David Foster Wallace'a ayırdığımız bu haftaki blog yazılarında bugün, biraz eskilere uzanalım ve SabitFikir'de yayımlanan Merve Fergökçe imzalı Bu Su yazısına bakalım dedik:
18 Mayıs 2011 Çarşamba
14 Temmuz 2010 Çarşamba
Sarhoş gemi
Geçen senenin sonunda, büyük bir yazardan küçük bir andaç niteliğinde bir kitap yayınladık: David Foster Wallace'tan Bu Su. Bu Su, intihar ederek hayatına son veren Wallace'ın Kenyon College mezunlarına yaptığı mezuniyet konuşmasının bir metni; bizler de bu küçük kitabın formatından ebatına değin Amerikalı yayıncısının öngördüğü biçimine sadık kaldık ve ülkemizde henüz tanınmayan bu büyük yazarı kendi küçük, çağrışımları geniş bir kitapla okura tanıtalım istedik. Wallace Bu Su'da yeni mezunlara pek çok şeyin yanı sıra aslen algının tuzaklarından, zihnin kapanlarından bahsediyor. Wallace'ın diğer kitaplarını önümüzdeki aylarda yine Siren'den temin edebileceksiniz. Mezuniyet konuşması demişken geçenlerde pek sevdiğimiz bir sanatçı olan Patti Smith'in Pratt Institute mezuniyet töreni konuşmasına rastladım ve burada paylaşmak üzere notumu düştüm. Punk'ın ağır ablası Smith, mezunlara yaptığı konuşmaya şöyle başlıyor: "Size nelerden bahsetmek istediğimi çok düşündüm; Mikelanj'dan, Hans Hoffman'dan, My Bloody Valentine'dan bahsetmek istedim... Ama şimdi buradayım ve sizlere ağız sağlığınızın önemini hatırlatmak istiyorum." Kendi kuşağının dental hijyen konusunda çok özenli olmadığını ve ağız ve diş bakımını ihmal ettikleri için çok çektiklerini söyleyen Smith, yaratıcı bir ruhun karşılaşabileceği en büyük engellerden birinin ağrıyan bir diş olabileceğini belirtmiş. Konuşmanın devamında kendi kişisel tarihinden ve fotoğraf sanatçısı Robert Mapplethorpe ile New York'taki yeniyetmelik günlerinden dem vuran Smith, konuşmasının sonunda bir kitap karakterini, Pinokyo'yu anmış: "Pinokyo iyi niyetlerle ve büyük umutlarla yola çıktı ama yolunu şaşırdı, hatalar yaptı. Sonunda yine de kendi olmayı seçti çünkü içinde yanan ateş, ne olursa olsun sönmedi... Mutlu olmak, dişlerinize bakmak, bunlar işinize yarayacak. Çünkü mutlu olduğunuzda size kim olduğunuzu söyleyen içinizdeki o kıvılcım daha bir parlayacak. O kıvılcım ki sizin kendiniz dışınızdaki şeylere karşı coşkunuzu körükleyecek, ortaya koyduğunuz işleri güçlendirecek." Bir yandan deli saçması, bir yandan da gayet tutarlı bir tavsiye gibi duruyor ancak derdimiz Patti Smith'i sorgulamak değil, bize düşen bu tavsiyeleri sizlere aktarmak. Bu yazıyı klişe bir ifade ile bitirelim ve hayatta başarılar dileklerimizi iletelim.
Bu arada Patti Smith severler orijinalini temin etmek suretiyle sanatçının bu sene çıkan ve Robert Mapplethorpe anısına yazdığı otobiyografik Just Kids'e bir göz atsınlar, kitabı İstanbul'da İngilizce kitap satan kitabevlerinden temin etmek mümkün. Smith burada oldukça lirik bir dille kendi gençliğini anlatıyor ve özellikle şair Arthur Rimbaud'dan etkilendiğinden bahsediyor.
26 Aralık 2009 Cumartesi
Yeni Çağın Hastalığı Solipsizm

"Sen kimsin?" diye sordu Tırtıl.
İnsana konuşmayı sürdürme isteği veren bir başlangıç tümcesi sayılmazdı bu.
Alice utana sıkıla, "Şey, ben, ben de şu anda pek bilmiyorum efendim," dedi. "Bu sabah yataktan kalktığımda kim olduğumu biliyordum ama, o zamandan bu yana o kadar çok değiştim ki."
"O da ne demek?" dedi Tırtıl sertçe. "Söylediğini açıkla bakalım!"
"Açıklayamayacağım efendim," dedi Alice. "Ben kendim değilim ki kendi dediğimi açıklayabileyim, anlıyorsunuz ya!"
Dave Eggers, Müthiş Dâhiden Hazin Bir Eser'de iddialı bir laf ediyor ve kendine dair takıntı geliştirmemiş kimselerin ilginç olmadıklarını savunuyor. Anlatı ve formda doğru kabul edilen her şeyi ters yüz etme kaygısıyla kurguladığı öyküde Eggers'ın ne denli ciddi olduğunu kestirmek okura kalmış elbette. Kitabına upuzun bir girizgahla çeşitli okuma önerileri ekleyen, dahil edilmemiş diyalogları okur henüz öyküye başlamadan karşısına seren ve hop, işte bir tel zımba resmi derken birdenbire kişisel hayatının trajedilerini müthiş bir oyunculuk ve alaycılıkla sayfalara döken bir yazardan söz ediyoruz sonuçta.
Ancak Eggers'ın parmak bastığı ve kitabın tümünde konu ettiği gerçeklik oldukça düşündürücü: masumane ifade edilmiş biçimiyle kendine takıntılı olma hadisesi, yani çağın yeni hastalığı solipsizm. Ben var olduğum sürece benim için varsın dünya, ötesinde yalansın dünya hadisesi. Eggers'ın ana karakteri kendine dair takıntılarıyla beslenen, mükemmel bir tekbencilik karikatürü sunuyor bizlere. Gıdasından öylesine memnun ki, tüm dünyanın da onunla beslenmesini elzem görüyor. Zaman zaman itici de olsa okura kendi aksini görebileceği bir ayna tutuyor Eggers. Anahtar sözcük: Ben.
Bir sene sona erer, yıllık kişisel özetler yapılıp yeni seneye dair plan ve projeler pek tabii ki "ben" odaklı olarak şekillenirken Eggers'ın aynasından kopup Wallace'ın sularına bir göz atmakta fayda var yine de. Çağdaş insanın en önemli savaşının zihnine ve kendi kendini mutlak merkezinde gördüğü dünya algısına karşı olduğunu savunan bu büyük yazarın sözlerini anımsamak, "ben"in kıskaçlarından biraz olsun kurtulmak gerekli. İki farklı yazarın benzer konuları ele alma biçimleri arasındaki uçurum ise üzerinde kafa yorulması gereken apayrı bir mevzu.
"Dur bakayım: Bu sabah uyandığımda aynı mıydım? Bir değişiklik duymuştum gibi geliyor. Ama aynı değilsem, değişmişsem, yeni bir soru çıkıyor ortaya: Ben kimim o zaman? İşte asıl bilmece bu!"
(Alıntılar: Alice Harikalar Ülkesinde, Lewis Carroll. Çeviri: Tomris Uyar, Can Yayınları 1992)
10 Aralık 2009 Perşembe
Bu Su ve David Foster Wallace

"İntiharların özel bir dili vardır. Tıpkı marangozlar gibi, hangi aletlerin kullanılacağını bilir, ama asla sormazlar neden diye..." - Anne Sexton
David Foster Wallace, 2008 yılında kendini asarak intihar ettiğinde 46 yaşındaydı. Geride adeta matematiksel biçimde kurgulanmış ve kült mertebesine erişmiş büyük eserler bıraktı. İğrenç Adamlarla Kısa Mülakatlar isimli kitabını önümüzdeki yıl yayımlayacağımız Wallace, senenin son günlerinde kendi küçük ama çağrışımları derin bir kitapla, Bu Su'yla karşımızda.
Bu Su, küçük bir anekdotla başlıyor:
İki genç balık birlikte yüzüyorlarmış. Yanlarından geçen yaşlı balık başıyla onlara selam verip, “Günaydın çocuklar. Su nasıl?” diye sormuş. Biraz daha yüzdükten sonra genç balıklardan biri diğerine dönmüş ve sormadan duramamış:
“Su da neyin nesi?”
Wallace, Bu Su'da insanın hayatta vermesi gereken en önemli savaşın kendi zihnine karşı olduğunu belirtiyor. Zihin akvaryumunun balıkları olan bizlerin, hangi sularda yüzdüğümüzü unutmamamız adına... Bu Su.
(Çeviren: Hakan Toker)