Baharın şehre inişinin ardından, şimdi de Paskalya kapıda. Hıristiyan alemi İsa'nın çarmıha gerilmesinin ardından dirilişini kutlayadursun; bu blog, eğer şimdiye değin farkına varmadıysanız altını çizelim, serbest çağrışımlara fena halde açık. Paskalya dolayısıyla akıllarımıza düşen kitap Nick Cave'den Bunny Munro’nun Ölümü oldu. Belki tavşan temasından, belki de yazarın sözlerinden dolayı. Cave, Bookseller söyleşisinde kitabını İncil'e benzettiğini söylemiş; hikayenin finalinde gerçekleşecek olanı okura baştan bildirerek ve ana karakterini kendi akıbetine dair bir farkındalıkla donatarak İsa ile bir akrabalık yarattığını belirtmiş. Sanatçının söz yazarlığında da beslendiği önemli kaynaklardan birinin İncil olduğu düşünülürse bu, Cave açısından şaşırtıcı sayılmaz. Antik Yunan trajedilerini de çağrıştıran görkemli ve çarpıcı bir sonla noktalanan Bunny Munro'nun Ölümü, karakterine ölümünün ardından yarı sembolik, yarı fantezi biçiminde bir yüzleşme alanı da yaratıyor. Bu anlamda ölüm son değil gerçekten de Bunny Munro için, Cave'in şarkılarından anımsayacağımız bir dize gibi, ölüm son değil.
Dram sürmeye devam ediyor.
“Başka yerlerde de sürer hayat. Hayat her yerde sürer. Nereye gidersem gideyim dram var sanki. Bitten farkı yok insanların – teninin altına girip gömüyorlar kendilerini. Kanatıncaya kadar kaşınırsın, ama asla kesin kurtuluş yok bu bitlerden. Nereye gitsen hayatlarını berbat ediyor insanlar. Herkesin kendine ait bir trajedisi var. Kanımıza işlemiş – talihsizlik, sıkıntı, elem, intihar. Felaketlerle, asabiyetle, anlamsızlıkla dolup taşıyor atmosfer. Kaşın kaşınabildiğin kadar – derin soyuluncaya dek. Fakat benim üzerimdeki etkisi coşturucu… Daha çok felaket istiyorum, daha büyük afetler, daha büyük başarısızlıklar. Dünyanın yerinden oynamasını istiyorum, herkesin kaşına kaşına ölmesini.” (Yengeç Dönencesi – Henry Miller. Çeviri: Avi Pardo)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder