10 Mart 2011 Perşembe

Deli (2)

Her türlü tamamlanmamış algıda -söylemeye bile gerek yok, bütün algılar eksiktir- gözlemci, deneyimlerine dayalı bir tahminde bulunarak “boşluğu doldurur.” Ya da arzularına dayanarak. Ya da arzunun diğer yüzüne, yani tiksinmeye. Yani temel olarak, bulanık imgeler karşısında, bunları görmeyi beklediğimiz şeye ya da görmek istediğimiz şeye veya görmekten en çok ürktüğümüz şeye dönüştürerek bunlara odaklanırız. Diğer bir deyişle, zihnimizde zaten mevcut olanı, dosya ne denli tozlu da olsa, derli toplu şekilde zaten hazır ve nazır bekleyene dönüştürürüz.
Örneğin, biri öldüğünde, sonrasında, yabancıları artık hayatta olmayan bu kişiye benzetir dururuz. “Tamamlama hatası” yaşamaktayızdır. Uzakta bulunan birine dair bazı ayrıntıları seçeriz -geniş bir alın; kendine has, hımbılca bir yürüyüş; dikkat çekici ölçüde kirli sakal- ve yukarıda anlatılmış arzular, korkular ve beklentilerimiz, daha aşina bir bütün (yani parçalara dayalı daha temiz ama hatalı bir yorum faaliyeti) oluşturmak üzere boşlukları doldurur. Bu yeniden yapılandırılmış “bütünün” yanlış olması genellikle önemli değildir. Yabancı yakınımıza geldikçe, zannettiğimiz kişi olmaktan çıkıp gerçekten her kimse ona dönüştükçe, kısa sürede hatamızı anlarız. (...)

Fakat yorumlama hatalarımızı tanımlamaktan daha fazlasını da yapabiliriz; bu hataları zihnimizin içeriğinin, örneğin nelerle meşgul olduğunun, arzularının v.s. ipuçları olarak inceleyebiliriz.

(...)

Belli “hataların” kökenini araştırmak elbette kuramsal olarak, meşhur “peygamberi deliden ayırma” sorununun çözümünü verebilir: eğer “psikoz” metin idiyse, bunun yazarı olarak kimden şüphelenirdiniz? Eğer metin akıl hastasının korkularını, arzularını ya da beklentilerini yansıtıyorsa, büyük olasılıkla bu kişi kendi gördüklerini yazmıştır. Farelerden korkan bir adam farelerin kralını gözlerinin önüne getirebilir, televizyonun başından kımıldamayan bir kadın akşamları talk show programı yaptığına inanabilir, şövalyelik öyküleri okuyan biri gezgin bir silahşör olduğuna inanabilir. Fakat: eğer, mesela Minnesotalı bir araba tamircisi bilinç kazanmış çimen yapraklarının Ekvator hükümetini devirmeyi planladığını iddia ederse, bunu diğerleri gibi bir uydurma vakası olarak görmeden önce, en azından biraz kulak kabartmanız gerekir. Niye zihninden böyle bir şey geçirsin ki? Ekvator’a niye önem versin? Ya da çimene? Eğer bir öykü fazla gelişigüzel ya da diyelim ki bir “delinin” kendi başına tasarlayamayacağı kadar zekice gözüküyorsa, o halde “yazar”ın bizzat gerçeklik, “deli”nin de sadece okuyucu olabileceğini göz önünde tutmak gerekir.

Sonuç itibariyle, hayal gücümüzün sınırlarını sadece gerçeklik aşabilir.


Sesinizi duyurun.

(Atmosferik Rahatsızlıklar, Rivka Galchen. Çeviren: Hira Doğrul.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder