19 Ocak 2011 Çarşamba

Uykuya dal...

Banyoda tek başıma huzur içinde sıcak su akıtmayı bitirdikten sonra dublör ile isimsiz köpeğin mutfakta, oturma odasında ya da yatak odasında olmadığını gördüm. Gitmişlerdi. Böylelikle sükûnet içinde düşünüp plan yapabileceğime karar verdim ve kanepede yüzükoyun yatarak bunu gerçekleştirdim. Bu da uykuya daldığımın farkında olmadan uykuya dalmam demek oluyordu. Bu durumun, ancak başıma gelenlerin gerçeklikte de başıma geldiği bir rüyanın azabını yaşarken çalan telefonun beni acizane ve ıstırap verici şekerlememden uyandırmasıyla farkına vardım. Bir çeşit rahatlama duygusuyla uyandığımdan Rema’nın yerine geçen kişinin gerçeklikte değil sadece rüyamda, sadece hazımsızlıktan, üşütmeden ya da ayaklarıma kramp girmesinden kaynaklanan kötü bir rüyada var olduğuna dair dört elle sarıldığım bir umuda kapılmıştım. O sırada kaybımın bendeki tahribat derecesinin bu seviyede olduğunu sanıyordum; tıpkı bir yakınınızın ölümünden sonraki ilk günlerde, diyelim eğilip yerden toz öbekleri toplarken, bir sonraki karşılaşmanızda merhumun kendi ölümü hakkında (veya toz toprak hakkında) neler söyleyebileceğini merak etmek ve bu sohbetin, yani yeni ölmüş biriyle sohbet etmenin ne acayip bir şey olacağı hakkında birazcık kaygı duymak gibi.

Telefon yeniden çaldı.


(Atmosferik Rahatsızlıklar, Rivka Galchen. Çeviren: Hira Doğrul.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder