kalanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kalanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ekim 2014 Pazartesi

Yarışma

Tom Perrotta'nın romanı Kalanlar'dan uyarlanan The Leftovers, nihayet, 7 Ekim Salı günü Digiturk Sci-Fi'da izleyicisiyle buluşuyor. RaniniTV, ilk bölüm şerefine bir yarışma düzenlemiş: The Leftovers İyi Seyirci Yarışması. Katılmak ve kitap kazanma fırsatı için buradan buyrun. 


17 Temmuz 2014 Perşembe

Kalanlar



Laurie Garvey, Vecd Günü’ne* inanacak şekilde yetiştirilmemişti. Aslına bakarsanız, bir şeylere inanmanın saçmalığı dışında hemen hemen hiçbir şeye inanmayacak şekilde yetiştirilmişti. Çocuklarının henüz çok küçük oldukları ve Katolik, Yahudi ya da Üniteryen arkadaşlarının yanında kendilerini bir şekilde tanımlamaları gerektiği günlerde, Biz bilinemezciyiz, derdi onlara. Tanrı var mı, yok mu, bilmiyoruz, kimse bilmiyor. Bildiklerini söylüyor olabilirler ama aslında bilmiyorlar.

Vecd Günü’nün bahsini ilk kez üniversite birinci sınıfta, Dünya Dinlerine Giriş adlı derste duymuştu. Profesörün anlattığı hadise ona şaka gibi gelmişti; kıyafetlerinden sıyrılıp evleri ve arabalarının tavanları üstünde yükselerek gökyüzünde İsa’yla buluşmaya giden Hıristiyanlar ve o esnada ağızları bir karış açık halde kalakalan ve tüm bu iyi insanların nereye kaybolduğuna şaşan diğerleri. Ders kitabında “milenyum öncesi muafiyetçilik” ile ilgili bölümü okuduktan sonra bile arkasında yatan öğretiyi bir türlü kavrayamamıştı; kıyamet, Deccal ve Mahşerin Dört Atlısı hakkındaki tüm o saçmalıklar... Onun nazarında duvar halıları kadar ucuz bir dini zırvalıktı Vecd Günü; kızartmayla beslenen, çocuklarını pataklayan ve sevgili Tanrı’larının AIDS’i eşcinselleri cezalandırmak için gönderdiği teorisine inanmakta hiç güçlük çekmeyen insanlara çekici gelecek cinsten bir fantezi. Üniversite yıllarının ardından, havaalanında ya da trende Geride Kalanlar** serisini okuyan birini gördüğünde okuyacak daha iyi bir kitabı, dünyanın sonunu hayal etmekten daha iyi bir meşgalesi olmayan
o zavallı budalaya acırdı.

Sonra olanlar oldu. İncil’in kehaneti, en azından kısmen gerçekleşti. Dünyanın dört bir yanında insanlar sırra kadem bastı, milyonlarca kişi, aynı anda. Antik çağdan kalma tevatürlerden -Roma İmparatorluğu döneminde dirilen ölü vakası gibi- değildi bu; Joseph Smith’in New York eyaletinin kuzeyinde bulduğu
altın levhalar veya bir melekle sohbeti misali, kendi ülkesinde türemiş bir terane de değildi. Gerçekti. Vecd Günü Laurie’nin yaşadığı kasabayı vurmuş ve birçokları gibi en yakın arkadaşının kızı da, Laurie bizzat onların evinde olduğu sırada ortadan kaybolmuştu. Tanrı Laurie’ye alev alev yanan bir açelyadan seslenseydi hayatına müdahalesi bu kadar bariz olmazdı doğrusu.

Gelgelelim Laurie, gün gibi ortada olan gerçeği haftalarca, aylarca inkâr etmeyi başarmış, kuşkularına bir can simidi gibi sarılmış ve “Ani Yolculuk” denen bu hadiseye yol açan şeyin bilinmediğinde ısrar ederek olayı araştıran bağımsız idare heyetinin raporu yayımlanana dek herhangi bir hükme varmamaları konusunda halkı uyaran bilim adamlarının, uzmanların ve siyasetçilerin sözlerini çaresizce yineleyip durmuştu.

