5 Temmuz 2011 Salı

Tuhaf Arkadaşlar


Hint restoranının balkonunda yanımda oturan komik şapkalı İsviçreli deli gibi terliyor. Onu suçlayamam. Ben de bir hayli terliyorum ve benim bu iklime alışık olmam gerekiyor. Fakat Bali, Tel Aviv değil. Burada hava o denli nemli ki içebilirsin neredeyse. İsviçreli bana iki iş arasında olduğunu, bu yüzden seyahat etme olanağı bulduğunu söylüyor. Yakın zamanda Yeni Kaledonya adalarında bir sahil oteli işletiyormuş, fakat kovulmuş. Gece boyunca tavlamaya çalıştığı ve bir saat önce ona tuvalete gideceğini söyleyen Türk yazar hâlâ dönmedi. Hâlihazırda o kadar içtim ki, diyor, yerimden kalkmaya yeltenirsem muhtemelen basamaklardan aşağı yuvarlanacağım. Bu yüzden en iyisi yerinde kalıp bir buzlu votka daha söylemek ve bana bir hikâye anlatmak.

Yeni Kaledonya adalarında otel işletmenin iyi bir fikir olduğunu düşünmüş. Fakat oraya vardığında otelin dökülmekte olduğunu keşfetmiş. Odaların klimaları çalışmıyormuş ve yakındaki dağlarda yaşayan asiler, kimseye zarar vermemekle birlikte, anlaşılmaz bir nedenden, belki de can sıkıntısından ötürü, yürüyüşe çıkan otel müşterilerini korkutmaktan hoşlanıyorlarmış. Temizlikçi kadınlar oteldeki kötü ruhlar barındırdığını iddia ettikleri sanayi tipi çamaşır
makinesinin yanına yaklaşmayı kesinlikle reddediyor, çarşafları nehirde yıkamakta ısrar ediyorlarmış. Özetle, otel broşürde göründüğü gibi değilmiş. İşe başlayalı bir ay kadar olmuşken Amerikalı bir çift gelmiş. Küçük lobiye girdikleri anda hissetmiş başına bela olacaklarını.
Tipik memnuniyetsiz müşteri izlenimi uyandırıyorlarmış, şu resepsiyona gelip havuzun ısısından şikayet eden türden. İsviçreli resepsiyonun arkasına oturup kendine bir bardak viski koymuş ve
çiftin öfkeli telefonunu beklemeye koyulmuş. On beş dakika bile sürmemiş. “Yatak odamızda bir kertenkele var,” diye bağırmış hattın öteki ucundaki boğuk ses. “Adada pek çok kertenkele var, efendim,” demiş İsviçreli kibarca. “Adamızın büyüleyici yanlarından biridir.”
“Büyüleyici mi?” diye bağırmış Amerikalı. “Büyüleyici mi? Karım ve ben büyülenmedik. Birinin gelip kertenkeleyi odadan çıkarmasını istiyorum, anlıyor musun?”


İsviçreli, “o kertenkeleyi odadan almanın bir yararı olmayacaktır, efendim,” demiş. “Ada kertenkeleden geçilmiyor. Yarın sabah odanızda birkaç tane daha bulmanız kuvvetle muhtemel. Yatağınızda bile olabilir. Fakat o kadar da kötü sayılmaz, çünkü–” İsviçreli cümlesini tamamlayamamış. Amerikalı ahizeyi çarpmış bile. Başlıyoruz, diye geçirmiş içinden İsviçreli, viskiyi dikerek. Bir dakika sonra resepsiyonda bağırıp çağırıyor olacaklarını biliyormuş. Onun
talihiyle muhtemelen oteller zincirinin üst kademe yöneticilerinden birini tanıyorlarmış ve kapıya konacağı kesinmiş.

Bir şeyler yapması gerektiğine karar vermiş ve gönülsüzce yerinden kalkmış. Odalarına bizzat bir şişe şampanya götürecekmiş. Ona okulda öğrettikleri gibi yağ çekip bu belayı savuşturmak zorundaymış. Hoş değilmiş, ama yapılması gerekiyormuş. Odalarına yaklaştığında Amerikalıların arabasının süratle ona doğru geldiğini fark etmiş. Araba yanından geçip gitmiş, onu ezecekmiş az kalsın. Arkalarından el etmeye çalışmış fakat araba yavaşlamadan yoluna devam etmiş. Odalarına gitmiş. Kapıya açık bırakmışlar. Bavulları yokmuş ortada. Banyonun kapısını açmış ve kertenkeleyi görmüş. Kertenkele de onu görmüş. Birkaç saniye hiç kımıldamadan bakışmışlar, iki metre uzunluğundaymış kertenkele ve pençeleri varmış. Onun gibi bir tane görmüş bir keresinde, bir belgeselde, hakkında ne dendiğini tam olarak hatırlamıyormuş, ama ürkütücü, nahoş şeylermiş. O zaman anlamış Amerikalıların neden arkalarına bakmadan kaçtıklarını. Bu güzellerden birini yataklarında düşünmek bavullarını kaptıkları gibi topuklamalarına yetmiş.


“Bu da hikâyenin sonu,” dedi İsviçreli. Amerikalılar gerçekten de bir hafta sonra bir şikayet mektubu yazmışlar. İşinden kovulmuş. O zamandan beri seyahat ediyormuş. Kasımda İsviçre’ye dönecek, şansını kardeşinin işinde deneyecekmiş. Ona bu hikâyeden çıkarılacak bir ders olup olmadığını soruyorum ve mutlaka vardır, diyor, ne olduğunu bilmese de. “Belki şu,” diyor, kısa bir aradan sonra, “dünya kertenkele dolu ve bu konuda yapabileceğimiz bir şey olmasa da, her zaman ne büyüklükte olduklarını öğrenmeye çalışmalıyız.” İsviçreli bana nereli olduğumu soruyor. İsrailli olduğumu ve bu yazarlar festivaline büyük zorluklarla geldiğimi söylüyorum. Annem
ile babam gelmemi istemiyorlar, burada kaçırılacağımdan ya da öldürüleceğimden korkuyorlardı. Endonezya’nın İsrail karşıtı bir İslam ülkesi olduğu göz ardı edilemezdi, antisemit hatta, kimilerine göre. Bali’nin büyük bir Hindu nüfusa sahip olduğunu söyleyen bir Wikipedia sayfası göndererek onları rahatlatmaya çalıştım. Yararı olmadı. Babam beynime bir kurşun sıkmak için çoğunluğun oyuna ihtiyaç duymayacaklarını söyledi. Bir zamanlar Jakarta’daki İsrail konsolosluğunun önünde İsrail bayrağı yakılırdı, ama diplomatik ilişkiler kesintiye uğradıktan sonra bayrakların Amerikan konsolosluğunun önünde yakılması gerekiyor. Canlı, soluk alan bir
İsrail günlerini gerçekten yaşamaya değer kılabilir. Vize almak da kolay olmadı – Bangkok’ta beş gün beklemek zorunda kaldım ve festivalin yöneticisi Endonezya Dışişleri Bakanlığı’nın üst düzey yetkililerinden birini Facebook’ta bulup onunla arkadaş olmasaydı İsrail’e dönmem gerekecekti.

İsviçreliye birazdan Bali sarayının bahçesinde ada valisinin ve kraliyet ailesinin temsilcilerinin önünde bir okuma yapacağımı, ayağa kalkabilecek durumda ise davetli olduğunu söylüyorum. İsviçreli çok seviyor bu fikri. Kalkmasına yardımcı oluyorum, fakat ilk adımdan sonra yardım almadan yürüyebiliyor.

Beş yüzden fazla insan var orada. Ön sırada vali ve kraliyet ailesinin temsilcileri. Bana bakıyorlar ben okurken. İfadelerini çözemiyorum, fakat gayet odaklanmış görünüyorlar. Bali’ye gelen ilk İsrailli yazar benim. İçlerinde bazılarının gördüğü ilk İsrailli, hatta ilk Yahudi
bile olabilirim. Ne görüyorlar bana baktıklarında? Bir kertenkele muhtemelen ve yüzlerine yayılan gülümsemelere bakılırsa, bu kertenkele beklediklerinden çok daha küçük ve arkadaş canlısı.


(Öykü, Keret'in Tablet'e yazdığı ve daha önce herhangi bir mecrada yayımlanmamış olan bir güzellik, çeviri, tabii ki Avi Pardo.)

2 yorum:

  1. Bu güzelliklerin ardı arkası kesilmesin, çok teşekkürler. Genç ve nitelikli bir yayın evisiniz. Kutluyorum sizi. Daha uhrevi biri olsam kutsardım da.

    YanıtlaSil
  2. Güzellikler sürecek, güzel sözleriniz için ayrıca teşekkürler!

    YanıtlaSil