Bundan bin yıl önce, siyahlar giymiş bir keşiş Suriye'de ya da Arabistan'da bir yerde, çölde yürüyormuş... Oradan birkaç mil ötede balıkçılar, gölün yüzeyinde ağır ağır yürüyen, siyahlar giymiş bir başka keşiş görmüşler. Bu ikinci keşiş seraptı kuşkusuz. Şimdi efsanenin görünüşte yadsıdığı optik yansımaları bir yana bırakın da dinleyin. Bu seraptan bir serap daha çıkmış, ondan bir tane daha, öyle ki, siyahlar giymiş keşişin gölgesi atmosferin tabakalarının birinden öbürüne yansıyarak çoğaldıkça çoğalmış. Kâh Afrika'da, kâh İspanya'da, kâh Hindistan'da, kâh Uzak Kuzey'de görüyorlarmış onu... Sonunda dünyamızın atmosferinden çıkmış, şimdi de -yitip gidebileceği koşullara bir türlü düşmeden- evrende dolaşıp duruyormuş(...) Ama efsanenin asıl öenmli, can alıcı noktası şu, canım: Keşişin çölde dolaşmasından tam bin yıl sonra serap yeniden dünyanın atmosferine girecek, insanlara görünecekmiş. Sözde bitmek üzereymiş bu bin yıl... Efsaneye göre, siyahlar giymiş keşişi bugün yarın beklemeliymişiz.
Dün bahsettiğim Elif Batuman kitabı Ecinniler'i karıştırırken rastladım bu öykünün bahsine, Çehov'un Siyahlar Giymiş Keşiş adlı öyküsü (alıntı, İş Bankası Kültür Yayınları'nın Ergin Altay çevirisiyle yayımladığı Köpeğiyle Dolaşan Kadın adlı edisyondan geliyor, Ecinniler'deyse aynı öykü Kara Keşiş olarak geçiyor.) Yaz mevsiminin blog yazarınızın bünyesinde yol açtığı tuhaf etkiler var; ışığın yoğunluğu, düşlerle yaşam arasındaki sınırları bulandırıyor gibi, neyse, allahtan kimlik sahibiyiz, gölgelerde dolaşmıyoruz, atmosferde çoğalan karanlık suretlerimiz yok; uyanmak hoş bir aktivite, herkese tavsiye ederim. Düşler iyidir ama, o ayrı.
Görsel, Fritz Lang klasiği Metropolis'ten.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder