14 Haziran 2011 Salı

İlmek

... Ömrü boyunca depresyonla mücadele eden Wallace’ın intiharı, edebiyat dünyasında Kurt Cobain’in müzik sektöründe yarattığına benzer bir çekim alanı yaratır. İçinde yaşadığımız çağda insan olmanın bedelleri üzerine yazdıkları, intiharıyla geri dönüşü olmayacak biçimde ister istemez yoruma açılmıştır artık: Yazar, belli ki umudunu kaybetmiş ve mücadeleden vazgeçmiştir… Böyle yorumlanır. Üstüne üstlük, yazarın yaşam öyküsü, yazdığı kurgu ve kurgu dışı metinlerin tümüne eklenecek bir anlatısal bütünlük kazanmıştır. Dünyanın yükü altında ezilen bir adam, varoluşla uzlaşmayı başaramamış ama buna dair şahane metinler yazmış biri, ödüller ve başarıyla avunamamış bir yazar; günün birinde, garajına doğru ilerler ve ilmeği boğazına geçirir…

İroni de burada başlar zaten; metinlerin anlattıkları, yazarın yaşam öyküsüne bindirilenle bütünleştiğinde, karşımızda yazdıkları salt yaşam öyküsünün “inanılmaz derecede dokunaklı” olması üzerinden okunabilen biri durmaktadır. Çağdaş edebiyatın çoklu okumalara belki de en açık metinlerinin yazarı, tüketim kültürünün arzuları doğrultusunda yaftayı yemiştir artık: O, tıpkı yazdığı eserlerde dışa vurduğu üzere, “acı çeken” adamdır. İntihar kültü harıl harıl çalışmaktadır ve Wallace’ın kitapları, bundan böyle hep intiharının ışığında okunacaktır. Söylemek istediklerini, kendi canına kıymadan evvel gayet yetkin biçimde dışa vurmuş olsa da artık mizahı, okurla diyalog kurma çabası ve içinde yaşadığımız zamanlarda insanlar arası ilişkilerin tümüne hakim o “boktan oyun kuruculuğa” dair gözlemleri, bir ilmeğin ucuna dizilip boynuna geçirilmiştir. İntihar, satış makinesini yağlayan ve tüketim kültürünün içini gıcıklatan bir sos olarak yazdıklarının üzerine dökülür.

Wallace’ın yaşam öyküsü -tabiri caiz ise okurun ağzını açık bırakan kitapları bir yana- oldukça inişli çıkışlıdır. İntiharı, bu bilgileri de edinmemize vesile olur: Yazar, yaşamının çeşitli dönemlerinde ağır çöküntüler yaşamıştır. Yazar, ilk gençliğinden ömrünün sonuna dek sayısız antidepresanla “iyileştirilmeye” çalışılmıştır. Yazar, elektro-konvulsif tedavi görmüştür. Dünya sancısından mustarip olduğu tartışma götürmeyecek olan David Foster Wallace’ın, bu verilerin toplamından fazlası olduğunu, depresyondan ve salt bunalımdan mütevellit düşünülmemesi gerektiğini bizlere hatırlatan kitapları teselli kaynağıdır bir nebze. Yazdığı metinlerde kristal berraklığındaki ifadesiyle, adeta matematiksel kurgusuyla, akıllara durgunluk veren dipnotları ve dipnotlarının dipnotlarıyla büyük bir özenle en basit konuları en sofistike biçimlerde aydınlatmış olan yazarın kendi öyküsüne koymayı seçtiği noktanın, önceden kurduğu cümleleri bu denli ezer ve okuma tecrübesini belirler hale getirilmesi, oldukça dokunaklıdır. Hele yazarın popüler tüketim kültürüne hakim olan indirgeyici dinamiklere kafa yorduğu ve bunlara dair de yazdığı düşünülürse, bizzat kendi ölümüyle “intiharıyla yıldızlaşan bir dahi statüsü” edinmesi fazlasıyla ironik sayılır.

“Sanırım ciddi edebiyatın amacı hepimiz gibi kendi kafatası içinde mahsur kalmış olan okurun başkalarına hayali anlamda erişimini sağlamak olmalı.”


(Yazının tamamı, Underground Poetix dergisinin son sayısında. Evet, blog yazarınız, bu mecra dışında da yazı yazıyor. Kapanıştaki alıntı David Foster Wallace'ın Larry McCaffery söyleşisinden. Görsel, David Hockney; İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler'i okuyanlar, göndermeyi sezecektir. İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler'in, Doğan Hızlan'ın bu hafta önerdiği kitaplar arasında olduğunu söylemiş miydik? Salılarınızın salllanmamaları dileklerimizle.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder