12 Ocak 2011 Çarşamba

Çöküş


İŞTEN ÇIKARMALAR BAŞLAMIŞTI. Aylardır söylentileri dönüyordu ama artık resmen başlamıştı işte. Şansınız varsa dava açabiliyordunuz. Siyahsan, yaşlıysan, kadınsan, Katoliksen, Yahudiysen, eşcinselsen, obezsen ya da fiziksel bir özrün varsa en azından dava açabilecek bir gerekçen var demekti. Hepimiz bir ara yeminli ifade vermiş, bir ara tahtımızdan indirilerek azledilmiştik. Tom’un davasında ifade veririz diye düşünüyorduk, bize dava açacağından hiç şüphemiz yoktu. Gerçi dava gerekçesi listesine götlük eklenmediyse Tom’un da dava açacak bir mecrası olamazdı ya… Üstelik bu sadece bizim dediğimiz bir şey de değildi. Eski karısı adamdan nefret ediyordu. Hakkında uzaklaştırma emri çıkartmıştı. Adam yanında bir gözlemci olmadan iki küçük çocuğunu bile göremiyordu. Kadın sırf Tom’dan kaçmak için Phoenix’e taşınmıştı. Aramızda tam bir görüş birliğine varamamış olduğumuz için ona göt diyemiyorduk. Gerçekten Tom için kullanılabilecek başka bir kelime daha yoktu ama Amber Ludwig’in bu sıfata itirazı vardı çünkü hamile kaldığından beri küfüre ve küfürlü ifadelere karşıydı. Gerçi kaba sözlere itirazı olsa da aslında bu hususta oyu çekimserdi.


Tom işten çıkarılacağını öğrendiğinde bilgisayarını pencereye fırlatmak istemişti. Benny Shassburger de o anda yanındaydı. Benny öyle Tom’un en iyi arkadaşı filan sayılmazdı ama böyle bir durumda onunla öğle yemeğine çıkıp sonrasında bizlere rapor geçecek adamımız da oydu. Tom’un işten atıldığı dedikodusu hızla yayılınca tabii ki ilk aşağı inen de Benny oldu. Benny bize, Tom’un odasında yeni hapse tıkılmış adamlar gibi volta attığını anlattı. Tom’un alüminyum bir sopayla Naperville’deki evine gittiği ve karısının polisi çağırdığı o akşam ne halde olduğunu gözünde canlandırabildiğini söyledi. Biz bu hikâyeyi hiç duymamıştık. Önce alüminyum sopa hikâyesini öğrenmek için tam orada ve o anda Benny’nin Tom’un son saatini anlatmasını kesmek zorunda kaldık. Benny bu hikâyeyi duymamış olduğumuza çok şaşırdı, duymuş olduğumuzdan emindi. Ama hayır, biz duymamıştık. “Gidin ya” dedi, “duymuşsunuzdur canım.” Hayır, duymamıştık. Bu sohbetler hep böyle yürürdü. Böylece Benny bize Tom’la sopasının hikâyesiyle birlikte Tom’un son saatini anlattı. Her ikisi de iyi hikâyelerdi ve bir saatimizi öldürdü. Bazılarımız iş saatlerinde vakit öldürmeye bayılır, bazılarımız ise sonradan kendilerini suçlu hissederdi. Ama bu konudaki şahsi duygularımız ne olursa olsun yine de saatlerin hesabını vermek zorundaydık, o yüzden de boşa geçen her saati de müşteriye fatura ederdik. Mali yılın sonunda müşterilerimiz bize oturup saçmalamamız için bayağı bir ücret ödemiş olur, bize yaptıkları harcamalar da tüketiciye yansıtılırdı. Bu ticaret yapmanın bedeliydi ama bazıları bunun Roma İmparatorluğu’nun çöküşü öncesindeki sefahat dönemine benzer bir gösterge olduğundan, sonumuzun yaklaştığından korkuyorlardı. O kadar çok para söz konusuydu ki azıcığı bize aksa, o bile dünyanın en varlıklı yüzde biri arasına girmemize, zengin bir hayat sürmemize yeterdi.

Bütün bunlar işten çıkarmalar başlayana dek çok eğlenceliydi.

(Ve İşimiz Bitti, Joshua Ferris. Çeviren: Duygu Günkut.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder