7 Haziran 2010 Pazartesi

Uygar dünya



Bir süre daha oturmuştuk ve o müthiş hayatını anlatmaya devam etmişti. Bildiği kadarıyla her iki dünya savaşında da savaşmış kişilerden hâlâ yaşayan bir kendisi vardı. Avustralya’ya, Kenya’ya, Pakistan’a ve Panama’ya gitmişti. “Tahmin yürütmeniz gerekse, kaç ülkeye gitmişsinizdir?” “Tahmine gerek yok!” demişti. “Yüz on iki!” “O kadar çok ülke var mı?” “Duyduğundan daha fazla duymadığın yer var!” Hoşuma gitmişti. Ardından, İspanyol İç Savaşı, Doğu Timor’daki soykırım ve Afrika’daki kötü şey gibi, yirminci yüzyılın neredeyse bütün savaşlarını saymıştı. Hiçbirini duymamıştım, eve dönünce Google’da bakabilmek için aklımda tutmaya çalıştım. Kafamdaki liste inanılmaz uzuyordu: Francis Scott Key Fitzgerald, burnu pudralamak, Churchill, üstü açılır Mustang, Walter Cronkite, koklaşmak, Domuzlar Körfezi, LP, Datsun, Kent State, yalakalık, Ayetullah Humeyni, Polaroid, apartheid, arabalı sinema, gecekondu, Troçki, Berlin Duvarı, Tito, Rüzgar Gibi Geçti, Frank Lloyd Wright, hulahup, Technicolor, İspanyol İç Savaşı, Grace Kelly, Doğu Timor, sürgülü cetvel ve hatırlamaya çabalamam rağmen derhal unuttuğum Afrika’daki bir sürü yer adı. Bilmediklerimi aklımda tutmak zorlaşmaya başlamıştı.


Dairesi, yaşamındaki savaşlardan topladığı eşyayla doluydu. Dedemin fotoğraf makinesiyle resimlerini çekmiştim. Yabancı dillerde kitaplar, heykelcikler, hoş resimli rulolar, dünyanın her yerinden Coca Cola kutuları ve şömine üzerinde, hepsi sıradan, bir sürü taş vardı. Büyüleyici tarafı, her taşın yanında, nereden ve ne zaman alındığını gösteren bir kağıt parçasının bulunmasıydı. ‘Normandiya, 19.06.1944’, ‘Hwach’on Barajı 04.09.1951’ ve ‘Dallas, 22.11.1963’ gibi. Bunlar büyüleyiciydi ama tuhafı, şöminenin üzerinde bir sürü kurşunun da bulunmasıydı. Ve hiçbirinin yanında kağıt yoktu. Hangisinin nereden geldiğini nasıl anladığını sordum. “Kurşun, kurşundur!” demişti. “İyi ya, taş da taş değil midir?” demiştim. “Elbette değildir!” Ne demek istediğini anladığımı düşünmüştüm ama emin değildim (...) Bunun üzerine, her nasılsa aklıma, ‘Something in the Way She Moves’ gelmiş ve “Bir aşk şarkısı, aşk şarkısı mıdır?” demiştim. “Evet!” demişti. Bir an düşünmüştüm. “Peki, aşk, aşk mıdır?” “Hayır!” Gittiği bütün ülkelerden aldığı maskları astığı bir duvar vardı. Ermenistan, Şili ve Etiyopya gibi.

Yüzüne bir Kamboçya maskı takarken, “Dünya korkunç değil!” demişti. “Ama korkunç insanlarla dolu!”

(Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın; Jonathan Safran Foer. Çeviren: Algan Sezgintüredi.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder