30 Ağustos 2011 Salı

Şehir

"Yeni New York neresi olacak?" Bu saçma soruyu ben yöneltmiyorum, sevgili okur, Almanlar heyecana gelmiş olmalılar ki Alman basını geçtiğimiz hafta Woody Allen üzerinden bunu epey tartıştı. New York'u tüm ihtişamıyla beyazperdeye aktarmış olan yönetmen, bir süredir Avrupa'da takılıyor ve Londra, Barcelona, Paris, Roma derken şimdi de gözlerini Münih'e dikmiş durumda. Münih'te bir stüdyoyu ziyaret edecek olan Woody Allen, farklı şehirlere de göz kırpmadan durmamış ve Berlin, Frankfurt, Hamburg ve Stuttgart'ın da yeni filminin mizansenini oluşturabileceğini söylemiş. Takip ettiğim kaynaklar Berlin'in 80'lerin New York'u olduğunu iddia ediyorlar - gerçi aynı iddia farklı çevrelerce Beyrut'tan Minsk'e hatta İstanbul'a uzanacak biçimde tekrarlanmakta... Allen üzerinden kopan tantananın ekonomik bir boyutu da mevcut; ustanın filmleri geçtikleri şehirlere turizm üzerinden yadsınamayacak bir ekonomik katkı da sağlıyor. Berlin'in Berlin, New York'un New York olarak kalması ve öyle tanınması, elbette gönlümüzden geçendir, onu da belirtelim.

Berlin'i, New York'u, Minsk'i bir kenara koyarsak bir süredir kendi yaşadığımız şehirde oturacak sandalyeden yoksun durumdayız; Beyoğlu'nu ve masa/sandalye polemiğini takip ettiyseniz semtte yaz sıcağında oturup soluklanacak kıyı ve köşelerin ortadan kalktığından da haberdarsınızdır elbette. Radikal'de rastladığım son haber, kafe ve restoranlara 70 cm'lik bir alan tanınacağı ve bu alanın ferforjelerle zeminden yüksek olarak inşa edileceği yönünde - ne diyeyim, demiri tahayyül etmek, hiç bu kadar dehşetli olmamıştı... Her şeye kadir olan kütüphanemizden bir kitapla bitireceğim sözü; İstanbul Büyükşehir Belediyesi 2007 yılında İstanbul'da Görgülü Yaşamak adlı bir kitap yayımlamış, tam da ferforje temalı kabuslara dalmışken bu kitaptan İstanbul'da Görgülü Yaşama Sanatı adlı kısmı aynen aktarıyorum - hazır bayram, şehir değişip dönüşüyor, sizin de kulağınıza küpe olsun; ferforjeyle örülmüş, dokusuyla oynanmış şehrimizde "görgülü" yaşamayı bilin:

İstanbul'da görgülü yaşama sanatını bilen bir insan randevusunu unutmaz, dostlarını ihmal etmez, gereksiz zaman harcamaz, çevresini kirletmez, yerlere tükürmez, otomobilinde sigara içip izmaritini camdan dışarı atmaz, komşusunun önünden selamsız geçip gitmez, sekreterinin ulaştırdığı telefonlara en geç ertesi gün cevap verir, kutlama davetlerini yanıtsız bırakmaz... İstanbul'da yaşayan, Boğaz'da mehtabın ne anlama geldiğinden, erguvanların ilk açıldığı bahar günlerinden haberdardır... Balıkları tanır, içme sularının özelliklerinden anlar... İçimizdeki azınlıkların şehrin bir rengi değilse de, şehre renk kattıklarını bilir. Gerçek Türk kahvesinin genelde şekersiz ama çifte kavrulmuş küçük bir lokumla yenilerek içildiğini bilir. Yaşama sanatı ve güzellik göstergesi olan güzel giyinmek kadar hoş ve okunaklı bir el yazısıdır. Ne yazık ki günümüzde el yazısına kimse önem vermiyor. Oysa güzel bir yazı hem moral yükseltir hem de iyi bir referans olur.

(Bir süredir şehirde yaşam alanının daralması dolayısıyla sıkıntıdayım sevgili okur. Tasarlanan ferforje alanlarda el yazısıyla yazılırsa mekan isimleri, moralimiz "yükselir" mi peki? Yukarıdaki resim Berlin'de bir gece vakti, pek parlak sayılmaz ama instagram değil, alınteri. Şehir sizi izliyor! İyi bayramlar dileklerimizle.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder