Bir haftalık bir Londra arasının ardından yeniden karşınızdayım sevgili blog okuru... İşlerimi hallettim, şehirde dolaştım, bir gıda zehirlenmesi, bir kafa travması -abartıyorum, yumurta şekilli şişlik desek daha doğru-ve muhtelif ortopedik sakatlıklarla haftayı devirdim, kendimle gurur duyuyorum. Ne yazık ki kişisel görüşme programım, Elif Şafak'ın kendini yumuşak g'ye, Türkiye'de kadın yazar olmayı ise bir 'gül bahçesine' benzettiği konuşmaları kaçırmama yol açtı ancak duyduklarım bu satırları yazarken bile beni güldürüyor ve haliyle bu, gayet hoş bir durum (allah iyiliğini versin kablinden,) öyle ki şu anda kendimi aç parantez - iki nokta üst üste kombinasyonuna benzetiyor, böyle klişe olduğum, daha romantik bir noktalama işareti kombinasyonuna 'benzemediğim' için tanrılara veryansın ederek şiş alnımı taşlara vuruyorum.
Neyse... Fuar ile ilgili özetler, Küçük Prens'in seyahatleri sırasında rastladığı her şeyi sayan adamın kuru beyanlarına benziyor; şu kadar telif satıldı, şu kadar yayıncı geldi, şu kadar dile çevrildi vs.'ler havada uçuşuyor, kitapların yarattığı etkiden bahseden olmuyor; kitaplar, adeta dart okları gibi başka dillerde yayımlanmak üzere havaya savruluyor, herkes alkışlıyor, aynı kişiler çalıp aynıları oynuyor, ancak hayrete mahal yok, nihayetinde devran böyle dönüyor. Umarım fuar sayesinde farklı diyarlara uzanan kitaplar okurlarını bulur; umarım yazarlar, gelecekte, tuhaf demeçleriyle değil, eserleriyle kendi kulvarlarını oluşturur; başka bir temennide bulunmak mümkün değil.
Fuarla ilgili en kapsamlı özet için Koltukname'nin sayfalarına bağlantı verelim; EgoistOkur'u ve Cem Erciyes'in değerlendirmelerini de atlamayalım. Altını çizmem gerek ki Radikal'in şu haberi olmasaydı Kültür Bakanı ve gazetecilerin Hakkasan'da yedikleri yemekte en çok ördeği beğendiklerini bilmeyecek, gerekli bakımı yapmayarak Adalet Ağaoğlu'nun asansörde kalmasına neden olan İngiliz teknisyenlerin utanca gark olduklarını ve bir söyleşiye gelen 13 kişiden kaçının İngiliz, kaçının Türk olduğunu öğrenemeyecektik ve o zaman, allah muhafaza, sakin hayatlarımızı gamlı bir r, kifayetsiz bir ü harfi gibi, bükülmüş bir boyun, başımızın üzerinde kara bulutlarla sürdürecektik.
Bu yazı, kanımca, burada biter.
Aşağıda Londra'dan bir görüntü: The Langham Oteli.
Orada kaldım ve sabah akşam ördek yedim diye böbürleneceğimi sanıp korktuysanız bu blog yazarını henüz tanımamış, tanıyamamışsınız sevgili blog okuru, elbette öyle bir durum söz konusu değil, Oscar Wilde ve Arthur Conan Doyle'un buluşma noktası olması dolayısıyla The Langham'ın bu yazının sonunda yer almasını, zihinlerde kalan imgelerin Hakkasan'da yenen ördekler değil, kıymeti kendinden menkul iki dev yazarın, Wilde ile Doyle'un muhabbeti olmasını uygun gördüm; ne de olsa, burası Londra.
Tekrar merhaba.
:)))
YanıtlaSilfuara dair okuduğum en iyi değerlendirme.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBu fuar bakalım hangi yazarlarla tanışmamıza vesile olacak? Infiniti jest'ten bir haber var mi mesela? Ya da yıllardır beklediğim Coetzee'nin denemeleri. Bir de Gravıty's Rainbow vardı değil mi? Bu arada geçmiş olsun.
YanıtlaSilAh Elif Şafak ahh!!
YanıtlaSiliyi güldüm ama şu görseldeki kanlı ayak izleri nedir?
YanıtlaSilOrası kitapçının gerilim/polisiye rafının önü. Güzel fikir.
Sil