30 Kasım 2012 Cuma

N?

Haftanın n-n-n'larına aceleci bir giriş, hadi bakalım.

Kitap fuarının bitimi ve İdefix Sanal Kitap Fuarı'nın başlamasıyla takip edecek, keşfedecek pek çok şey girdi hayatımıza, hangi biriyle başlayacağımı şaşırmış vaziyetteyim. Bunlardan görsel şahanelikler de içeren bir kısmını hızla sıralamak isterim: İletişim'in yayımladığı Art Spiegelman klasiği Maus, yayın hayatına şahane bir giriş yapan Kolektif'in müthiş Grafik Kanon'u, Flaneur Comics'ten güzel günler göreceğimizi müjdeleyen iki çizgi roman, son günlerin güzel sürprizleri arasında ilk sayılacaklardan. Aylak Kitap'tan çıkan Madiba Büyüsü'nü de atlamayalım, Avi Pardo çevirisiyle Afrika masalları, çocuklar kadar yetişkinlere de hitap ediyor.

Sene sonuna yaklaşmak güzel, hayatın temposu biraz daha yükseliyor, özetler yapılıyor, defterler temize çekiliyor. Sene sonu demek liste vakti de demek tabii, her kafadan bir ses, her köşeden bir liste çıkıyor adeta. Kimileri hayli ilginç, her listenin eksik olduğunu akıldan çıkarmadan tetkik etmek ise elzem. İdefix Yılın 50 Romanı'nı seçmiş mesela - New York Times'ın listesi her zamanki gibi gayet enteresan ve tartışmalara açık, önümüzdeki yıl yayımlayacağımız Dave Eggers romanı Hologram for the King orada yer almış bu arada, unutmadan belirtelim. Kuşkusuz en sevindirici olan, Etgar Keret'in Kapı Birden Vuruldu'sunun Amazon'un Yılın En İyileri listesinde yer alması sanırım, Keret çılgınlığı katlanarak büyüyor, durduramıyoruz.

Keret demişken, Radikal geçenler yazarın küçük bir öyküsüne yer verdi, kendisi burada. Sarnıç dergisi de bu ayki sayısında Keret'e yer vermiş, onu da belirtelim. Öte yandan yine şahane bir sayıyla karşımıza çıkan Bir+Bir kesinlikle radara alınması gerekenlerden, ekleyelim.

Harika içeriğiyle Flavorwire, düzenli takip ettiğimiz mecralardan, n-n-n'larda da sıkça referans gösteririz. New York'un yaşayan ve önem arz eden 100 yazarı mealinde bir liste hazırlamışlar, içinde yok yok gerçekten. Bir numara mı? Geçtiğimiz günlerde yazmayı bıraktığını açıklayan Philip Roth. Bu arada New York yıllardan beri ilk defa cinayetsiz bir gün geçirmiş - yazarlarla alakasız, ancak enteresan bir durum, serbest çağrışım sayesinde bu bilgi de buraya sızıverdi işte. Flavorwire demişken, hele de görsel şahaneliklerden bahsetmişken bir başka bağlantı daha verelim bu arada, serbest çağrışım denizinin suları biraz daha yükselsin.

Öte yandan her şey bir yana sevgili blog okuru, bendeniz bu haftayı İzlanda için yeni bir isim hayal ederek geçirdim. Hayırdır derseniz nedeni burada.

Sonlarınızın güzel, başlangıçlarınızın umut dolu olmasını dilerim. Sene sonuna doğru geri sayım başlasın!

Esen kalın.



29 Kasım 2012 Perşembe

Başlangıç


Her şeyin bir başı, bir de sonu var elbette sevgili okuyucu, başlangıçlar ve sonlardan ibaret bir yaşam söz konusu olan. Bizler fuar sonrası masa başı hayatlarımıza geçiş evresindeyiz şimdi, ancak cuma notlarını derliyorum, yarın n-n-n'lerimle karşınızda olacağım.

Yukarıdaki görselde kitap kapaklarımızın mimarı Nazlım Dumlu, stand kurulumunda kitap-saatimizi inşa ediyor. Aşağıdaki ilk fotoğraf fuarın bir gece öncesinden, sonrası ise fuar bitiminden... Seneye görüşmek dileğiyle!


 


27 Kasım 2012 Salı

Sürpriz!

452 bin ziyaretçinin katılımıyla geçen bir kitap fuarında neler olur? Çok şey olur sevgili okuyucu. Kitap severlerin ilgisi ve heyecanı daha da büyüktü bu sene - ama kitap aşkına yollara düşen çoğunluk bir yana, her zamanki gibi tuhaf hadiseler de söz konusuydu: kroki olmadan yolunu bulmaya çalışanlar, aradığı kitabın adını her standa tek tek sorup aldıkları yanıtlar karşısında hüsrana uğrayanlar, kaybolan ve kalabalığın içinde gözyaşlarına boğulan küçük çocuklar (kurtarıldılar!), kitap olan yerde kedi olmazsa olmaz düsturunu hayata geçiren panik halinde bir kedi, stand çalışanlarına bir şeyler fırlatarak koridorlarda koşturan yaramazlar, fuarın orta yerinde vuku bulan bir dizi çekimi, 'üç yaşında bir kız çocuğu bulunmuştur, kaybedenin güvenliğe...' diye giden bir anons vs. derken günler geçiverdi.

Aşağıdaki resmin belgelediği hadise konusunda bir açıklama yapamıyorum, vardır bir hikmeti deyip geçiyorum.

Gündelik hayatın sürprizlerini ıskalamamanız dileklerimizle...


26 Kasım 2012 Pazartesi

Seneye!


Tüyap Kitap Fuarı sona erdi, bizler de her zamanki gibi masalarımızın başına geri döndük böylece... Son derece tempolu geçen bu son on gün -fuarda geçen doksan saat- normalde sessiz sedasız kitaplara, kağıtlara ve diğer işlere gömülen bizler için benzersiz güzellikte bir tecrübe oldu. Gelen ve gelemeyen tüm okurlara, yürekten teşekkür ederiz... Seneye, yeni kitaplar eşliğinde, görüşmek üzere!

22 Kasım 2012 Perşembe

Kalabalık




Fuar bütün hızıyla devam ediyor! Yukarıdaki karede Bayan Jean Brodie'nin Baharı, raftan fuar kalabalığını gözlüyor. İlk dört gün içinde iki yüz bin ziyaretçinin geldiği açıklandı - sizi de bekleriz!

21 Kasım 2012 Çarşamba

Duyuru


Kitap fuarına uğrarsanız Baysan Yüksel'in Kağıt İnsanlar için özel olarak çizdiği ve sınırlı sayıda kartpostala uygulanan resimlerden edinmeyi unutmayın - rozetler, kitaplarınız için ex libris'ler ve kitap eşlikçisi kahveniz için bardaklar da sizleri bekliyor, tükenmeden gelin! Blog takipçisi olduğunuzu belirtmeniz yeterli - fuar hatırası niyetine. Benden size tavsiye: sabah saatleri oldukça yoğun ve gürültülü geçiyor, sakin sakin gezmek için öğleden sonrayı tercih edin, kafanız uğuldamasın. Umarım görüşürüz!

20 Kasım 2012 Salı

Canlı


Sonunda! Tüyap Kitap Fuarı tüm hızıyla devam ediyor ve blog yazarınız türlü engeli aşarak bağlanmayı başardı! Fuara gelen blog takipçileri için sürprizlerimiz var, bize uğrarsanız bu mecrayı takip ettiğinizi söylemeyi unutmayın. Kaos ise kaos, ama kitaplar hatırına katlanmak çok da imkansız sayılmaz - üç gündür burada olmama rağmen henüz kendi listemdeki kitapların peşine düşmeyi, etrafı rahat rahat gezebilmeyi başaramadım ama hafta uzun nasıl olsa... Açılış günü, henüz ziyaretçiler içeri alınmamışken ilk ziyaretçimiz yolunu şaşırmış bir kedi oldu, biz de böylece kitaplar arasında geçecek yoğun tempolu günlere hoş bir sürprizle başladık, sonrası zaten malum... İşte böyle, bizler bu haftanın bitimine değin buradayız, yolunuz düşerse sizi de bekleriz!

16 Kasım 2012 Cuma

Fuar


Bu cuma n-n-n-n'lar yok - bizler gün boyu Tüyap'ta kurulumla meşgul olacağız. Onun yerine Kitap Fuarı için kısa 'ayakta kalma ve tadını çıkarma' listesi hazırladık, buyrun:

1. Tüyap İstanbul Kitap Fuarı, 17-25 Kasım arası, sabah saat 10'dan akşam 8'e değin açık. Rahat rahat gezmek, kalabalıktan uzak durmak isteyenler için hafta içi akşam saatleri ideal. Evet kitapçılar iyidir, ama fuar size yeni çıkanlar ve çok satanlar ötesinde, geniş ufuklar sunar; unutmayın! Tepebaşı nostaljisini bir kenara bırakın ve kitaplar uğruna yola çıkın! (Hafta içi akşam 7 ile 8 arası en güzel dolaşma vakti kanımca.) 

2. Beylikdüzü ve civarında yaşamayanlar, uzaktan gelenler için altın tavsiye, trafiğe kurban gitmemek için toplu taşımadan faydalanmak gerektiği. Planlı davranırsanız fuara ulaşım sanıldığı kadar zor değil; ne de olsa bizler hafta içi hafta sonu demeden aynı sınavdan geçiyoruz ve başarıyoruz, trafikten ve metrobüs kalabalığından ürkenlerin ziyaret saatleri konusunda hassas davranmaları yeterli. Ücretsiz servisler listesi burada, üstelik bu yıl metrobüs ile kapıya kadar gelmek de mümkün.

3. Fuara gelmeden internette veya kitapçılarda dolaşın, ilgilendiğiniz kitapları ve ilgili yayınevlerini listeleyin. Liste tamamsa fuara geldiğinizde girişte bir kroki edinin, standları elinizle koymuşsunuz gibi bulacaksınız. Ya da buraya bakın; stand bilgilerine sahip değilseniz vakit kaybetmeniz olası. Kalan zamanınızı böylelikle yeni keşiflere ayırabilirsiniz. 

4. Fuarın güzelliği pek çok kitabı inceleme, sayfalarını karıştırma, fikir edinme fırsatı sağlaması aslında.    Kitapları tetkik etmekten çekinmeyin. Kitap karıştırmak güzeldir! (Bunu yazmak zorundayım; son iki senedir Tüyap'a gelen kalabalıkların kitaplara uzanmaktan çekindiğini görüp şaşakalıyorum. Kitabı kapağıyla yargılamayın şeklinde düz bir biçimde çevrilecek bir deyiş vardır ya hani, sanki tersi söz konusu - kapak bir yana, kitabın içidir mühim olan, fikir edinmek için karıştırmak gerekir.)

5. Standların çoğunda yayınevi çalışanları ile karşılaşacaksınız. Fuar, bizlerin de okurlarla yüz yüze gelmesi açısından önemli bir fırsat. Konuşun, soru sorun, tanışın, irtibata geçin. E-posta atmaktan daha direkt, daha insancıl bir metot.

6. Malum, civarda yaşamayanlar, özellikle Anadolu yakasından gelenler için yol uzun - pratik bir tavsiye aç gelmemek ya da yiyecek konusunda tedarikli olmak yolunda.

7. İmza günlerini, söyleşileri ve etkinlikleri tetkik edin ve ona göre yola çıkın, sonra kaçırdıklarınıza hayıflanmayın. İmza günleri için bu bağlantıyı inceleyebilirsiniz.

8. İşte bu kadar. Keyfini çıkarın!

Bizler fuar boyunca kendi standımızda olacağız, blog takipçilerini bilhassa bekliyoruz. Bazı küçük sürprizler için gün içinde bizi buradan takip etmeyi de unutmayın. Salon 2, 207A'dayız - geçen sene olduğu gibi.

Şimdi bizleri belki biraz yorucu ama çok keyifli geçecek bir on gün bekliyor... Umarım karşılaşırız.

Görüşmek dileğiyle!

(Görsel This is Colossal'dan ama burası, tahmin edeceğiniz üzere, İstanbul Modern.)

15 Kasım 2012 Perşembe

Yazar!




Yazar olabilmek için Trainspotting'i yazmak zorundaydım, daha çok yapmış olmak için aslında. Uzun süredir kitaplarla, edebiyatla haşır neşir olmuştum ve diğer her şeyde çuvalladığım için yazmayı deneyeyim diyordum. Ama kendi yolculuğumu, kendi meselelerimi anlamam gerekiyordu. Kimdim ben? Söyleyecek neyim vardı? Herhangi bir 'tür'e hizmet edemezdim bir kere, pazarlama boyutu olacak şekilde yazmayı beceremezdim. Nefret ettiğim türde işler gibi olması çok canımı sıkardı yazı yazmanın. Hayır, kendimi ifade etmem gerekiyordu, formüllere başvuramazdım.

O zamana değin tuttuğum notlara, günlüklere baktığımda çok fazla malzemem olmadığı ortaya çıktı. Hayatım tanımlanacak olsa, en iyi ihtimalle vasat diye nitelenirdi, en kötü ihtimalle ise başarısız. Bu, uyuşturucularla ilintiliydi ve bunu başka yerlerde detaylarıyla anlattım. Ama tam da bu noktadan başlamaya karar verdim.

İç dünyam oldum olası çok zengindi. Mutlu bir çocukluk geçirmiştim, ama tutarsızdı biraz, ebeveynlerimden biri kronik olarak hastaydı ben büyürken. Bu yüzden kendi dünyama gömülmek, çevremde olup bitenle yüzleşmekten daha kolaydı her zaman. Okuldan gönderilen bir notta 'asla öne çıkmadığım,' 'fazlasıyla hayal âleminde yaşadığım' söylenmişti, hatırlıyorum. Bu her ne kadar öfke yüklü bir değerlendirme olsa da, ben içgüdüsel biçimde olumlu bir şey olduğunu hissetmiştim, epey cesaretlendirmişti beni hatta. Böyle çocuklar için kitaplar kutsaldır. Önüme bir kitap alıp oturmak bana hayal kurma fırsatı tanıdı ve yaratıcılık alanımı zenginleştirdi, tanımladı.

Bir zamanlar öğretmenlerimden biri beni bu konuda cesaretlendirmiş olmasına rağmen yazar olmayı aklımdan geçirmemiştim yine de. Onun yerine kendimi meslek lisesinde elektrik teknisyenliği eğitimi alırken, bir meslek öğrenmeye çabalarken buldum. Yazı yazmak işsiz güçsüz zenginlere özgüydü. İşçi sınıfı için kitap okumanın bir boş zaman değerlendirme aracı olduğu düşünülürdü - onların yazarlığın inceliklerine kafa yoracak vakitleri olamazdı. Bu, elbette ki, yıkıcı ve saçmaydı ama benim ilk edebiyat kahramanlarım tarafından da doğrulanmıştı, Evelyn Vaugh tarafından mesela.

(...)

Böylece oturup Trainspotting'i yazmaya başladım, kendi hayatımı, kendi yaşadığım çağı anlamlandırmak adına. Yazdığım sırada kitaptaki karakterlerden farklı koşullarda yaşıyordum. İyi bir işim vardı, evliydim ve madde kullanım sorunlarımı kontrol altına almış sayılırdım. (...)
Eski notlarıma ve günlüklerime bakarak ilk manüskriptimi hazırladım - 250.000 kelime kadar. Sonunu biraz kırptım, o zamanlar aceleye getirdiğimi hissettiğim (biraz ucuz bulduğum) bir son biçtim ve kitabı bitirdim. Asla yayımlanmaz sanıyordum, ama ilk gönderdiğim yer yayımlamaya talip oldu. Kaç dile çevrildi  ya da dünya çapında ne kadar sattı bilemiyorum ama koca bir gölgesi olduğunu, hayatımın kalanında beni Trainspotting'in yazarı Irvine Welsh olmak zorunda bıraktığını söyleyebilirim, daha iyi kitaplar yazmış olmama rağmen. Daha iyi kitaplar yazmaya devam edeceğimi de umuyorum (...) 

(Irvine Welsh, yazarlık serüvenini anlatıyor. Kaynak: The Guardian. Görsel: Renton rolünde Ewan McGregor, Danny Boyle'un efsanevi uyarlamasından - kitap filmi katlar, o ayrı. Bu arada bir duyuru: Welsh'in kült eseri Porno, bazı aksiliklerden dolayı ne yazık ki Tüyap'a yetişmiyor, ancak hemen sonrasında raflarda olacak. Sabır!)

14 Kasım 2012 Çarşamba

Yapılacaklar


1. Çimleri biç
2. Lanet hortumu at
3. Camları yıka
4. Kediyi kısırlaştır
5. Saçlarını boya
6. Tarot falı bak
7. Çocukları al
8. Çocukları annene bırak
9. Peruk satın al
10. Çitin sökülebilen kısmı SESSİZ SEDASIZ kesiliyor mu bak

                     a) Tel makası
                     b) Metal eriten sıvılar
                     c) Elektrikli aletler
                              1. Ne kadar gürültü çıkarır?
                              2. Sağa sola savrulacak metal talaşları?
                              3. Elektrik çarpma ihtimali?
                                          a) Lastik eldiven/ koruyucu gözlük?
                                          b) Ölüm tehlikesi?
                                                     1. Vasiyetnameyi imzala.
                                          c) Cesedin kötü görünmesine neden olur mu?
                                                     1. Dişindeki kaplamayı yaptır.
11. Uyarı mektubu gönder
           a) Gazete harfleri?
           b) Çocuklar yazsın?
           c) Sol elle yaz?
           d) Muğlak konuş. "Kimi nahoş olaylar."
12. Mektubu postaya ver
           a) Ya da perukluyken kutuya at
13. İlaçlarını yenile
14. Zehirleri araştır
           a) Yanıcı.
           b) Toz
           c) Gaz
           d) Hap
           e) Bitkisel
           f) Kimyasal
           g) Müzikli
                 1. Çocuklara sor
                 2. Hamlet - kulak
           h) Yutulan
                 1. Kurabiye?
           i) MASUM görünmeli
15. Kameraları araştır
           a) Çitin üzerinde sabit
           b) Çitin içinde bir deliğe monte
           c) Küçük, seçilmeyen
           d) Çiçeklerin arasında
           e) Kullanım metodu?
           f) Fiyat MAKUL olmalı
           g) Fotoğrafçının afra tafra yapmasına izin verme
                  1. Banyo ederken mahvettiği resimleri anımsat.
16. Çocukları al
17. Yemek hazırla
18. Davet için hazırlan
            a) Puantiye
            b) Siyah eldiven
            c) Saç için kurdele
            d) Peçe
            e) Maden suyu götür
            f) Stan'e daveti hatırlat
            g) İki komik hikaye tasarla
            h) ONLARI gördüğünde hazır olmak için nefes egzersizleri
                        1. Öpücük
                        2. Kucaklaşma
                        3. UNUTMA, KİMSE AKLINDAN GEÇENLERİ GÖREMEZ
(Yukarıdaki tuhaf liste, Jennifer Egan'ın Guardian için yazdığı kısa öykü: Yapılacaklar. Hazır rutinden, zamandan bahsetmişken. Çağrışımlar çeşitli...)
    

13 Kasım 2012 Salı

Rutin




Sevgili Jane,

Benimki gibi darmadağınık akıp gidiveren bir yaşantıda, uyku, açlık ve iş bana danışmadan kendi aralarında anlaşıp sıraya giriyor. Yorucu detaylar konusunda bana danışmadıklarına minnetarım aslında. Şöyle bir durum söz konusu: saat 5.30'da kalkıyorum, 8.00'e değin çalışıyorum, evde kahvaltı ediyorum, 10.00'a kadar çalışıyorum, şehirde biraz yürüyüş yapıyorum, ufak tefek işlerimi hallediyorum, yakınlardaki halka açık yüzme havuzuna gidiyorum ve havuz bir tek benim oluyor o zaman, yarım saat yüzüyorum, eve 11.45'te dönüyorum, posta ile gelen mektupları okuyorum, öğle vakti yemek yiyorum. Öğleden sonra okul için işlerimi hallediyorum, ya ders veriyor ya da dersime hazırlanıyor oluyorum. Okuldan eve saat 17.30 gibi döndüğümde tıngırdamakta olan zihnimi birkaç bardak skoç ve su ile (1/5 galonu 5 dolar şehrin alkol satan tek dükkanında. Bir sürü bar var ama) dinginleştirip yemek hazırlıyor, okuyor ve biraz caz dinliyorum (burada radyo istasyonları güzel çalıyor.) Saat 10 gibi yatmaya gidiyorum. Durmadan mekik ve şınav çekiyorum ve inceliyormuşum gibi hissediyorum ama belki de öyle değildir. Dün gece zaman ve bedenim bir olup beni sinemaya götürmeye karar verdiler. Umbrellas of Cherbourg'u gördüm ve çok etkilendim. Benim gibi darmadağınık, orta yaşlı bir adam için biraz yürek burkucuydu.

Ama dert değil, yüreğimin burkulması hoşuma gider.

(Kurt Vonnegut'un Cape Cod'da yaşayan eşine, Iowa Üniversitesi'nde ders verdiği dönemde yazdığı mektup, yazarın zaman ile olan ilişkisinden dem vuruyor. Kaynak Brain Pickings. Mektubun yazılış tarihi: 28 Eylül 1965. Görsel Londra'dan, sanatçı: Abraham Clet.)

12 Kasım 2012 Pazartesi

Zaman...



"Neden geleceği değil de geçmişi anımsarız?*

Her şeyle savaşmak, yeldeğirmenlerine kafa tutmak, kahramanlık destanları bile yazmak mümkün ama, zamanın amansız biçerdöverini alt etmek henüz bir ölümlüye nasip olmuş değil dünyada. Öyleyse zaman, fani olanın en büyük düşmanıdır diyebilir miyiz?  Güneş ve kum saatlerinden, ta eskilerden bu yana zamanı ölçmek, birimlere ayırmak ve planlarla denetim altında tutmaya çalışmak, zaman denen canavarı zapt etmek için sıkça başvurulan taktiklerden biri olagelmiştir. Şimdiyi kavramak nispeten kolaydır ama, kavrandı mı da geçmiş anlar öbeğine karışıverir.

Muriel Spark'ın zamanının ötesinde sayılacak çağdaş klasiği Bayan Jean Brodie'nin Baharı, anlatıda zaman algısını ters yüz eden, enteresan bir metin. Bundan ibaret değil elbette, ama zamanı bir mozaiğe çevirmesi açısından ilgiye şayan. Bir kız okulunda geçen birtakım olayları zamanda ileri geri sıçrayarak anlatan Spark, doğrusal bir düzlemde ilerlemeyen Bayan Jean Brodie'nin öyküsüyle hayatın baharı denen şeyin soyutluğuna da dikkat çekiyor. Sahi, kendi 'baharınızın' ne zaman bitip ne zaman başladığını ömrünüzün sonuna gelmeden, geriye bakmadan kestirmeniz mümkün mü?

Batı medyası bayılır, ara ara şimdiye değin 'medeniyet' ile hiç tanışmamış birtakım kabilelerin haberi yapılır... Amazon'un Amondawa yerlileri, geçen yıl zaman kavramı olmayan bir toplum olarak lanse edildi, hemen ardından yapılan açıklamalar ise, Amondawa yerlilerinin yalnızca konuştukları dilde zamana/yaşa vs. yönelik ifadeler barındırmadıklarını, ancak zaman algısından yoksun olmadıklarını ortaya koydu. Yanlış alarm çaldı yine, sevgili okuyucu, pek çok sefer olduğu gibi. Zaman algısı farklılıklar gösterse de, ondan yoksun yaşama olasılığı henüz kanıtlanmış değil...

Ama zamanı eğmek, bükmek, anın içine hapsetmek, tersine çevirmek - bunların her birini gerçekleştiren birileri var halihazırda ve işlerini raflara sıra sıra dizili kitaplardan tetkik etmek mümkün. Zamanı sayfalarda yakalamak, mümkün.

Zaman geçip gittiği sırada elbette, ona şüphe yok.

(Bayan Jean Brodie'nin Baharı, Püren Özgören çevirisiyle, şimdi raflarda... Zamansız bir klasik de denebilir. Alıntı: Stephen Hawking. Margaret Atwood romanı Kedi Gözü'nde, epigraf olarak rastladım.)






9 Kasım 2012 Cuma

N-n-n-n!

N-n-n-n-n!


Beyoğlu'nda yeni bir kitapçı demiştik: Aziz Kedi Kitabevi - Tom Tom Kaptan Sokak'ta yer alıyor. Galatasaray'da Ara Kafe'nin yanından kıvrılıverdiğinizde karşınıza çıkacak. Keşfedin!

Aylardan kasım, senenin sonuna doğru tam gaz ilerleyiş sürüyor. Kasım ayı, ayrıca İstanbul Kitap Fuarı demek, bunları zaten biliyorsunuz... Şimdi sıkı durun, bir rivayete göre bu sene fuara metrobüsle doğrudan gelmek mümkün olacakmış, İstanbul'un içinden geleceklere müjdeler olsun! Etkinlik programını buradan inceleyebilirsiniz.

Kasım ayı hatırına biraz magazin: bu ay doğan yazarlar kimler miymiş? Neil Gaiman, Albert Camus, Joseph Conrad, C.S. Lewis, Kurt Vonnegut ve Fiodor Mihailoviç Dostoyevski. Daha niceleri var elbette, ama bu isimlerin birlikteliği yeterince doyurucu. Kasımda aşk diyenlere inat, kasımda edebiyat!

Geçen hafta n-n-n-n'lamadığımızdan duyuramadık, ama medya sağ olsun, her yan inim inim inledi: Random House, Penguin'i (ya da tersi, çok mühim değil) Disney, Lucas film prodüksiyon şirketini (dolayısıyla Star Wars'u) satın aldı. Penguin ve Random House 'büyümeyi' gururla duyururken Disney Star Wars filmlerinin devamlarının geleceğini bildirdi. Büyüme her zaman 'büyük' gelişmelere işaret eder mi? Pek umutlu değilim sevgili okuyucu. 'Büyük' satın almacıların gazabından korunmamız dileklerimle.

James Joyce'un bir mektubundan uyarlanan çocuk kitabı Kedi ile Şeytan'ı duyurmuştuk; ya Kırmızı Kedi'nin Neruda ve Woolf imzalı çocuk kitaplarına ne demeli? Saramago'nun kapağına özellikle bayıldım, not düşmem gerek.

Biraz eski, ancak yeniden okudum bu hafta, Versus'tan Uçma Sanatı. İkinci Kuşak'ın üzerine yine bir baba-oğul hikayesi. Çizgi-romanlardan bahsetmişken, İletişim daha önce Gözlem tarafından basılmış olan kült çizgi eser Maus'u yeniden yayımlıyor Tüyap öncesinde, okumayanlar kaçırmasın.

Bugün saat 15.00'te, Taxim Hill Hotel'de gerçekleşen Marksizm 2012 kapsamında:  Terry Eagleton, Bülent Somay ile Marksizm ve Edebiyat Eleştirisi başlıklı bir söyleşide bir araya geliyor. Diğer etkinlikler için bkz.

Salman Rushdie'nin Geceyarısı Çocukları romanının uyarlaması pek yakında sinemalarda, ancak fragman pek umut verici sayılmaz. Siz ne dersiniz?

Sabancı Müzesi'nde Monet'nin Bahçesi sergisi bugünden itibaren açılıyor. Ay sonuna doğru ise Aksanat'ta Magdalena Abakanowicz'in İnsanlık Serüveni başlayacak, şimdiden söyleyelim.

Yazıyı kapatmadan global gündeme dair bir haber geçelim: Nobel Barış Ödülü almış olan yazar Elie Wiesel, Nobel Barış Ödülü sahibi Barack Obama ile bir kitap yazma hazırlığı içindeymiş. İçerikle ilgili fazla bilgi verilmiyor henüz, ancak mevzu enteresan. Bu arada Obama demişken, başkan olmakla birlikte kitapları da var Obama'nın ve dün yayımlanan  epey acayip bir söyleşide Orhan Pamuk, Obama'nın Babamdan Hayaller adlı kitabını oldukça beğendiğini belirtmiş. (Bir şey diyemiyorum, okumadım.) Daha başka pek çok şey de söylemiş, -zaten edebiyat siteleri bol bol yazacaktır, o yüzden özetlemeye gerek yok- ancak beni şaşırtan Pamuk'un Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı'nı çok sevdiğini, kitabı çevresindekilere sık sık hediye ettiğini açıklaması oldu. (Bağdaştıramadım sanırım, kitapla bir derdim olduğundan değil.) Patricia Highsmith hayranı olduğunu açıklayan Pamuk, okurunu katille özdeşleşmeye iten tekniğini vurgulayarak Highsmith'i övmüş ki o noktada kendisine katılmaktan başka bir şey yapamıyorum. Pamuk Faulkner'e, Poe'ya, Hawthorne'a olan sevgisinden de bahsettiği söyleşide Dave Eggers'a da saygı duyduğunu belirtmiş, ki bu da ilginç. Bu n-n-n-n epey uzadı, burada kesiyorum, özete çevirdim, ama bu söyleşiye bir göz atın derim, bir tuhaf sanki, ıssız adaya düşse ne okurdu türünde sorular sorulmuş yazara, hay bin kunduz dedirtecek cinsten...

Haftayı, Miranda July'ın, çalışmaya çalışırken dikkatini dağıtan nesnelere yönelik geliştirdiği stratejiyi konu alan bir video ile kapatalım; hani hafta sonunda işle güçle cebelleşen birileri vardır diye, bir faydamız olur belki.

Ama adettendir - dinlenmeyi, eğlenmeyi vs. ihmal etmeyin!






7 Kasım 2012 Çarşamba

Dar!


Enstalasyon mu, yoksa yaşam alanı mı? İkisi de! Dünyanın en dar evine, nam-ı diğer Keret evine hoş geldiniz!

Bu projeden daha evvel bahsetmiştik; Varşova şehri -ki Polonya'daki Keret çılgınlığı, Türkiye'yi sollamakta diye duyduk- kısa öyküleri ile bağımlılık yaratan yazarın adını taşıyan ilginç bir mimari projeye ev sahipliği yapıyor. Evin üç yılı aşan projelendirme ve inşa süreci tamamlandı ve Etgar Keret, eni 122 cm'lik bu alanda bir gece geçirdi bile (evin en dar noktası 92, en geniş noktası ise 152 santimetre olarak geçiyor, ancak cepheden eni 122 cm.) Mimar Jakub Szczesny tarafından yönetilen projenin hayat geçiş safhaları, türlü engellerle doluymuş ancak üç yıllık çalışma sürecinde güçlüklerin tümünün üstesinden gelinmiş. Bina, Etgar Keret'in adını taşımakla beraber tüm dünyadan sanatçılara ev sahipliği yapacak bir stüdyo olarak tasarlanmış. Keret'in isminin verilmesi, binanın darlığı ve yazarın öykülerinin kısalığı arasındaki metaforik örtüşmenin bir sonucu; ancak ilginç de bir tesadüf söz konusu; bina, bir zamanlar Varşova'nın Yahudi gettosu olan bölgenin kıyısında yer alıyor ve Keret'in Polonya doğumlu olan annesi, bu bölgede bizzat yaşamış, burada kendi ailesiyle yaşam mücadelesi vermiş. Tam da Etgar Keret öykülerinden çıkma bir ironi; bir kuşakta soylarının ebediyete gömülmesi tehlikesi ile savaşanlar bir yanda, bir kuşak sonrasında ise yok etmeye çalıştıkları ismi şehrin bu gururla sergilenen köşesine yazmaya çalışanlar diğer yanda. Hayatın cilveleri... Keret, mimardan gelen ve onu proje hakkında bilgilendiren telefonu önce ciddiye almadığını, bir telefon şakasına kurban gittiğini sandığını söylüyor. Ne zaman ki mimar bizzat ziyaretine gelmiş, telefondaki kişinin gayet ciddi olduğu öylece anlaşılmış.

Keret, evin darlığının bir sıçrayışa ihtiyaç duyan yaratıcı zihinleri tetikleyecek nitelikte olduğu görüşünde. Tebdil-i mekanda ferahlık olduğunu tartışmaya gerek yok ama klostrofobikler bu görüşe katılacaklar mı emin değilim.

Yukarıdaki görselde, Etgar Keret, biraz ümitsizce tavana bakıyor diye düşünmüştüm ama, sanırım kapıya bakıyor. Fotoğraf, Bartek Warzecha'nın imzasını taşıyor. Aşağıda evin dışarıdan görünümü.

Burada (iki binanın arasındaki metal kaplı bölmede) yaşamak ister miydiniz?

(Yazıdaki bilgilerin bir kısmı yazarın anlattıklarından, kalanı ise Zeit dergisinin 45.ci sayısı yardımıyla derlenmiştir. Devamı yarın!)






6 Kasım 2012 Salı

Kütüphane köşesi


Elbette, her şeyi sırasıyla anlatmaya kalksam bir hafta falan sürebilir. Bu yüzden öncelikle sadece ana hatlarını ortaya koymak için şöyle diyebilirim: On beşinci yaş günümde, evimden ayrılarak daha önce adını bile duymadığım, uzaklardaki bir şehre kaçtım; orada küçük bir kütüphanenin bir köşesinde yaşamaya başladım.

Belki masal gibi gelebilir. Fakat bu bir masal değil. Hangi anlamda olursa olsun.

(Sahildeki Kafka, Haruki Murakami. Çeviren: Hüseyin Can Erkin, Doğan Kitap. Görselde, kitaplar ve vitrin, dünden devam...)

5 Kasım 2012 Pazartesi

Geriye doğru... İleri!




Bir siyam kedisi ve ben... pek çok şeyi geriye doğru unutuyoruz...*

Nerelerdeydin dersen buradaydım sevgili blog okuru, insan bazen sessizlik ihtiyacı duyuyor, küçük bir kafa tatili yaptım. Ha, yaptım yapmasına da dinlendiğimi sanmayın, blogdan uzak durdum sadece, aslında senenin en yoğun dönemini yaşıyoruz, kitap fuarı için geri sayım başladı, önümüzdeki senenin programı düzenleniyor, kitap seçimleri yapılıyor - yoğunluk had safhada. Üstelik bu ay bir değil, iki kitapla ve bir değil, iki İskoç yazarla karşınızda olacağız, sevincimiz büyük.

Önce, çağdaş edebiyatın mühim metinlerinden biri olan Muriel Spark imzalı Bayan Jean Brodie'nin Baharı, Püren Özgören'in şahane çevirisiyle, ardından ise Irvine Welsh'in -Kıvanç Güney'in özgün ve kıvrak bir dille aktardığı- romanı Porno gelecek. Tüyap'ta blog takipçilerimiz için bazı güzellikler olacak, ayrıca müjdeli duyurular kapıda. Güncel haberler için, bizi takip etmeye devam edin!

Bayan Jean Brodie'nin Baharı, gündeş edebiyat odaklı çizgimizde yer alan ağır toplardan biri; 1961 yılında yayımlanmış, zamanda ileri-geri sıçrayarak yapılandırılmış anlatım tekniğiyle çığır açmış, bir tuhaf roman. Püren Özgören'in soluğuyla şu kasvetli kasım günlerinde bambaşka bir döneme, bambaşka açılardan göz atmak için birebir.

Porno, Muriel Spark'ın bu klasik metni yanında daha deli dolu kaçıyor elbette; Trainspotting'in devamı niteliğindeki metin, 90'lı yılların parti ve kayboluş ortamlarında bıraktığımız karakterlerin 2000'lerin cilalı imaj çağına uygun biçimde dönüşümlerini son derece ironik ve eğlenceli bir bakışla ortaya koyuyor. Kendi vitrinlerinin yansımalarıyla yaşananlar, -mış gibi yaparak göz boyama derdine düşenler, vs. Etrafınıza bir bakın, sayıca bu kadar çok olduklarına inanamayacaksınız... Şairlerin dediği gibi kolpa malzemeden yontulmuş putlardan, naylon adamlarla kadınlardan geçilmiyor ortalık, bizden söylemesi. Porno, bu başı bozuk, tuhaf zamanlarda yaşama uğraşının parodisini, son derece zekice ve esprili bir dille sunuyor.

(Yazıya Lale Müldür'den bir dizeyle girdim - sahaf festivalinde 'Anne Ben Barbar mıyım?'ın eski bir baskısını buldum da karanlık kasım akşamlarını Müldür'ün morlarıyla renklendiriyorum bu ara, kapaktaki düz yazılar ibaresini güz yazıları diye algılamam da cabası... Kapatırken Animal Triste'den bir alıntı yaparak sıçrayışla bitireyim hareketi:   "... ölümcül bir şok ya da ömür boyu sürecek bir travma ancak bayılmakla önlenebilir. Unutmak ruhun bayılmasıdır."  Ne diyorduk? İyi haftalar! Görselde, siyam olmasa da kedi, en hasından hem de, üstelik içinde yattığı vitrini hiç mi hiç umursamıyor. Animal Triste alıntısı Monika Maron imzalı romana ait; yayınevi: Alef, çeviren: Mustafa Tüzel. Anne Ben Barbar mıyım yaz ile kış arasındaki huzursuzluk dolu geçişte iyi bir eşlikçi, girişteki dize ise Müldür'ün Eskil Bir Aşk Öyküsü şiirinden. )