, neye götürür insanı mantık?

(Henry Miller, Paris Söyleşileri. Simavi Yayınları; çeviren: Özdemir İnce. Neye yarar mantık?)

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Açlık



Eve vardığımda vaktin gece yarısına doğru gelmekte olduğunu gördüm. Bu beni bitirdi. Evde yiyecek bir şeyler aramaya devam etmenin yararı olmayacaktı; yatacak ve sabahleyin bir şeyler bulmayı umut edecektim. Soyunurken aklıma bir fikir daha geldi, bu kez o kadar parlak sayılmazdı, ama olsun… Evyeye gidip içinde çöp kutusunun durduğu küçük dolabı açtım. Kapağını kaldırıp içine baktım. Dibinde birkaç kemikle bir parça kuru ekmek vardı. Kuru ekmeği aldım, ziyanı en az düzeyde tutmak için kirli kısımlarını dikkatle kazıdıktan sonra musluğun altında ıslattım. Yutarken bir gülümseme yerleşti yüzüme, giderek genişleyen bir gülümseme. Yarın, diye geçirdim içimden, dükkâna gidip kitapları yarı fiyatına satmayı önereceğim, ya da üçte bir fiyatına veya dörtte bir. Plaklar keza. En azından on frank geçerdi elime. Sıkı bir kahvaltı edecektim, sonra… 
Ondan sonra her şey mümkündü. 

(Henry Miller, Clichy'de Sessiz Günler. Çeviren: Avi Pardo, çok yakında, raflarda... Görselde, Miller'ın not defterlerinden birinden bir yaprak, yazarın el izini taşımakta. Kaynak: Book Patrol.)

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Veri

Haftayı akıllara ziyan bir çalışma ile açalım:

Stefani Posavec, veri illüstrasyonu olarak nitelediği çalışmasında Kerouac'ın Yolda romanının bir şemasını çıkartmış. Her kelimeyi 0.85 mm'lik çizgisel bir birime indirgeyen Posavec, cümleleri ise sağa dönen çizgiler vasıtasıyla birbirinden ayırmış; romanı tematik açıdan da renklere indirgeyen sanatçı (toplamda on bir renk/tema belirlemiş) farklı uzunluklardaki cümleleri renklendirerek Yolda'yı 'görsel' bir hadiseye 'dönüştürmüş.' Temalar ve renkler şu şekilde sıralanıyor:

Açık mavi: Dean Moriarty (kahraman)
Donuk yeşil: Bop ve caz müziği
Açık gri: Sosyal etkileşimler ve hadiseler
Morumsu mavi: Seyahat
Koyu (petrole çalan) mavi: Yöresel betimlemeler
Bej: Eğlence, içki, uyuşturucu
Sarı: Çalışma ve yaşam mücadelesi
Kırmızı: Sal Paradise (anlatıcı)
Kiremit rengi: Kadınlar, cinsellik ve ilişkiler
Kahverengi: Yasadışı faaliyetler ve polisle karşılaşmalar
Petrol rengi: Karakter betimlemeleri

Sonuçta, ortaya çıkan, şöyle bir şey:



Bütün, parçaların toplamından fazladır elbette, eskiler öyle demiş. Sonra, zamanın içinde bir yerlerde, yapıtaşlarını ayrıştırmak, bütünden daha ilgi çekici bir hal alıvermiş. Eski usul takılmanın zararı yok, faydası var bana göre - nihayetinde, kucağımdaki kitabın sayfalarını çevirirken veri toplayan bir bilgisayardan ziyade yazara kulak veren bir okur rolünde olmayı tercih ederim. Ancak, hangi kitapların okunmaya 'değer' olduğunu herkese dayatmaya bilhassa meraklı ulemalar sarmışken dört bir yanı, yegane temennim herkesin canı ne istiyorsa, nasıl istiyorsa onu, öyle okumasından öte değil ve buna, şema çıkartmak için okumak da dahil. 

Calvino, Kum Koleksiyonu'nda yer alan Alfabeden Önce'de şöyle diyor ya, katılmamak olası değil: "Artık hiçbir şeyin ve hiç kimsenin güvende olmadığı bir çağda yaşıyoruz."*

Gelsin şemalar, gelsin etiketler...

Tuhaf zamanlar vesselam. Akıllar, fikirler hep sizinle olsun. 

(Italo Calvino, Kum Koleksiyonu. Çeviren: Kemal Atakay, YKY.)



10 Mayıs 2013 Cuma

N-n-n

"Kalp dediğin insanın ırgatıdır yahu, işçinin ta kendisidir o." Bir+Bir Mayıs sayısında A'dan Z'ye Andrey Platonov... Dergi şahane; Platonov'un Günay Çetao Kızılırmak'ın çevirileriyle yayımlanan eserleri için buraya.

Dan Brown'ın yeni kitabı Cehennem'in çevirmen ve editörlerinin bir ofise kapanıp yüksek güvenlik önlemleri altında kitabı hazırladıklarını belirtmiştik. Cehennem ay ortasında yayımlanıyor ama ben, aynı tarihlerde yayımlanacak bir başka kitaba dikkat çekeyim: Şeytan Tangosu. Global reklam rüzgarları bir yana, bu kitaba bir bakın derim. Çeviri: Bülent Şimşek.

Pazar günü malum, Anneler Günü. Klişelerden boğulanlar için gelsin öyleyse, Karin Karakaşlı imzasıyla 'Seçmece Kadınlık.'

Dünyanın en büyük plastik ördeği! 2007 yılından bu yana denizleri arşınlıyor, Haziran ayının sonuna değin Hong Kong'da bulunacak. Ördeği yaratan sanatçı: Florentijn Hofman.

Twitter'da rastladım, burada paylaşıyorum: Allen Ginsberg ve Jack Kerouac, bir tencere ve havlular eşliğinde bir şeyler peşinde. 

Jean Michel Basquait günde ortalama bir resim bitiriyormuş... (Ortalamasını almak saçma tabii, verimlilik gündelik rutinle alakalı olmak zorunda değil.) Şahane bir infografik; burada.

Haftanın notlarını sonlandırırken biraz nostalji: Hâlâ kullanan var mı? Elif Türkölmez, unutulmaya yüz tutan nesnelere dair bir güzelleme yazmış. Nostalji demişken, biraz da vur deyince öldürenlere göz atalım; bir Punk 'modasıdır' gidiyor sevgili blog okuru, son olarak Metropolitan Müzesi'nde gerçekleşen 'Punk: Kaostan Kültüre' adlı serginin açılışına meşhur katılımcılar, akıllara ziyan kıyafetlerle katılarak Punk denince ne anladıklarını, daha doğrusu anlayamadıklarını gözler önüne sermişler - eh, bu bir moda blogu değil, dolayısıyla kimsenin giyimi üzerinden ahkam kesecek halimiz de yok ama bu ibretlik fotoğraflara bakıp nereden nereye diye sızlanmamıza, Tanrılara 'Hani Punk ölmemişti?' diye haykırmamıza kimse engel olamaz. Ya da, şöyle özetleyeyim: vah vah!

Son bağlantı Belçikalı sanatçı Laurent Impeduglia'nın dünyanın sonu temalı işlerine - örümcekler, timsahlar ve patlamalar... Ötesini hayal etmek bize kalmış.

Kitabınız bol olsun!


9 Mayıs 2013 Perşembe

Mükemmel


O bir dakika bana huzurlu bir dinginlik bağışlamış - Tüm korkularım uçup gitmiş - Beklenmedik bir şekilde yeniden normalleştim - ... - Güneşte gülümseyerek oturuyorum, kuşlar gene ötmekte, her şey mükemmel -

(Jack Kerouac, Big Sur. Çeviren: Nevzat Erkmen. Yazarın odası mı, bar ortamı mı?)

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Kök

"Tarzan gibi giyinirler, saçları Jane gibidir ve Çita gibi kokarlar."

Yukarıdaki cümle, tarih öncesinden kalma bir bulmaca kitabından (ben giderim o gider, yanımda tıntın eder?) alınmadı; ABD devlet başkanlarından Ronald Reagan 'hippi'leri zamanında bu şekilde tanımlamayı uygun görmüş, eh, ben de hippi ve hipster mevzusunu ucundan deşmeye niyetlendiğim bu yazıya Çita'yı google'layarak Tarzan'ın şempanzesi olduğunu öğrenmeme vesile olması dışında bir katkısı olmayan bu benzetmeyle başlamayı uygun gördüm.

Wikipedia'ya bakılırsa hippi ve hipster kelimeleri aynı kökten, İngilizce sözlüklerde 1900'lerin başlarında boy gösteren 'hip'ten geliyor; hip kelimesi, güncel İngilizce-Türkçe sözlüklerde 'modaya uygun, havalı' gibi karşılıklar bulsa da gerek hippiler, gerek de hipster'lar söz konusu olduğunda bu yaftayı yiyen bireylere karşı oldukça sağlam çalışan lobilerle de karşılaşıyoruz. (bkz. Ronald Reagan ve Tarzan benzetmesi) Öte yandan, müthiş bir romantizmle (genelde hippiler söz konusu olduğunda) bu terimleri kucaklayan, hippi bayrağını taşıdığını iddia edenlerin de sayısı küçümsenecek gibi değil. (bkz. Elif Şafak: "Valla ben basbayağı hippiydim. Tutkuyla, azimle, delice...) İki terim de orijinal olarak 1930'lu ve 40'lı yıllarda  yoğun olarak Amerikan caz ortamlarında ağza alınmaya başlanıyor ve caz meraklılarının, Afrikalı Amerikalıların ya da Beatnik'lerin hayata bakış açısını/yaşam biçimlerini paylaşan bireylere yönelik kullanılıyor - sonradan iki terimin de karşı-kültür mensuplarını kapsadığı, öne çıkan müzik ve sanat akımlarının takipçilerine yönelik kullanıldığı görülüyor, ancak zaman içinde, özellikle muhafazakar kesimlerin hedefindeki hippi'lere (Reagan'ın betimlemesinde de görüleceği üzere) olumsuz bir nitelik atfedilmeye başlanıyor - 60'lı yıllara gelindiğinde, hükümet politikalarını eleştiren, savaş karşıtı duruşları ile öne çıkan ve toplumun muhafazakar kesimlerince yaşam tarzları yüzünden lanetlenen hippiler, müzik ve sanattan ziyade uzun saçları, kolektif yaşamları ve uyuşturucuları benimsediklerine yönelik yaygın kanı ile ana akım tarafından marjinlere oturtuluyor. (bkz. Hippilerin Kraliçesi Perihan. Portresi, Ümit Bayazoğlu'nun kitabı Uzun İnce Yolcular'da yer alır. Ayrıca bkz. "Aklınca hür olarak yaşayacakmış. Ne biçim yaşayış, ne biçim anlayıştır.")

Hipster'ın serüveni daha tuhaf; 1940'ların argosunda hippi ile eş zamanlı olarak boy gösteren ancak kendi yoluna devam eden bu terim, zaman içinde unutulduktan sonra bu defa 1990'larda yeniden hortluyor ve önceleri caz akımını yakından takip edenleri, ardından 'kimsenin dinlemediği müzik, kimsenin bilmediği marjinal sanat ve moda akımlarını' destekleyen bireyleri tanımlarken bu defa belli bir giyim tarzı ve muhtelif tüketim nesneleri üzerinden geniş ve genellikle genç kitlelere yönelik kullanılmaya başlanıyor. (bkz. "Saç modeli çok önemli. Kimsenin aklına gelmeyecek şeyler denemelisiniz. Herkesin yaptığı şeyler size yakışmayacağı için yenilikler ve absürtlükler peşinde koşun.")

Hayat akıp giderken temel olan yegane ilke dönüşüm aslında... Neyin ne olduğuna karar vermek için ise gazetelerdeki listelerden daha fazlasına, bir kimlik sahibi olup içini doldurabilmek için romantik ya da alaycı ezberlerden ötesine ihtiyaç var. Ana akıma zıt, marjinal (ki bu kelime de son zamanlardaki kullanım biçimleri üzerinden acı sosyolojik gerçekler ortaya koyuyor) duruşların bir potada eritilerek bulamaç halini alması ise...

Eh, o tam da zamanımıza özgü, ancak 'hip' denemeyecek bir 'trend.'






(Yukarıdaki videoda, Jack Kerouac, ölümünden kısa süre önce ve aşırı alkol almış halde, Ateş Hattı adlı bir tartışma programında hippilere saydırıyor.)






7 Mayıs 2013 Salı

Zaman

Bir yıl içinde neler olur? Bir paragrafa sığması beklenemez elbette, ama işte, buyrun, Big Sur'ün yayımlandığı 1962 senesinde olan bitenlerden bir kesit, genelde Beat ekseninde ve aylara göre kronolojik düzende.

1962

OCAK: Kerouac'ın ajansı, Sterling Lord, Big Sur ve Visions of Gerard'ı 10.000 dolarlık avans karşılığında yayımlayacak yayınevi ile anlaşır - Kerouac, otuz gün boyunca sarhoş olduğu bir New York seyahati gerçekleştirir - Peter Orlovsky ve Allen Ginsberg, Tel Aviv'de bir araya gelir, Ginsberg Kudüs'te düşünür Martin Buber'le tanışır - Ginsberg ve Orlovsky Nairobi'ye giderler - Kerouac, Big Sur metnini daktilo eder ŞUBAT: Ginsberg ve Orlovsky Mombasa'dan Bombay'a giden bir gemiye biner - Ginsberg ve Orlovsky, Bombay'dan Kalküta'ya doğru bir tren yolculuğuna çıkar - Kerouac, Brooklyn'de bir restoranda, 10 yaşındaki kızı Jan ile ilk defa görüşür MART: Gary Snyder ve Joanne Kyger, Delhi'de Orlovsky ve Ginsberg ile biraraya gelir ve beraberce on dördüncü Dalay Lama Tenzin Gyatso'yu Daramsala'da ziyarete gider - Grove Press, Burroughs'un Çıplak Şölen'ini yayımlar - Komedyen Lenny Bruce, San Francisco'da hakkında müstehcenlikten dolayı açılan davada hüküm giyer NİSAN: Harvard İlahiyat Okulu öğrencisi Walter Pahnke, Timothy Leary'nin danışmanlığı ve Harvard Psilosibin Projesi kapsamında Boston Üniversitesi'nde Marsh Chapel Deneyi'ni gerçekleştirir; bu kapsamda bir grup öğrenciye psilosibin, diğer bir gruba ise plasebo verilir ve psilosibin deneyimi sırasında yarı mistik/ruhani deneyimler yaşandığı belgelenir TEMMUZ: Houghton Mifflin, Rachel Carson'ın Sessiz Bahar adlı kitabını yayımlar, Sessiz Bahar, çevreci hareketin gelişmesinde milat sayılır - Andy Warhol, Kaliforniya'da ilk solo sergisini açar - San Fransisco Şiir Festivali kapsamında Ferlighetti, Rexroth ve Whalen gibi şairler şiir okur, Robert Duncan, Jack Spicer ve Michael McClure festivali boykot eder - Neal Cassady, Palo Alto'daki evinde Ken Kesey ile tanışır AĞUSTOS: 36 yaşındaki Marilyn Monroe, Kaliforniya'daki evinde ölü bulunur - İskoçya'nın Edinburgh kentinde Uluslararası Yazarlar Konferansı düzenlenir, katılımcılar arasında Norman Mailer, Henry Miller, Alexander Trocchi, Mary McCarthy, William S. Burroughs ve Aldous Huxley de vardır - Robert Zimmerman, ismini mahkeme kararıyla Bob Dylan olarak değiştirir EYLÜL: Carolyn Cassady, Neal Cassady'ye boşanma davası açar - Kerouac'ın Big Sur'ü, Farrar, Straus & Giroux tarafından yayımlanır ve büyük beğeni ile karşılanır EKİM: Küba Füze Krizi yüzünden ABD ve SSCB, nükleer savaşın eşiğine gelir ARALIK: Ginsberg ve Orlovsky, tren yoluyla Benares'e seyahat eder ve Noel'i Taç Mahal'de geçirir - Ginsberg, Harvard Crimson dergisine Kalküta'dan bir mektup gönderir ve "zihni bozan uyuşturucular" terimi yerine "zihni açan uyuşturucular" teriminin kullanılmasını önererek son on yılda (psilosibin, meskalin, peyote ve yage ile) yaşadığı otuzdan fazla deneyimi bu değişiklik için referans olarak gösterir - Viking, Ken Kesey'nin Guguk Kuşu romanını yayımlar - Olympia (Paris) Burroughs'un Patlamış Bilet'ini yayımlar - 13 yaşındaki Jim Carroll'ın New York'taki eroinmanlık günleri başlar - Burroughs, en iyi dostunu yanlışlıkla boynundan yaralar ve bu olay sonrasında sinir krizi geçirir.

(...)

(Robert Niemi'nin The Ultimate, Illustrated Beats Chronology adlı çalışmasının yardımıyla derlenmiştir.)

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Koş!



Geçtiğimiz otuz yıl içinde, otuz üç tam maraton koştum. 

(...)

Maratonların güzelliği rekabet içermemelerinden kaynaklanır. Dünya çapındaki koşucular arasında zorlu çekişmeler yaşanır elbette. Ama benim gibi bir koşucu (ve tahminimce koşucuların çoğu için de geçerlidir bu) sürenin önem taşımadığı sıradan koşucular açısından, maraton bir müsabaka değildir. Kırk iki kilometre koşma deneyiminin keyfine varmak için yarışa katılırsınız ve koştuğunuz sürece bunun tadını çıkarırsınız. (Koştukça) Yavaştan acı duymaya başlarsınız, ardından duyduğunuz acı ciddi anlamda artar ve sonunda acının da tadını çıkarmaya başlarsınız. Bu karmaşık süreci etrafınızdaki koşucularla paylaşmak keyfin bir parçasıdır. Tek başınıza kırk iki kilometre koşmayı denerseniz, üç, dört, beş saat boyunca katıksız acı çekersiniz. Daha önce yaptım bunu ve aynı deneyimi tekrarlamak niyetinde değilim. Ama başka koşucularla birlikte koşmak daha az işkence çekmenizi sağlar. Fiziksel açıdan zordur elbette -nasıl olmasın?- ama kardeşlik ve birlik duygusu sizi finişe taşır. Maraton bir mücadeleyse eğer, kendinize karşı verdiğiniz bir mücadeledir.

Haruki Murakami, New Yorker'a bu yıl kana bulanan Boston Maratonu'nu yazmış; yeni bir haftaya başlarken, ilham kaynağı niyetine burada yer vereyim istedim. Dünya işlerinin zorlu etapları, hayat koşusunun yorucu dönemeçlerinde, maraton koşan Murakami imgesi, bir odaya kapanmış yazan Murakami imgesi kadar kuvvetli, onun kadar parlak.

Tolstoy'dan alıntı yapan Chris McCandless ile bitirelim o zaman:
"Mutluluk ancak paylaşıldığında gerçektir."

Öyle midir?

Yalnız koşanlara sormak gerek.





3 Mayıs 2013 Cuma

N-n-n

"Hepsi çalkantılı, ama artık sakinleşmekte olan bir hayatın anlamsız köpüğünden ibaret." - Marcel Proust, Hazlar ve Günler. (YKY, çeviren: Roza Hakmen.)

Yeni bir ayın ilk günleri ve notlarım ile karşınızdayım.

Yazarları tarafından imzalanmış kimi kitapların ilk baskıları PEN yararına Sotheby's Müzayede Evi'nde düzenlenecek müzayedede satışa çıkıyor. John Banville, Kazuo Ishiguro, Tom Stoppard, Peter Carey, Nick Hornby gibi yazarların eserlerini de kapsayan müzayede, 21 Mayıs'ta gerçekleşecek. NadirKitap'ta  verilen bir ilana bakılır ise, Oğuz Atay imzalı Tutunamayanlar'ın ilk baskısı, 8800 TL'den alıcısını bekliyor. Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün bu ilk baskısı, imzalı değil, ancak yine de değerli - ilgilenenler için bağlantı burada.

Değerli kitaplardan değerli sanat eserlerine geçelim: Andy Warhol'dan kimisi imzalı pek çok yeni eser, burada.

Notlara Proust'un geçtiğimiz günlerde yayımlanan Hazlar ve Günler'iyle başlamışken bir başka yeni yayımlanmış klasiğe dikkat çekelim: Radetzky Marşı. Joseph Roth'un başyapıtı, Ahmet Arpad'ın çevirisiyle, şimdi raflarda - Hamdi Koç, Vatan Kitap için bir inceleme kaleme almış, ona da buradan ulaşabilirsiniz. Benim çok sevdiğim Roth eseri Eyub'ün, 1943 yılında yayımlanmış Burhan Arpad çevirisi ise yine Nadir Kitap'ta bulunabiliyor.

Kurşun kaleme güzelleme!

Kurşun kalemlerin, zamansız klasiklerin romantizminden uzaklaşıp günümüze dönelim: rivayet o ki Dan Brown'ın pek yakında yayımlanacak romanı Inferno, eşzamanlı basılmak üzere farklı dillere çevriliyormuş ve bu esnada çevirmenler, bilgi sızdırmamaları için Milano'da bir bodrum katına kapanıp, askeri güvenlik önlemlerine benzer önlemlere tabi kalarak çalışıyormuş. Mesai bitiminde kilitli kasalara kaldırılan manüskriptler, çalışma saatleri sırasında cep telefonu kullanmama yasakları vs. burada söz konusu olan... Inferno, Dan Brown'ın dirilmesini sağlayabilecek mi? Göreceğiz.

Gatsby fırtınası, tüm hızıyla sürüyor ve Baz Luhrmann imzalı uyarlama sinemalarda gösterilene dek hızını daha da artırarak süreceğe benziyor. NPR, filmin müziklerini dinleyebileceğiniz bir bağlantı sunuyor, paylaşalım. Filmin ABD gösterim tarihi, 10 Mayıs.

Fenerbahçe'nin Avrupa serüveni son buldu gerçi ama bu notu düşmeden olmayacak; Orhan Pamuk, ki kendisi Fenerbahçeli olmakla ilgili güzel anılarını Manzaradan Parçalar'da anlatır, Eurosport'a verdiği kısa söyleşide takıma şans dilemiş... Hafızam beni yanıltmıyorsa, Manzaradan Parçalar'da Fenerbahçe'yi galibeyete taşıyan golü atma yolunda bir çocukluk hayalinden bahsediyordu Pamuk; takıma destek vermeyi sürdürdüğünü bilmek güzel.

Notlar, Uykusuz'da yer alan Umut Sarıkaya imzalı Milli ve Milli Olmayan İçki Çeşitleri ile son bulacak bu hafta, haftaya kaldığımız yerden devam ederiz.

İyi tatiller!