Kerouac'ın Marlon Brando'ya yazdığı mektuptan devam edelim; Kerouac Amerikan sinemasını sığlıkla suçlayıp, Fransızların fersah fersah ileride olduğundan ve spontane bir sinemaya özlem duyduğundan bahsediyor. Kerouac'ın kendi yazdığı oyun Beat Kuşağı'nın (Siren'de yayıma hazırlanıyor) 3. perdesinden uyarladığı kısa film Pull My Daisy, tam da yazarın Brando'ya mektubunda özlemini çektiğini söylediği unsurlarla bezeli, otobiyografik ve emprovize yönleriyle öne çıkıyor. Beat Kuşağı'nı önümüzdeki aylarda okuyacaksınız; haliyle metnin kendisi de oldukça spontane gelişen diyaloglar eşliğinde Beat "gerçekliğine" dair bir kesit içeriyor. Gerçekliğe film ile ayna tutanlardan bahsetmiş ve Kerouac'ın Fransızlara övgülerine yer vermişken 1917 doğumlu yönetmen Jean Rouch'tan bahsederek kapatalım yazıyı; Jean Rouch görsel antropolojide önemli bir yer edinmiş, kurgu ile gerçeklik arasındaki sınırları belli olmayan ve öze-dönüşlü yaklaşımlarıyla kendini gösteren pek çok "belgesel"in yaratıcısı. Afrika'da yaptığı işleriyle sonradan Afrikalıların haklı olarak tepkisini çeken yönetmenin, en ilgi çekici filmlerinden biri kendi ülkesinde çektiği Chronique d'un Ete (blog yazarınıza göre elbette) - Bir yaz mevsimi boyunca Fransa'nın çeşitli yerlerinden insan manzaralarına odaklanan film, birtakım kadınların sokaklarda insanlara ellerinde mikrofonlarla yanaşıp 'Mutlu musunuz?' diye sorduğu, soru karşısında pek çok kişinin tuhaf ifadeler takınarak kaçıştığı görüntülerle başlıyor ve yönetmen ile birlikte filmin izlenip seyircilerce (aynı zamanda filmde rol alan kişiler) gerçekliğe sadakatinin eleştirildiği bölümler içeriyor. 1960 yazını "belgeleyen" film, zihinsel bir egzersiz olarak düşünüldüğünde, gerçekten çarpıcı bir iş koyuyor ortaya.
"Gerçeklik" üzerinde konuşuldukça kurguya kayan bir platform, 2004 yılında hayata veda eden Rouch, kurucularından biri sayıldığı Cinema Verite (Gerçeklik Sineması) hakkında şöyle diyor: "Cinema Verite gerçeğin filmi değil; filmin gerçeğidir." Bir başka noktada, bu bulmacamsı beyanı şu şekilde geliştirmiş: "Belgesel, sinemanın en yanlış biçimidir. Gerçek, sadece aktarıldığı zaman değere sahip olur. Başka deyişle, sanatçı sadece kendi küçük dünyasını yaratabildiği sürece var olur." Karakterlerin yaşadıkları görüntülenen şehirlerde değil yönetmenin dünyasında hayat bulduklarından dem vuruyor sonraki sözlerinde Jean Rouch. Uzun bir sıçrayış yapalım ve belgeselci olmasa da filmlerinde mekanla derin bağlar kuran bir yönetmeni analım hemen, Woody Allen ki erken dönem filmlerinin New York'u başta olmak üzere kendi sinemasal şehirleriyle çıkar karşımıza, bu tanımlamayı doğruluyor gibi. Allen'ın sinema için kurgulayacağı en son şehir, geçen hafta haberlerde okuduğumuz üzere: Roma.
15 Mart 2011 Salı
Kurgunun gerçeği
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder