28 Eylül 2012 Cuma

N-n-n




N-n-notlar

14 Ekim'e değin sürecek olan Beyoğlu Sahaf Festivali başladı. Neyle karşılaşacağınızı bilemezsiniz derim, es geçmeyin. 11.00- 23.00 arası açık. Tepebaşı'nda.

Bir zamanlar kartpostal yollamak diye bir adet vardı. Artık çeşitli sms teknolojileri mevcut; ama seyahate çıkanın dostlarına kartpostallar göndermesinin beklendiği zamanlarda bunları yazmanın da bir adabı olurdu. (Sevgili X, Y çok güzel bir şehir, keşke burada olsaydın, Sevgiler, Z. - çeşitlemeler mevcut elbette, ancak genelde bu minvalde.) Jack Kerouac, kartpostallarını da diğer tüm metinlerini yazdığı gibi spontane kurgulamış, mesela şuna bakın bir, Kerouac'tan editörüne gidiyor, mesaj gayet kısa ve net: Böö!

Kerouac demişken, yazarın ölümü ardından New York Times'da yayımlanan makalede Joseph Lelyveld Kerouac'ın yaklaşımını şöyle anlatmış: "Olabildiğince sponatne yazmaktı metodu, koca bir rulo teleks kâğıdını makineye takmak ve bölünmeyen, tek bir sayfa üzerinde öyküsünü anlatmak. Elde ettiği şeyi editörüne göndermek için yeniden yazar, ama asla düzeltme yapmazdı; düzeltme yapmayı yalan söylemenin bir biçimi gibi görüyordu."

Kerouac'tan bir serbest çağrışım dalgasıyla James Franco'ya uzanalım; her taşın altından çıktığından değil, Ginsberg'ü canlandırdığı Howl'u anımsadık diye, her taşın altından çıkıyor ya, o ayrı. Franco, bu aralar farklı edebi projelerle meşgul - William Faulkner'in başyapıtı Döşeğimde Ölürken'in beyazperde uyarlamasıyla, örneğin. Franco hem yönetmen koltuğunda oturuyor hem de eseri senaryolaştıran kişi olarak geçiyor. Döşeğimde Ölürken'in yeni baskısı hazırlanıyormuş İletişim Yayınları tarafından; bunu da duyurmuş olalım bu vesileyle.

Sonbaharın yankı uyandıracak kitapları arasında bir rock yıldızının anıları da var. Neil Young'ın Waging Heavy Peace'inden söz ediyorum... Keith Richards'ın Life'ını aşar mı bilmiyorum ama beklentiler yüksek. Bu mevzu ilginç; notlarımı toparladığımda fazlasıyla subjektif bir yazı ile karşınızda olacağımı ve rock yıldızlarının biyografi çıkışlarını özetleyeceğimi umuyorum.

Bu kitap vaktinde epey patırtı koparmıştı, şimdi Türkçede. Gözden kaçmasın: Logicomix.

Pussy Riot'ın başına gelenleri takip etmişsinizdir herhalde. Feminist Press, grup üyelerinden mektuplarla Yoko Ono, JD Samson, Johanna Fateman, Karen Finley, Justin Vivian Bond ve Eileen Myles tarafından desteklenen bir e-kitap hazırlığında. Kitabın altbaşlığı enteresan: Özgürlük için Punk Dua. Punk demişken, yukarıdaki görsele dikkat, The Guardian'ın  punk posterleri arşivinden - sanatçı Linder Stirling. Buzzcocks derken... Kapı Birden Vuruldu! Çıktı, evet çıktı!

Hafta sonunda dinlenmek gerekir - adettendir. İyi tatiller!










27 Eylül 2012 Perşembe

Yara




Origami cerrahı Antonio, Merced de Papel'in keskin köşeleri yüzünden yaralanan ilk erkekti. Kâğıt yırtıp katlamakla geçirdiği onca yıl boyunca hiçbir projesi Merced de Papel'in ellerinde bıraktığı kâğıt kesikleri kadar derin yaralar açmamıştı.   

(Kâğıt İnsanlar, Salvador Plascencia. Çeviren: Begüm Güzel.)

26 Eylül 2012 Çarşamba

Sevda


Soru: Umberto Eco diyor ki: "Yazmak illa bir kağıt parçasına kelimeler dökeceğiniz anlamına gelmez. İnsan yürürken ya da yemek yerken de yazabilir." Sizin yazma süreciniz de böyle mi?

Plascencia: Keşke. Koşuya çıktığım sırada aklıma birkaç kelimenin ya da bir resmin düştüğü oluyor ama o kadar. Yavaş yazıyorum. yavaş. Kâğıt üzerinde çalışmam gerekiyor. Şemalar çiziyor, kelimelerle oynuyor, haritalar karalıyorum. Çoğu söze dökülmeyen karalamalar gerçi ama kâğıt üzerinde çalışıyorum.

(Salvador Plascencia, Nashville Review söyleşisi. Dün bıraktığımız yerden devam etmiş ya da düne parantez açmış olduk. Kâğıt İnsanlar demişken, kitap hakkında Melisa Kesmez imzalı nefis bir yazı var burada, Radikal Kitap'tan, başlığa ayrıca dikkat: "Kâğıt da sevdaya dâhil." Görsel, Peter Callasen'e ait - Co-op aracılığıyla, diğer işlerini incelemek isterseniz buraya.)

25 Eylül 2012 Salı

Garip!



Tuhaf zamanlar vesselam; geceleri duyulan ürkütücü sesler mi dersiniz, 2012 felaket senaryoları mı, orasına siz karar verin, ancak hayatın dinmek bilmeyen parazit sesleri eşliğinde yaşandığını söylemek yanlış olmaz sanıyorum - öyle ki aslolanı duymak için tüm bu biteviye gürültüyü ayıklamak şart.

Geçen hafta Guardian'da bir haber okudum; haber, Lady Gaga'nın son albümünü kaydederken çırılçıplak olduğunu ve bunu -bu habere konu olmak için değil- yaratıcılığını bütünüyle salıvermek için yaptığını ima ediyor ve yazarların bu konuda çekimser kaldığını belirtiyordu. Guardian'a göre en cüretkar yazarlar pijamaları içinde yazmaktan öteye geçmiyormuş, örn. George Orwell. (Parazitten boşuna bahsetmemişiz, parazit her yerde, her an mevcut, sadece gece 1.00'de viral bir fenomen kılığında rastlanmıyor kendisine.) Yazarın çalışırken nasıl giyindiği pek ilginç değil bana kalırsa, yazarın cüretini de giyim tercihleri üzerinden değerlendirmek biraz saçma; ama bu yazı vesilesiyle ayakta yazan isimleri tarama şansım oldu ki masa başında saatler geçiren biri olarak, bu beceriyi kıskanmadığımı söylemem güç. Örneğin Philip Roth'un volta atarak yazdığı ve her sayfa için ortalama yarım mil katettiği söyleniyor ki, ne diyelim etkileyici, gerçekten çok etkileyici. Ayakta yazan yazarlardan bazıları şöyle: Ernest Hemingway, Vladimir Nabokov, Lewis Carroll, Thomas Wolfe. (Bu liste tartışmaya açık aslında; Nabokov ve Wolfe'un oturarak yazdıkları da biliniyor.) Ayakta yazmak nasıl oluyor derseniz türlü metod mevcut ancak buna karşın Truman Capote'nin her zaman yatarak yazdığını ve kahvesiyle sigarasının olmazsa olmazları olduğunu belirterek ayakta yazanlara meydan okuyan bir parazit salalım bari evrene, o kadarı da bize düşsün artık.

Günde altı saatten fazla oturmanın ölümcül olabileceğini duydunuz mu peki? Öyleymiş. Şu ayakta yazı meselesini yeniden değerlendirmek gerek. Öte yandan, Melville House, fazla giyinik olmayan yazar resimleri derlemiş, merakınızı uyandırdıysa buraya buyrun. 

(Yukarıdaki görselde çıplak bir Hemingway gazete okuyor, altta ise Capote, görünüşe bakılırsa yazmak için uyguladığı metoda dinlenirken de başvuruyor.)






24 Eylül 2012 Pazartesi

El bombası


Etgar Keret haftaya İstanbul'da, daha evvel duyurmuştuk hatırlarsanız. ITEF kapsamında şehre gelecek olan yazarı, en yeni öykülerini kapsayan son kitabı Kapı Birden Vuruldu da karşılayacak. Tekrar edelim -zira küçük bir değişiklik var programda- Keret'in etkinliği 2 Ekim Salı günü Cezayir Restoran'da. Keret, Hakan Günday ve Elif Bereketli ile laflayacak. Keret takipçilerini bekliyoruz; buyrun gelin ve hem tuhaf hem de son derece sarsıcı ve şaşırtıcı öyküler yazan bu ilginç figür ile sohbete siz de katılın.

Kapı Birden Vuruldu, Keret'in en yeni öykülerini kapsıyor; bu açıdan Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü'nden, Buzdolabının Üstündeki Kız'dan ya da Nimrod Çıldırışları'ndan biraz farklı. Yazar biraz daha olgun, anlattığı öyküler biraz daha karanlık. Keret öykülerinin tümünde olduğu gibi, bunlarda da her an her şey gerçekleşebiliyor; mizah, ironi ve hüzün, beklenmedik biçimlerde iç içe geçiyor. Fazla tüyo vermek istemiyorum ama şahane bir koleksiyon bu, yazarın gelişimini irdelemek için de uygun - bu vurucu öyküler eşliğinde şehre gelip kendi öykülerini dillendirecek olan Keret'i, yeni kuşak edebiyatın en ilginç seslerinden birini kanlı canlı görme fırsatını da kaçırmayın diyelim.

Bu arada Aykut Ertuğrul, Sabit Fikir'in eylül sayısı için şahane bir Nimrod Çıldırışları incelemesi kaleme almış; Ertuğrul, Eşek Şakasından Yapılma Öyküler başlıklı yazıda, "Gerçeklerden yapılma minik el bombalarını andırıyor Nimrod Çıldırışları öyküleri, Quentin Tarantino filmleri gibi,"diyor. Bu benzetme cuk oturuyor, bize daha fazla laf düşmez.

Kapı Birden Vuruldu, ABD'nin saygın yayınevlerinden FSG tarafından yayımlandı bir süre önce, pek çok da etkinlik yapıldı kitabın şerefine, Miranda July'dan tutun Jonathan Safran Foer'e, Gary Shteyngart'tan Ira Glass'e pek çok mühim figür, çeşitli okuma ve sohbetler için Keret'e eşlik etti. Keret'e ve Keretseverlere hitaben hazırlanan tumblr sayfası Something out of Something de epey ilginç bu arada, hazır bahis konusuyken es geçmeyelim. 

Yoktan bir şeyler yaratmak için bir şeyler uydurmak gerekir. Ama bir şeylerden bir şeyler yaratıyorsanız eğer, zaten orada olan bir şeyi, örneğin bir hissi alıp anlatıya çeviriyorsunuzdur. Edebiyat, doğası gereği buluşlar yapmaya değil, zaten var olanı dillendirmeye meyillidir. İyi bir kitap okuyorsanız eğer, okuduklarınızın uydurma olduğunu düşünürken bulmazsınız kendinizi; aksine, "Bahsettiği şeyi biliyorum," dersiniz. 

İyi haftalar!

(Görsel, Keith Haring. Pasaj, Words without Borders söyleşisinden alıntı.)




21 Eylül 2012 Cuma

Nnn...


N-n-notlar

Şahane bir kitap, kaçırmayın: Mutlu Moskova - Andrey Platonov. (Metis, Çeviren: Günay Çetao Kızılırmak.)

Burada Grinin Elli Tonu konuşuladursun, Salman Rushdie'nin otobiyografisi Joseph Anton, sonunda -yurtdışında- yayımlandı. Rushdie, kitapta hakkında ölüm fetvası verilen günlerden başlayarak hayatını masaya yatırıyor. Joseph Anton da kimin nesi derseniz söyleyelim, yazarın polis koruması altındayken seçtiği takma isim olan Joseph Anton iki edebiyatçıya, Anton Çehov'a ve Joseph Conrad'a selam çakıyor. Bu arada Rushdie'nin başyapıtı Geceyarısı Çocukları geçtiğimiz günlerde Can Yayınları tarafından yeniden yayımlandı, hatırlatmış olalım. Çeviren: Aslı Biçen.

Merak uyandıran otobiyografiler olduğu gibi, merak uyandırmayanlar da var elbette. Arnold Schwarzenegger'in terminatörlükten valiliğe ve daha kim bilir nerelere uzanan yaşam macerasını kapsayan otobiyografisi Total Recall (!) yakında raflarda olacakmış örneğin. Tanıtım videosundaki mimikler gayet fena, ötesine yorum yapmayayım. Bir Philip K. Dick öyküsünden (Philip K. Dick için bkz. 6.45) uyarlanan aynı adlı filmi hatırlarsınız sanıyorum. Mars, mars diye inleyen bir Arnold kalmış benim aklımda, ama Philip K. Dick var işin içinde, unutmamak gerek.

Blogspot'tan iyi olmasın, Tumblr güzel mecra. Sirenin Sesi'nin de bir Tumblr sayfası var ama bir süredir atıl duruyor; yakında tekrar hareketlenecek, onu duyuralım bu vesileyle. Tumblr demişken, kahvenizin yanına gidecek müzik arıyorsanız buraya buyrun. Fazlasıyla karışık.

Jose Saramago, bu genç romancı hakkında, "İnsanın onu dövesi geliyor," demiş. Bu yoruma katılmadığımı belirteyim ama Gonçalo M. Tavares'in Kudüs'ü ilginç bir kitap - Kırmızı Kedi'den. Bu arada Saramago'nun gençliğinde yazdığı ve hiç yayımlanmamış olan romanı Çatıdaki Pencere, ölümünden sonra eylül ayı itibariyle raflarda, henüz okumadım ama ilgiye şayan - Kırmızı Kedi'nin yayımladığı romanın çevirisi, Tavares'in Kudüs'üne de imza atan Pınar Savaş'a ait.

Sinemada çağ edebiyat uyarlamaları çağı... Tolkien'in Hobbit'inden uyarlanan Peter Jackson filmi 14 Aralık'ta vizyona girecek gibi görünüyor mesela. Bu hafta yeni bir tanıtım filmi yayımlandı ama filmin websitesi, size kendi karakterlerinizle kendi tanıtım filminizi yaratma fırsatı veriyor. Baştan sona değil, sonunu istediğiniz karaktere göre değiştirebiliyorsunuz. (Bu arada nota not: Kitapların doğumgünleri varsa eğer, Hobbit bugün 75 yaşına basıyor. 1937'deki ilk edisyona göz atmak için buraya.)

Filmekimi programı açıklandı - Yaz resmen sona erdi!  Blog yazarınız -Haneke, Gondry, Szabo ve diğerleri bir yana- Ai Weiwei: Asla Pişman Olma'yı merakla bekliyor. Cem Altınsaray'ın Film Ekimi önerileri için buraya buyrun. Çekme Kaset'in önerileri ise burada. Alternatif bir liste de Biletsiz'de yer alıyor.

Time Out'un çevrim içi edebiyat dosyasını gördünüz mü?

Hafta sonunda dinlenmek gerekir - adettendir. İyi tatiller!








20 Eylül 2012 Perşembe

Sohbet


Yukarıdaki videoda Etgar Keret, Paul Auster gibi poz vermeye çalışınca Doğu Alman porno yıldızlarına benzediğinden, evine çekim yapmaya gelen gazetecilerin ona hikaye yazar gibi yapmasını söyleyip poz verdirdiğinde çektiği çileden ve sosyal hayattaki hipotezlerden bahsediyor.

Keret, İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali kapsamında 2 Ekim akşamı İstanbul'da olacak; Carl Johan Vallgren, Hakan Günday, Aslı Tohumcu ve Khalil Bendib ile katılacağı sohbette otosansürden ve şairin ehliyetinden bahsedecek. Keret'in öykülerini seviyorsanız bir de kendisini dinleyin diyoruz, başka da bir şey demiyoruz... Şehir ve Korku temalı ITEF hakkında bilgi için buraya buyrun.

Keret'in yeni kitabı Kapı Birden Vuruldu, arayı fazla açmadan, ekim ayında raflarda.


19 Eylül 2012 Çarşamba

Yok!




... hastabakıcıya kız mı erkek mi, diye sordum. Kız olduğunu söyleyince başımı çevirdim ve ağladım. 'Pekâlâ,' dedim, 'kız olduğuna memnunum. Umarım aptalın teki olur: Bu dünyada bir kızın başına gelebilecek en iyi şey, güzeller güzeli bir budala olmaktır.'*
"Gördüğün gibi, bana artık her şey berbat, altüst olmuş gibi geliyor," diye sürdürdü sözünü, büyük bir inançla. "Herkes aynı fikirde - en ilerlemiş insanlar bile. Bense biliyorum. Gitmediğim yer, görmediğim, yapmadığım şey kalmadı." 

(Muhteşem Gatsby, F. Scott Fitzgerald. Çeviren: Püren Özgören, Everest. Orijinal pasaja şurada rastladım, Sylvia Plath'e ait Gatsby nüshasından alınma olduğu söyleniyor; Plath, yukarıdaki satırların altını çizmiş, bir alt paragrafın yanına ise bir not düşmüş: "Can Sıkıntısı!" Çizimler Plath'e ait; ayakkabılar -yanılmıyorsam- Can Yayınları'nın Sırça Fanus edisyonunda, sonsözde de yer alıyor. Sırça Fanus'u okuyanlar Esther'in fizik problemleri karşısında çektiği sıkıntıyı, A noktasından B noktasına belli bir hız ve ivmeyle gidilmesinin hesaplanması gerektiği sırada hep  'Ya yola bir inek çıkarsa?' diye düşünerek probleme odaklanamadığından yakındığını anımsarlar sanıyorum. Altta inek, bütün teklifsizliğiyle, yine Plath'in kaleminden.)


18 Eylül 2012 Salı

Yakın




Biçim açısından tek tip olan kitapların bolluğu romanın organik halinin böyle olduğu yönünde bir yanılsama yaratıyor. Romanların salt düzyazıdan oluştuğu, tasarımın yazıya hizmet etmediği yönünde bir varsayım doğuyor böylece. 

 Bunun altında, John Barth'ın da dediği gibi yazının "matbu bir ses" görevi gördüğü inancının yattığı fikrindeyim. Matbu metinlerde sözel olana dair bir öykünme söz konusu. Kitap dışarı salınmayı bekleyen birtakım sözel şeyleri muhafaza eden bir nesne olarak görülüyor. Bir kutunun içinde Holden Caulfield. Plastik bir kabın içinde Reis Bromden. Salinger ve Kesey, sesi sayfadan akıtma olayını mucizevi biçimlerde işletiyor. Evet, birileri benimle konuşuyor, beni baştan çıkarıyor. 

Yine de sanırım benim asıl ilgimi çeken okuru elinde tuttuğu kağıt hamuruna yakınlaştıracak bir yazın biçimi. Kağıdın romana mekan olduğu, salt araç olmaktan çıktığı kitaplar.

(Salvador Plascencia, Nashville Review söyleşisi. Görselde, Kağıt İnsanlar besin piramidi. )

17 Eylül 2012 Pazartesi

Sahici



Geçen hafta boyunca Kâğıt İnsanlar'dan bahsettik durduk. Biz Kâğıt İnsanlar'ı teğetlerle anlatmaya çabaladığımız sırada Philip Roth, Wikipedia'ya açık bir mektup yazdı ve ortalık karıştı. Soru şu, sevgili okur: Bir kitap hakkındaki nihai otorite onun yazarı olabilir mi? Eğer yazar otorite değil ise, kitap hakkında nereden 'sahici' bilgi edinilebilir?
Daha önce Jonathan Franzen'ın Twitter'a saydırdığına şahit olmuştuk mesela ama Roth'un bu bağlamda Wikipedia'yı karşısına alması, 'eski usuller-yeni mecralar' atışmasında enteresan bir cephe teşkil ediyor. Wikipedia açık bir mecra, ancak yazıların içeriğinin doğrulanması gerekiyor - burada, doğrulanmış bir makalede Roth'un  İnsan Lekesi (Ayrıntı Yayınları; çeviren: Suzan Aral Akçora) adlı romanının Anatole Broyard adlı gazetecinin yaşamından esinlendiği söylenmiş, kıyamet ise burada kopmuş:  İddianın doğru olmadığını ileten Roth'a, iddianın silinmesi için yanlış olduğunu kanıtlar nitelikte kaynak göstermesi gerektiği söylenmiş.  Roth'un içinde bulunduğu durum, bu noktada -yani, kitabın yazarı olarak nihai otorite sayılmadığı noktada- kafkaesk bir boyut kazanıyor. Tartışma, Wikipedia'nın bürokrasisi ya da basit bir hatadan ibaret değil; Roth'un kurgu karakterinin Anatole Broyard'a dayandığını iddia edenler, yazarın açıklamalarından tatmin olmamışlar. Kopan yaygara, aynı zamanda bir itibar sorununa işaret etmekte - yazar, hayal ettiği karakteri gerçek bir kişiye dayandırıp bunu inkar mı etmektedir yoksa burada, hayatın tuhaf cilvelerinden birine mi kurban gitmiştir? İşte, soru bu: Kitap hakkındaki gerçek nedir ve yazar, bizlere doğru söylemekte midir?
Dedektif değilim, dedektiflik yapma niyetinde de değilim sevgili okur. Ancak bilinçli ve bilinçsiz yaratma süreçlerinin derinliklerini ve eserin 'okunma biçimleri' arasındaki tutarsızlıkları heyecan verici bulmadığımı söyleyemem. Jonathan Safran Foer, katıldığı bir TV programında roman yazarken ne yaptığını bilmediğini, karanlık bir koridorda yürür gibi yazdığını ve ancak sonuna yaklaşınca 'her şeyin' aydınlandığını söylüyor örneğin. Bu iddiayı Foer'den başka kim çürütebilir? Peki Roth kendi romanı hakkında yanlış bilgi veriyor olabilir mi? Öyle olsa bile, bu nasıl kanıtlanabilir?
Yazıyı Jose Ortega Y Gasset'in Sanatın İnsansızlaştırılması ve Roman Üstüne Düşünceler'inden bir alıntı ile kapatalım:
"... Tek ve aynı gerçek, ayrı bakış açılarından izlendiğinde, birçok farklı gerçeğe bölünmektedir. Şöyle bir soru geliyor aklımıza: Bu birçok gerçekten hangisi sahicidir, asıl gerçektir?" (YKY; çeviren: Neyyire Gül Işık.)
Hangisi sahici? Haftanın, ayın hatta yılın sorusu, bence bu olmalı. Asla cevap veremeyeceğimiz üzere...
İyi haftalar dilerim.
(Görselde Luzinterruptus'un NY'taki işlerinden biri. Edebiyat Trafiğe Karşı.)



14 Eylül 2012 Cuma

Zarar


Belki aşk yarardan çok zarar veriyordu insana... Gökyüzünde çatlaklar açıp ufku mahvediyordu.

(Salvador Plascencia, Kağıt İnsanlar. Çeviren: Begüm Güzel. Görsel, Simon Schubert'in kağıt katlamalı işlerinden; kaynak: Telegraph.)

13 Eylül 2012 Perşembe

Kara!



Bazı eleştirmenlerin tasarıma ve tipografiye karşı mesafeli durmasını oldukça ilginç buluyorum. 'Dilerseniz eski kafalı olduğumu söyleyin ama ben romanın kelimelerle yazılanını severim,' diye alaycı alaycı konuşanlar oluyor. İroniktir, eğer matbaa tarihi ve kültürünü incelerseniz tek sütun ve salt düzyazıdan oluşan metinlerin oldukça yeni bir gelişme olduğunu görürsünüz ki bunun altında da edebiyat geleneğinin izlediği yol değil, matbaaların standart prosedürlere geçişi ve yayıncıların tembelliği yatıyor. 


Düzyazının sınırları vardır ve bazen lirik bir anlatım ya da metafor ile yetinmek mümkün olmaz. Bazen bir sayfada ihtiyaç duyulan yegâne şey, kara bir dörtgen olabilir. 


(Salvador Plascencia, The Bomb söyleşisi.)


12 Eylül 2012 Çarşamba

Destek!


Yapılar, sütunlarla ayakta durur. Kimi zaman insanlar da, güçten düştüklerinde bastonlarla doğrulur. Melankoli beter bir illettir ve salt insanlarda değil, tanrılarda da görülür. Yalnız tanrıların gazabı, insanların gazabından beterdir.

Kağıt İnsanlar, anlatıyı sütunlarla ayağa kaldırıyor. Göklerin altında yaşamaya mahkum olanların sesleri, giderek çoğalıyor. Kalbi kırık bir adam, gizlice kendini dağlıyor; bir diğeri, her şeyin acısını yarattığı kağıt insanlardan çıkarıyor.

Salvador Plascencia, Kağıt İnsanlar'da yürek söken bir mücadeleyi alışılmadık tekniklerle anlatıyor. İnsan bazen ayağa kalkacağı bazen de yaşadığı sırada, desteğe ihtiyaç duyuyor.

(Görsel: Saturn Tapınağı, Roma.)

11 Eylül 2012 Salı

Kıymet


Doğum = kağıt.
Ölüm = kağıt.
Evlilik = kağıt.
Boşanma = kağıt.
Kutsal Kitap = kağıt.
Kutsal olmayan kitap = kağıt.
Para = kağıt.
İflas = kağıt.
Seyahat = kağıt.
Sağlık = kağıt.
Hastalık = kağıt.
Başyapıt = kağıt.
Çöp = kağıt.

Taksim'den Tünel istikametine doğru İstiklal Caddesi boyunca yürürseniz, sayıca çok olan döviz bürolarının birinde, origami yaratılarla karşılaşacaksınız. Kimi kağıtların değeri numerik olarak anbean ilan edilir, kimileri ise, origami hayvanlar gibi, onları fark edecek seçici gözlerin insafına kalmıştır. Gündelik hayat, sürprizler yapmayı sever - "değerli" ve değeri sürekli oynayan kağıtlar, görece değersiz sayılacak origami hayvanlarla aynı çatının altında, bir döviz bürosunda barınabilir.
İnsan, pek çok şekilde tanımlansa da, kanıksayan varlıktır; elbette ki kağıdı da kanıksamıştır. Kağıt, insanların tükete tükete biriktiği bir düzende kadri bilinmeyen kıymetlerden olup insanın anlam yüklediği çoğu sürecin temel taşlarından sayılır.

Ve insanların gelip geçtiği yerkürenin tepesinde bir yerde, göklerde, birilerinin aşağıdakileri gözlediği ve gözettiğine inanılır. Bu inanç, kağıttan eskidir; öyle söylenir.

Kağıt İnsanlar, yarından itibaren, tüm kitapçılarda.

10 Eylül 2012 Pazartesi

Kağıt!


Buruşturup attığınız topakların, ellerinizi kuruladığınız havluların, bir kenara attığınız defterlerin, cüzdanlarınızı kaplayan faturaların, gün sonunda çöpü boylayan gazetelerin, içki şişelerini saran yaprakların, sararan fotoğrafların ve gündelik hayatın hay huyu içerisinde yitip giden pek çok şeyin özünde kağıt hamuru yer alır. Hem ekonominin kalbinde hem de klozetin dibinde yatan, nihayetinde, kağıttır yine. Banknotlara, kutsal kitaplara ve tuvalet kağıdına onun sayesinde kavuşulur. Uçarılığa meyilli sözü tutan, yazıyı koruyan odur... Tetanoz tehlikesi yaratmaz ya da oluk oluk kan akıtmaz belki ama, ters bir hareket sonucu teninizi kesti mi, acı acı sızlatır. Söylenen sözler unutulur belki ama kağıda dökülenler, onlar kalır; buruşturup atmadığınız sürece.
Kağıt kesiği niteliğinde bir roman hazırladık: Kağıt İnsanlar. Makinelerin çarkları dönerken saf bir şeylere tutunmak isteyenlerin, limon ekşiliğinde büyüme sancılarının, sızısı dinmek bilmeyen onulmaz kalp yaralarının, kederini alıp yatarken başucuna koyanların öyküsü. Belki de, her şeyden öte, kadere karşı verilen savaşların.
Yeryüzünde yaşama mahkum olanlar, medeniyetin en başından beri, göklerdekilerin insafı için dua etmiştir. Göklerdekiler tayfasından Satürn, melankolik bir gezegendir ve kendi çocuklarını yemesiyle bilinir.
Kağıt İnsanlar, hafta ortasından itibaren, tüm kitapçılarda. Sözün bitip kağıdın başladığı yerin derinine inmek için.
(Görsel: Liz Hammon'un kağıt işlerinden.)

7 Eylül 2012 Cuma

İlk!

Haftayı devirirken gökler parçalı bulutlu, bedenler yorgun, zihinler aktif; an itibariyle Z raporumuz budur. Hafta başında bu yılın en çok konuşulan kitabı Fifty Shades of Gray'i yazmıştım; bugünü de bu yılın en çok konuşulacak kitabı The Casual Vacancy ile kapatayım. The Casual Vacancy, Harry Potter fenomeninin yaratıcısı J. K. Rowling'in 27 Eylül'de kitapçılarda olacak romanı; hakkında ser verilip sır verilmiyor henüz ancak ABD baskı adedinin iki milyon olacağı konuşuluyor. Şu kadarını biliyoruz: bu romanda sihirbazlar yok, çocuklar için yazılmamış. Rowling, bu kitabın Harry Potter ile ilişkilendirilmesini istemiyor, bir ilk roman gibi yayımlanmasını tercih ediyormuş, tabii -sadece ABD'de- iki milyonluk bir baskı adediyle gözlerini açan başka "ilk" roman olmuyor ya, neyse...
Rowling, kitaplarının önceden eleştirmenlere gönderilmesini, böylelikle yayımlandığı hafta gazete ve dergilerde hakkında yazılar çıkmasını tercih etmiyormuş ayrıca; bu, Harry Potter'da da uyguladığı bir strateji ve son derece başarılı, beklenti çıtası yükseliyor, bekleyiş gizemle birlikte daha da dayanılmaz bir hal alıyor. Rowling'in yetişkinler için yazdığı romanın beklentileri tatmin edip etmeyeceğini göreceğiz ama kitabın Fifty Shades'in yarattığı fırtınayı aşacağını söylemek mümkün. Yayıncısı Harry Potter ile büyüyen çocukların bu kitabı okuyacaklarını öngörüyormuş; eh, Harry Potter'ın dünya genelinde 450 milyonluk bir satış adedi olduğu düşünülürse onun da beklentisi büyük olsa gerek. Bu arada bir not; son Harry Potter romanı, serinin yedincisi, 12 milyonluk bir ilk baskı adediyle raflara inmiş. Amerikalı yayıncısı Michael Pietsch, Dickens romanlarını andırdığını söylemiş The Casual Vacancy'nin; Dickens'ın bu çağda Harry Potter'ın yarattığına benzer bir fenomene yol açıp açmayacağını ise ay sonunda kendimiz göreceğiz.
Eylül ayı güzellikler ayı, raflar birbirinden güzel kitaplarla dolu... Haftaya onları konuşalım.
Görselde, elbise; malzeme: Harry Potter sayfaları. Kaynak: La Vie est belle. Yazıdaki bilgilere detaylı erişim için buraya.


 

6 Eylül 2012 Perşembe

Kapı...


Keret'ten bir sürpriz daha: Kapı Birden Vuruldu. Yazar 1-2 Ekim'de ITEF kapsamında İstanbul'da olacak. Yeni kitap Ekim başında raflarda... Duyduk duymadık demeyin!

5 Eylül 2012 Çarşamba

Moda!



Amerikan Vogue dergisinin eylül sayısından ilginç bir ters köşe: Colm Toibin imzalı bir Edith Wharton yazısı. Yazı bir kenara, Annie Leibowitz imzalı bir de moda çekimi gerçekleştirilmiş: Jonathan Safran Foer, Junot Diaz, Jeffrey Eugenides gibi yazarlar Wharton'un dostları kılığına girip poz vermiş. Vogue'un eylül sayısı meşhurdur, biliyorsunuz; Wharton'un Massachusetts'deki malikanesinde yapılan çekimde adını andığım yazarları görmenin ilginç olduğunu ise yadsımak mümkün değil. Buraya kadar her şey gayet güzel, hoş; Vogue gibi bir moda dergisince çağdaş edebiyatın bu okkalı kalemlerinin -Wharton gibi bir yazara saygılarını sunma vesilesiyle- çekime katılmalarının sağlanması da gayet güzel, yalnız tek bir nokta eksik kalmış gibi: Wharton'u canlandırmak üzere bu kalemlerle beraber kamera karşısına geçecek bir kadın yazar bulmak yerine Natalia Vodianova adlı süpermodelin seçilmesi sanki biraz tuhaf olmuş. Internette biraz bakındım ve bu hususta yalnız olmadığımı gördüm; çekim şimdiden bu nedenle epey tepki toplamış. Vodianova daha önce yine burada, Vogue'da, Alice Harikalar Ülkesinde'den ilham alan ve çok konuşulan bir moda çekiminde Alice'i de canlandırmış meğer. Üstelik şöyle bir tesadüf de söz konusu: Alice Harikalar Ülkesinde temalı çekimde de kameranın arkasında Annie Leibowitz durmuş... Her neyse, uzun uzun anlattım ama kapağında tanımanın imkansız olduğu bir Lady Gaga'nın yer aldığı, 900 sayfaya yakın moda dergisinde Jonathan Safran Foer ile Jeffrey Eugenides ile karşılaşmak beni biraz sersemletmiş olabilir, ondandır.
Geçen sene bu aralar, benzer biçimde, Elif Şafak'ın kendi kitabının ana karakteri olarak bir yaz günü karşımızda belirmesi ve şehrin tüm otobüs duraklarında üzerinde kalın yünlü bir takımla arz-ı endam etmesi hakkında fikir yürütüyorduk; burada, kanımca daha derinlikli bir çalışma söz konusu, ancak Wharton'u bir süpermodelin canlandırmasına, dediğim gibi pek akıl erdiremedim. Ha, yazarların başka birileri kılığına girip poz vermeleri ayrı bir mesele tabii; o hususta da muhafazakar bir tavır içinde olduğumu, yazarları yapıtlarının arkasında değil de önlerinde görmekten pek hoşlanmadığımı belirtmek zorundayım sanırım. Elif Şafak -ki kendisi daha önce Hürriyet Cumartesi için "deli" romancı kılığına girdiği, saçına peruk taktığı ve türlü "haller" sergilediği fotoğraflarla da akıllara kazınmıştır- demişken, Şafak geçtiğimiz pazar günü Habertürk'te David Foster Wallace konulu yeni bir köşe yazısı kaleme almış; almış da ne demiş, valla orasını siz değerlendirin sevgili blog okurları... Benden bu konuda yorum yok. Onun yerine, Şafak'ın 2010 tarihli bir söyleşisinden alıntı yapayım, fazla söze hacet yok zaten: "İstanbul’da beni tanıyan pastacılar, ekmekçiler var. Benim bir kenarında oturup çalıştığım fırınlarım var. Alıştılar bana. Bazen habersiz gidiyorum, bazen haber vererek. Onlar cheesecake yapıyorlar ya da ekmek, un kurabiyesi; ben de yazıyorum. Un kurabiyesinin enerjisi muhteşem mesela, yapıp getiriyorlar..."

Un kurabiyesinin muhteşem enerjisi aşkına!

Aydınlık günler dilerim.

4 Eylül 2012 Salı

Büyük



Bütün büyük romanlar zaten bildiğimiz, ama o konuda büyük bir roman yazılmadığı için kabul edemediğimiz gerçekleri göstermek için yazılır. 

(Orhan Pamuk, Tristram Shandy'ye Önsöz. YKY.)

3 Eylül 2012 Pazartesi

Sürü



Şairin de dediği gibi, yaz geçer sevgili blog okuru, yaz geçer. Her şey geçer ya, neyse, orasını şimdilik kurcalamayalım ama eylül de toparlanıp gidecek bu gidişle, yine çok sevdiğimiz bir diğer şairin öngördüğü üzere. 

Blog kısa bir ara verip soluklanırken Nobel bahisleri açıldı, yaz miskinliği yerini sonbahar koşturmacalarına ve yaz kitapları yerlerini merakla beklenen 'hit'lere bırakmaya başladı. Devinim, iyidir; hit meselesi tartışmaya açık oysa ki. Bu yılın global anlamda en çok konuşulan kitabı Fifty Shades of Grey oldu örneğin; bütün kadınların delice bu kitaba sardırmasına dair haberler mi dersiniz, klasiklerin sadomazoşist öğelerle yeniden 'zenginleştirilmesi' mi, yoksa muhafazakarların kitabın nüshalarını yakacaklarını duyurmaları mı; yok yok. Okumayan Marquis de Sade sanacak; öyle bir kakafoni sarmış durumda ortalığı; oysa klasik bir pembe dizi metnini smslerle destekleyip ucundan kıyısından sadomazo mizansenlerle süsleyince buyrun size Fifty Shades of Grey, ne eksik ne fazla; kopan fırtınaya anlam vermek mümkün değil. Popüler olanın bir cazibesi var elbette; onu yadsıma niyetinde değilim ama şu vahşi tüketim çağında çakma bir sadomazoşizm sosuyla hazırlanmış bu berbat 'yemeği' sindirmenin önemli olduğunu, bu kitabın yarattığı rüzgarın nereden estiğine kafa yormak gerektiğini düşünüyorum. 


Bu bağlamda bir diğer haber; zamanında yayıncısı tarafından sansüre uğrayan Dorian Gray'in Portresi, bu defa sansürsüz olarak yeniden yayımlanacakmış, ki bu, sanıyorum Fifty Shades'den hareketle yaşanan girişimler söz konusu olduğunda sevinçli bir haber. Ben bu yazıyı yazarken bir yerlerde birtakım hayalet yazarlar klasikleri yeniden 'pazarlanabilir' kılacak sakil seks sahneleri kaleme almaktalar; sürüler çobanları önderliğinde yürüyüşlerine devam ediyor ve bizler, bir yerlerde durmuş olan biteni anlamaya çalışıyoruz. Klasik edebiyatta cinselliğin şiddetine dair merak duygusu içinde olanlara naçizane tavsiyem naylonu, sabun köpüklerini bir yana bırakıp Everest'in çok güzel bir iş yaparak yeni edisyonlarla yayımladığı Çehov serisinden Küçük Köpekli Kadın'a bir göz atmanız - sevişme sonrasında karpuz yiyen bir erkek ancak ama ancak bu kadar dehşetli anlatılabilir; zincire, kırbaca hacet yok... Neyse, sürüler çobanlarını izleyedursun, sizin kitaplarınız güzel olsun. İyi haftalar!