“Bir trajedi yaşandı,” diye tekrarlıyordu uzmanlar. “Benzer bir hadiseydi fakat Vecd Günü değildi.”
Şaşırtıcıydı ama bu iddiayı en ateşli biçimde savunanlardan bazıları, 14 Ekim’de kaybolanlardan -Hindular, Budistler, Müslümanlar, Yahudiler, ateistler, animistler, homoseksüeller, Eskimolar,
Mormonlar, Zerdüştler ve başka her ne idilerse- birçoğunun İsa’yı kurtarıcı olarak kabul etmediğini nazara alan Hıristiyanlardı. Onlara kalırsa bu, rasgele toplanmış bir hasattı, oysa Vecd Günü asla
rastlantısal gelişemezdi. Vecd Günü’nde sapla samanın ayrılması, inananların ödüllendirilip geride kalanların uyarılması gerekirdi. Ayrım gözetmeyecek bir Vecd Günü, Vecd Günü falan olamazdı.
Kafa karışıklığına teslim olmanız, ne olup bittiğini bilmediğinizi kabullenmeniz işten bile değildi. Ama Laurie biliyordu. Yüreğinin derinliklerinde, ta en başından beri biliyordu. Geride kalmıştı. Herkes geride kalmıştı. Tanrı’nın karar sürecinde dinleri göz önünde bulundurmamış olması bir şey değiştirmiyor, hatta işleri daha da beter hale sokuyordu. Şahsen reddedilmiş oluyorlardı bu durumda. Yine de Laurie bunu görmezden gelmeyi ve zihninin kasvetli bir oyuğuna, her günün her dakikasını bunalımda geçirmemek için günün birinde öleceği malumatını gizlediği, insanın kafa yormaya dayanamadığı konulara ayırdığı bodrum katına kaldırmayı tercih etti.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
* Kıyamet kopmadan yedi yıl önce Tanrı’nın sadık kullarını cennete alacağı ve
geride kalanların Büyük Sıkıntı tabir edilen zorlu süreçte dünya üzerinde bırakılacağına
yönelik Hıristiyan inanışı.
** Left Behind: Tim LaHaye ve Jerry B. Jenkins’in, muafiyetçi bakış açısından kıyamet
gününü anlatan on altı romanlık dizisi. (ç.n.)

(Kalanlar, Tom Perrotta. Çeviren: Berrak Göçer. HBO'da yayımlanan uyarlama, ağır başladı ve üçüncü bölüm itibariyle rehavetinden kurtulacakmış sinyali verdi, ama TV bu, ne olur bilinmez. Kitabın, uyarlamayı anlamlandırmada temel olmakla beraber, olay akışı ve karakterler açısından derin farklılıkları var, onu da belirtelim.)

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Vişneli


...
Gelecekler, geliyorlar, geldiler.
                 — Erirken dondurmamız limonlu
                     Ya da vişneli bir yaşamın sonu
                     Gelip çatmadan daha...

                 — Yaşıyoruz, derdik, yaşıyoruz da...

                 — Sözsüz, zamansız bir şaka mıydı yaşam
                      Bizim yaşamımız?

                 — Ne istedik, neden istedik, gerekli miydi çok?
                  Dün akşam ne yapmıştık, bu akşam ne yapacağız?
  
                  — Günler günleri emdi, toprak toprağı, su suyu
                       Bir gülüş bir başka gülüşü, bir durum bir başka durumu
                       Kum kumu, rüzgar rüzgarı
                       Her şey birbirini ve her şey her şeyi emdi
                       Var yok'a dönüştü, yok var'a
                       Ama biz
                       Yenemedik arta kalan olmayı

      


...

(Edip Cansever, Yüzme Havuzu. Görselde, yine, Tuna Kıyısında Ayakkabılar anıtı.)

15 Temmuz 2014 Salı

Kalan





On kalır benden geriye dokuzdan önceki on 
Dokuz değil on kalır 
On çiçek, on güneş, on haziran 
On eylül, on haziran 
On adam kalır benden, onu da 
Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan 
On adam kalır. 

Ne kalır ne kalır 
Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan 
Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır 
Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır 
On çizik, on çentik, on dudak izi 
Bir çay bardağında on dudak izi 
Aşklardan sevgilerden 
Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi 
Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem 
Bir de bu kalır. 

Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır 
Asıl bu kalır. 

...

(Edip Cansever, Sonrası Kalır. Görsel, Budapeşte'de Tuna nehri kıyısında yer alan anıttan, Can Togay ve Gyula Pauer imzalı yerleştirme.)

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Akış



Bana göre enteresan olan, böyle bir olaya karşı verilen tepkilerin birbirinden farklı olması. Hikaye bu tepkilerin farklılığı üzerine kurulu. Esasa bakarsak kimileri bu olayı geride bırakmak, kimileri durup ne olup bittiğine kafa yormak ve böylelikle yeni bir dünyanın başladığını ve onun ne olduğunu söylemek istiyor. Kimileri de, 'Yaşamlarımız süregiden olayların akışından oluşur ve bu, olaylardan sadece biriydi, önceden içinde yaşadığım anlatı halen yaşantımı kapsıyor,' demek arzusunda. Tepkilerin çeşitliliğine dair bir hikaye bu, bireysel ve toplumsal olarak. 

(Tom Perrotta, Kalanlar hakkında fikir beyan ediyor (hitfix.com.) Kalanlar, kıyamet benzeri bir hadise sonrası dünya nüfusunun yüzde ikisinin gizemli bir biçimde sırra kadem bastığı gizemli bir vaka sonrasında olan biteni anlatıyor ve bu kıyamet-sonrası düzlemde, gidenlerin akıbeti bilinmese de, kalanlar kalıyor. Romanı bir 11 Eylül metaforu dahi olarak okumak mümkünse de, genel anlamda kayıplara ya da yaşamın açıklanamaz hükümlerine dair bir irdeleme niyetine almak olası. Kalanlar'ın atlattığı 'olay' sonrasında kaybolan ünlülerin kısa bir listesini de ekleyelim, dünyayı siz tahayyül edin: Jennifer Lopez, Papa 16. Benedikt, Vladimir Putin, Anthony Bourdain, Shaquelle O'Neil, John Mellencamp, Adam Sandler, Food Network yemek kanalındaki şeflerin ezici çoğunluğu, Salman Rushdie, vs... Ve biz, biz hâla burdayız... Görselde Henrique Oliveira'ya ait bir iş, tümör.)

7 Temmuz 2014 Pazartesi

İz

Hayatımızın temelinde yer alan, ama cevabını bilemeyeceklerimiz karşısında bizi bir adım ileri götürmeyen tek soru olsa gerek: 'Neden?'

Perrotta'nın Kalanlar'ı, neden sorusuna yanıt bulamayan insanların düştüğü karanlığı, gündelik hayatın sıradan ritmine takla attıran ani ve açıklanamaz bir hadisenin ardından geriye kalanları anlatıyor. Bilinmeyenin dehşetiyle dine, inanca, bilime, nesnel gerçeklere ya da işaretlere sarılsa da insanlar, bazı soruların cevabının bulunamayacağı gerçeği değişmiyor ve hayat devam ediyor... Geride kalanlar için, hayat, öyle ya da böyle, sürüyor.

Antropolog Evans-Pritchard, cadılık inanışlarıyla literatüre girmiş Azande yerlileri ile çalıştığı sırada bir vakadan bahseder notlarında, yeri gelmişken değinmeli: Azande halkı, her insanın içindeki kötücüllüğün, nazar benzeri bir mekanizmayla, bir diğerine onulmaz zararlar verebileceğine inanır ve toplumsal düzeni bu kötücül güçleri dengeleyecek şekilde kurgularmış. Günün birinde, tahta kurtlarının çoktandır kemirdiği bir kulübe yıkılmış ve o esnada kulübenin önünde oturan bir adam göçüğün altında kalarak yaşamını yitirmiş. Bunun üzerine Azande yerlileri, bir istişarenin ardından, ölen kişinin komşusunun kıskançlığının bu olaya yol açtığında karar kılıp komşuyu linç etmeye gitmişler. Sıkı bir katolik olan Evans-Pritchard, yerlilerden birini durdurup kazanın nedeninin tahta kurtları olduğunu söylemeye çalışınca yüzüne bakıp gülen Azande yerlisi, tahta kurtlarından herkesin haberdar olduğunu, kolaysa binanın 'tam da yıkıldığı sırada' o adamın orada bulunuyor olmasını tahta kurtlarıyla açıklamaya çalışmasını söylemiş... Evans-Pritchard bir aydınlanma yaşamış mı bilmiyorum, ama Azande yerlileri, ihtiyaç duydukları yanıta antropologdan daha yakın, hayatla baş etme konusunda daha yetkin görünüyor bu anektodun ışığında, orası kesin.

Hemen hemen tüm temel sorular, dikkatimizi dağıtacak ve bizi bir nebze olsun ferahlatacak onca şey icat etmiş olmamıza rağmen, yanıtsız esasında. Neden varız? Neden yok oluyoruz? Neden birileri yok olurken bizler kalıyoruz?

Kalanlar'ı televizyona uyarlayan HBO, Amsterdam havaalanı yakınlarında bir tarlaya, inişe geçen uçakların yolcularının okuyabileceği tüyler ürpertici bir mesaj kazımış: 'Pilotunuz sırra kadem basıverse ne olurdu?' Yanıt ne olursa olsun, tüyler ürperten bir soru bu.

Hayat, yanıtı olmayan soruları savuşturmakla geçip gidiyor, vesselam. Kalanlar, sürükleyici ve düşündürücü bir gerilim romanı olmasının yanı sıra, insanın dünyadaki varlığının cılız temellerini irdelemek isteyenlerin de ilgisini çekebilir. Neden sorusu, yanıt olsun olmasın, ısrarla yöneltilecek elbet - zira bu soru, varoluşun çıkmazları kadar vazgeçilmez bir unsur hayatta... Sen sağ, ben selamet.

Kalanlar, şimdi tüm kitapçılarda... Ve biz, biz hâlâ buradayız.