28 Ocak 2011 Cuma

Işıma

Joyce Carol Oates, NY Times Book Review için yazdığı bir Shirley Jackson incelemesinde Jackson'ın amfetamin ve alkol bağımlılığı dolayısıyla 48 yaşında kalp krizi geçirerek öldüğünü ve yaşamının son yıllarında ağır agorafobiden mustarip olduğunu, bu yüzden yatak odasından bile dışarı çıkamaz hale geldiğini belirtmiş. Jackson'ın en ünlü romanı Tepedeki Ev'in içindekileri felakete sürükleyen, habis bir ev hakkında olduğunu düşünürsek yazarın agorafobik olması ironik bir detay. Agorafobik bir yazardan klostrofobik bir roman Tepedeki Ev ve öyküye dair tüyo vermeden hakkında konuşmak oldukça güç.

Joyce Carol Oates, Shirley Jackson ile ilgili makalesinde yazarın hakkındaki cadılık iddialarına atıfta bulunuyor; bir başka yazıda yazarın siyah kedilerinden ve hem iyicil hem de kötücül büyülere inandığından bahsediliyor. Jackson'ı kuşatan cadılık iddiaları Batı'da insanların tarih boyunca cadılardan korktukları ve farklı karakterleriyle göze batan kadınları cadı olarak yaftalayıp acımasızca öldürmeye yeltendikleri düşünülürse onore edici bile sayılabilir. Tepedeki Ev her şeyden önce sağlam bir yazarın kaleminden çıkma bir metin ki ötesi, açıkçası çok da mühim sayılmaz.


Stephen King'in Türkçeye Medyum adıyla çevrilen romanı The Shining'i anımsarsınız; okumadıysanız dahi Kubrick'in uyarladığı filmi görmüş olma ihtimaliniz yüksek. King, Shining'in ilhamını Tepedeki Ev'den aldığını belirtiyor; filmde karakterlerden biri telepati yeteneği olan küçük çocuğa kışı içinde geçirecekleri otelin de tıpkı kimi insanlar gibi zihinlerle telepatik bağlantılar kurabildiğini, dolayısıyla 'ışıdığını' anlatır - bu fikir, yani içinde yaşanmış birtakım olaylar sonrasında tıpkı bir insan gibi belli bir karaktere bürünen bir bina fikri Jackson'ın Tepedeki Ev'inin temelinde yer alıyor; ancak yazarın romanda 'ışıyan' ya da perili bir evin çektiği numaralardan çok insanların dış dünyada ve iç dünyalarındaki savunmasızlığa, çarpıklıklara işaret ettiği söylenebilir. Stephen King'in Shirley Jackson'dan ilhamla bir roman yazması, ardından Stanley Kubrick'in kendi okumasıyla bunu filme çekmesi fikri de ilgi çekici, üstelik King Kubrick'in filmde evden çok ana karakterin cinnetini vurgulamasına ateş püskürmüş ve bir başka uyarlama yaptırmış, yani bir fikirden farklı okumalar ve farklı kişiler sayesinde pek çok özgün yorum doğmuş böylelikle. Kubrick kendisine yollanan senaryoyu okuduğunda çarpıldığını söylüyor ve söze şöyle devam ediyor: "Kimi yönlerden gerçekçi kurgu ve dramanın bir hikayeye ciddi kısıtlamalar getirdiğine inanıyorum... Bir hayalet öyküsünün bilinçaltımızda yerleşik cazibesi, örneğin, ölümsüzlüğe işaret etmesindendir. Bir hayalet öyküsü seni korkutuyorsa doğaüstü varlıklara inandığını kabul etmek zorundasın. Eğer öyleyse, mezarda seni bekleyen boşluktan fazlası olacaktır." Pragmatist bir yaklaşım Kubrick'inki; Shirley Jackson, bu noktada tam da Kubrick'i ters köşeye yatıracak bir roman yazmış diyebiliriz.


Yazıyı Italo Calvino'nun Klasikleri Niçin Okumalı? (YKY, çeviren: Kemal Atakay) adlı kitabından iki maddeyle noktalayalım ve sizleri kendi klasikleriniz hakkında kafa yormaya davet edelim: 10. Eski çağların tılsımları gibi, evrenin eşdeğeri biçimini alan kitaba klasik denir. ... 11. "Senin" klasiğin, kayıtsız kalamayacağın ve onunla bağlantılı olarak, hatta onunla karşıtlık içinde kendini tanımanı sağlayan yapıttır.


Güzel bir haftasonu geçirmeniz dileklerimizle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder