"Toplumu eleştiren düşünür toplumun yeni örgütlenmesi karşısında, artık, içinde yer almak istemediği çağdaş toplumdan uzaklaşamamakta; sadece "fraternal fuhuşa dönüşmüş" yeni toplumsal ilişkilerin yaşandığı kalabalıklar içinde yeni bir yalnızlığa çekilebilmektedir."*
Geçen hafta NY Times'da, Anne Trubek imzalı bir makale yer aldı; Trubek, yazarların yeni çağa özgü görünürlüğünden dem vurmuş, özellikle Twitter personalarını değerlendirerek önceden toplumla iç içe olamayan yazara dair mitin böylelikle yıkıldığını belirtmiş. Makale ilginç ancak biraz zayıf; başlıktan da belli aslında: 'Yazarlar neden tweet atar?' Twitter ya da sosyal medyanın bütününü alıp bir oraya bir buraya koymanın, genellemeler yapmanın, devrim niteliğinde olduğunu iddia etmenin ya da tamamen görmezden gelmenin de anlamı olduğunu düşünmüyorum. Ancak makalede tüm sorunlu genellemelere rağmen değinilen bir gerçek var - o da görünürlük olasılıklarının artmış olduğu bir çağda yaşadığımız. Bunları kullanıp kullanmamak, elbette kişinin kendi tercihi. Eskiden yazarların tercihen toplum dışında, bir masa başında, kalem ve kağıt dışında pek bir şey ile yakınlaşmadan hayatlarını sürdürdükleri iddiası da var ki makalede, belki en tartışmalı genelleme bu - Salinger, malum, resminin bile çekilmesine izin vermiyordu ama ondan seneler evvel Oscar Wilde, o davet senin bu davet benim dolaşma, meşhur monologları ile sürekli (tek taraflı?) bir sosyalleşme çabası içinde değil miydi? Yazarın ya da herhangi birinin nasıl yaşamayı tercih edeceğine kim karışabilir? (Jeffrey Eugenides, facebook sayfasına -manidar biçimde- bir seferlik bir not koymuş: "Okurun yazarla doğrudan iletişim içinde olmaması gerektiğini düşünüyorum; tuhaftır ama yazar, konunun dışında yer alır.")
Son zamanlarda dikkatinizi çekmiştir; eski sevgili sıfatıyla biri, meşhur bir yazarın özeline yönelik açıklamalar yapıp durmakta; yer aldıkları kültür-sanat sayfalarından çok magazine gidecek bu beyanatların, kendi adıma, bir tür performans sanatı hadisesi olduğunu ummadım değil (konu dışı demek bu demek olsa gerek.) Her neyse, yukarıda bahsettiğim makale, pek çok yazardan görüş aldıktan sonra sosyal medyanın edebiyatı 'demokratikleştirdiğini' ve yazmanın gizemlerini aydınlattığını iddia ederek sonlanıyor. Yazmanın gizemini -varsa eğer böyle bir şey- yazan kişiden başkasının anlayamayacağını düşünmekle beraber, yazarın kendi tercihi söz konusu olduğu sürece, sözlerinin ister Twitter, ister başka bir mecrada olsun, değer taşıdığına inanıyorum - edebiyatı demokratikleştirmeye gelince, epey talihsiz ve klişe bir beyan bu, her neyse... Ha, Twitter sayesinde Salman Rushdie'nin tuhaf gevezeliklerine tanık olmak ya da Gary Shteyngart'ın ilginç mizahını takip etmek kişinin o yazara yönelik kafasında biçtiği imajın değişmesine yol açıyor, orası doğru.
Peki, kalabalıklar içinde yalnız olmanın mümkün olmadığını kim söylemiş?
(Alıntı: Ünsal Oskay, 19. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri. Der Yayınevi. Görsel, Awesome People Reading'den.)
Salman Rushdie'nin Hindistan'a girmesi değil de twitter'a girmesi yasaklansın bence. :)
YanıtlaSilNeyse Salinger şöyle der;
"Şöhretin kapısını aralayan zavallı ahmak, Madison Bulvarı'nda pantolonunu indirip dolaşsa daha iyi eder."
Benden bu kadar. İyi geceler.