Her ölüm erken ölümdür ama, çeşitli nedenlerle doğal karşılanmayacak biçimlerde hayatlarını yitirenlerin arkalarından söylenenlere kulak vermek zorunda kalmak gerçekten çekilir değil... İntiharın da, ölümün de paketlenip sunulduğu bir dünyada yaşıyoruz; Kurt Cobain'in günlüklerinin el yazısı ile basıldığı, yaşamını yeni yitiren Amy Winehouse'un yarım kalmış albümünün apar topar piyasaya sürüleceğinin duyurulduğu, David Foster Wallace'ın 6-7 yaşlarında karaladığı kağıtların ortalığa dökülmekle kalmayıp psikologlarca analiz edildiği ve bu analizler doğrultusunda makalelerin yayımlandığı bir dünya burası. Yukarıdaki görsel: David Foster Wallace'ın annesine ilkokuldayken yazdığı bir şiir. Doğal bir ölümle gitmiş olsaydı bütün bunlara gerek kalacak mıydı? Drama, drama... Olur gider diyorum, başka da bir şey demiyorum.
Nekrofili gibi bir şey bu. "Ünlü" olmak öldükten sonra da belli bir gelir sahibi olmak zorunda olmak demek artık. Sonu gelmeyecek bir "eserler panayırı" gibi, eserler tükendikten sonra toplamalar, farklı kombinasyonlarla arka arkaya dizilmiş şarkılardan oluşan aynı albümler, remixler başlar. Ölmeden önce hayatına tecavüz eden medya, öldükten sonra da cesedine ilişiyor. Bir gün ölü ünlülerin organları satılırsa şaşırmam; bir koleksiyoncunun rafında kil bir testinin içinde Kurt Cobain'in -kalmışsa eğer- dalağı. Amy Winehouse'un sol göğsü, Marilyn Monroe'nun parmak kemikleri...
YanıtlaSilGitgide karanlığa gömülüyoruz. Şaka maka güneşin yerini spot ışıkları aldıkça git gide karanlığa gömülüyoruz ve bunun bile bir magazin değeri oluyor.
Aman ya'rabbim.