Max, düşüncelerinin kimi zaman, tıpkı mahallelerinde dört bir yana saçılan kuşlar gibi davrandıklarını biliyordu. Max’lerin sokağının dört bir yanında bıldırcınlar vardı; uçmaya fazla hevesli olmayan, tuhaf, tepelikli kuşlar... Bunlar bir an için bir aile gibi, düz bir çizgi halinde bir araya toplanır, içlerinden bir tanesi alçak bir çit direğinin üzerine tüneyip davetsiz misafirlere karşı gözcülük ederken diğerleri yerden topladıkları tohumları yerdi. Ardından, en ufak çıtırtıyla birlikte hepsi birden bir sürü farklı yöne saçılır, aniden başka taraflara saparak çalıların arasında gözden kaybolurdu.
Max çoğu zaman kendi düşüncelerinin de düzeltilebileceğini, bir sıraya sokulup sayılabileceğini, hizaya getirilebileceğini hissederdi. Öyle günler vardı ki, Max saatlerce dur durak bilmeden bir şeyler okuyup yazabilirdi. O günlerde sınıfta kendisine söylenen her şeyi anlar, sakince akşam yemeğini yiyip sofranın toplanmasına yardım eder ve sonra tek başına salonda sessizce oyun oynardı.
Fakat bir de diğer zamanlar, diğer günler -aslına bakarsanız çoğu günler- vardı: Düşünceler bir türlü hizaya girmezlerdi. Yön değiştirip kendisinden uzaklaşarak kaçan, zihninin içerisindeki çalılıkların arasında saklanan anıların ve içinden kopup gelen şeylerin peşinden koştuğu günler...
(Vahşi Şeyler, Dave Eggers. Çeviren: Begüm Güzel. Yarın raflarda olacak! 'Vahşi' postumuza gelen yorumlar arasından hangilerinin sahiplerine kitap gideceğini perşembe günü duyuracağız; bir nevi piyango söz konusu. Bugün gün boyu yorumlara devam edebilirsiniz, çekilişi çarşamba yapıyoruz. Bıldırcınlarınıza sahip çıkmanız dileklerimizle... Görsel, Matthew Picton'un kitap kapaklı işlerinden.)
Alıntı yapmayı ne kadar seviyorsam, okumayı o kadar sevmiyorum.
YanıtlaSilHomofobik bir homoseksüel gibi hissetsem de durum bu.
Okumuyorum o yüzden, kitabı aldığım zaman okuyacağım artık. :)