3 Haziran 2010 Perşembe

Cevap suskunluk


Haaretz gazetesi İsrail Kitap Haftası için yazarlardan özel bir baskı için gazetecilik yapmalarını rica eder... Haziran 2010.


Dün sabah saat yedide gazete beni aradı ve o günlüğüne siyaset muhabiri olacağımı bildirdi. Erkenden aradıkları için özür dilediler ama “ne de olsa uzun bir gün olacak, ayrıca kritik. Dokuz kişiyi öldürmüşüz, düzinelerce insan yaralı, tüm dünya bizi kınıyor… Ve bugün bu snafudan dolayı biri sorumluluk almalı,” dediler.

Saat dokuz için bir görüşme ayarlayacaklarına söz verdiler. Saat on bir olduğunda henüz aramamışlardı, böylece ne olup bittiğini görmek için ben onları aradım.

Başbakan Netanyahu halen yurt dışında diye açıkladılar; sana Gazze’ye doğru yol alan gemiye baskın kararını onaylayan yedi bakandan biri ile görüşme ayarlamaya çalışıyoruz.

Bir saat daha geçti, ses seda çıkmadı. Yine aradım.


“Bakanlar orduyu suçluyor,” dedi editörüm. “Ama hiçbiri seninle görüşmeyi kabul etmedi.” Belki sadece Olağanüstü Hal Bakanı Moshe Ya’alon haricinde... Belki de İstihbarat Bakanı Dan Meridor sen bizzat ararsan görüşmeyi kabul eder.

Böylece Meridor’u aradım. Benimle görüşmeyi çok isteyeceğini ama o gün kızının düğünü olduğunu söyledi. Kabine toplantısına dahi gitmeyecekti.

Editörüme haber verdim. Tamam, dedi, başka bir fikrim var. Suç ordudaysa eğer, üst düzey bir yetkiliyle görüşsen daha iyi olur. “Bize 10 dakika ver ve seni arayalım.”

Bir saat geçti ve yine ses seda çıkmadı, böylelikle yine aradım.
“Karışık bir mesele” dedi editörüm. “Olay yerinde ordunun (Savunma Bakanı Ehud) Barak’a çok öfkeli olduğunu söylüyorlar, onları gemiye Kalashnikovsuz binmeye zorlayan oymuş. Ama denedik ve hiçbiri medyayla görüşme konusunda istekli değil, hepsi korkuyor.”

Ama endişelenme, diye ekledi, çok iyi bir fikrimiz var. Ami Ayalon ile bir görüşme ayarlayacağız. Eski donanma komutanı olarak olayın askeri yönüne değinebilir ve İşçi Partili eski Knesset (meclis) üyesi olarak Ehud Barak’ın oyunlarını bilir. Ayrıca solcu, yani hükümeti karşısına almaktan çekinmez.
Bir saat geçti ve gazeteden haber çıkmadı, ben de yeniden aradım. Ne yazık ki, dediler, Ayalon yurt dışındaymış. Belki Ya’alon olabilir.

“Çok da deli olmuyoruz bu fikre,” diye ekledi editörüm. “Bu büyüklükte bir olay hakkında görüşmeyi biraz daha… neyse, önemli değil. Ne yapalım biliyor musun? Sana oradaki deniz komandolarından biriyle görüşme ayarlayalım. İçlerinden biri olaya dair en özgün bakış açısını sunabilir. Eğer suçlunun kim olduğunu o söyleyemezse, kim söyleyecek?

Yine bir saat bekledim. Hiçbir şey olmadı. Yine aradım. Komandoyla basın toplantısı gerçekleşmeyeceğini söylediler. Ama Netanyahu bir basın toplantısı düzenliyor, dediler. Kesinleşmedi henüz ama başka seçeneği yok… “Bize birkaç dakika ver ve ne zamanmış öğrenelim.”

Bu defa çabucak aradılar beni.

“Netanyahu basın toplantısı yapmayacak,” dedi editörüm. “Cevaplayacağı sorular ülkenin geleceği konusunda büyük önem taşıyor ve halen kıtalararası seyahatinin yorgunluğu içindeyken bunlarla karşılaşması uygun olmaz.”

Ama endişelenme, dediler, başka bir fikrimiz var: savunma bakanının yardımcılarından biriyle görüştük ve Barak’ın Kudüs’ten Atlit’teki donanma komandosu karargahına giden helikopterine seni alabileceklerini söyledi. Ama iner inmez ortadan kaybolman gerekecek, malum, karargah gizli.

“Seyahat boyunca sorularıma cevap verecek mi?” diye sordum.

“Aslında” dedi editörüm, “cevap vermeyi çok ister ama bu mümkün değil çünkü helikopter çok gürültülü… Ama yardımcısı izlenimlerini yazabileceğini söyledi. Bilirsin işte, manzarayı, Barak’ın yüz ifadesini… Fazla değil biliyoruz ama yine de bilgi bilgidir. Gözlemleyip okurlarımız için yorumlarsın; işte, kararlı mı görünüyor, suçluluk içinde gibi mi…”

“Yeter!” diye bağırdım. “Bıktım bu saçmalıktan. Barak’a bakmak istemiyorum. Sorular sormak ve cevaplar almak istiyorum. Ve eğer sadece Bogey (Ya’alon) benimle görüşecekse, onunla görüşürüm. Adam yedi bakandan biri ve Netanyahu yurtdışındayken yerine bakan kişi. Konuşmaya hazır mı? Ben dinlemek istiyorum.”

“İşte,” dedi editörüm utanarak. “Bugün Bogey bile görüşme yapmaya yanaşmıyor. Tuhaf. Hiç ona göre değil.”

“Öyleyse ne yapmamı öneriyorsun?” diye sordum.

“İyi soru,” diye cevapladı. “Düşündük ki, neden bunu kullanmayalım? Peşlerinden koşmayı bırakalım ve gazetede birkaç sütunu boş bırakalım. Okurlarımız bu rezalet için kimi suçlayacaklarını kendileri bulsunlar.”


Yukarıdaki yazı 2 Haziran 2010 tarihinde Etgar Keret imzasıyla Haaretz gazetesinde yer almıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder