Punto’nun ön koltuğunda kamburunu çıkarmış otururken iki şey endişelendirmektedir onu.
Birincisi, annesini hatırlamaya çalıştığında görüntüsünün kaybolmaya devam etmesidir. Eyfel Kulesi’nin hangi tarihte inşa edildiğini hatırlayabildiği halde zihninde annesini canlandırmakta zorlanır, bu da onu üzer. Birlikte yaptıkları şeylerin anılarını bir galeriye dizer gibi dizmeye çalışır. Zamanda donmuş biçimde, dünyaca ünlü Booth Müzesi’nin camekânlarındaki doldurulmuş hayvanlar misali. Fakat annesinin görüntüsü kaybolmaktadır, örneğin annesinin St Ann’s Well Gardens’ın oyun parkında onu salıncakta ittiği günü anımsamaya çalıştığında, kendini havada, bacaklarını sallarken, yüzü kahkahayla capcanlı görebiliyor – ama iten kim onu? Bir hologram kadar eksik ve yavaşça dağılan bir hayalet-kadın. O anda sonsuza dek, inmemek üzere havaya yükselen, insan temasının ve sonuçlarının ötesinde, annesiz bir çocuk olacağını hisseder ve gömleğinin koluyla gözyaşlarını sildikten sonra diğer konuda endişelenir.
Daha önce suç işlemeye meyilli yeniyetmelerin oturduğu bankta şimdi elbise giymiş, bir saksıyla uğraşan şişman bir adam oturmaktadır. Eflatun bir peruk vardır başında. Arada sırada Bunny Junior’a bakıp bir tür canavar sesi çıkarmaktadır – bir kurtadam ya da zebani gibi. Bu Bunny Junior’ı korkutur ve hiç belli etmeden uzanıp kapının kilidine basar. Bunu yaparken babasının gözden kaybolduğu merdiven girişine bakar ve orada, sırtı ona dönük ve gölgede kısmen kaybolmuş, üzerinde turuncu bir gecelikle sarışın bir kadının durduğunu görür.
Bunny Junior ellerini yüzüne götürür ve kadının gözlerinin önünde gölgelerin derinliğinde kayboluşuna ya da çözülüşüne ya da atomlarına ayrılışına –hangisi olduğunu karar veremez– tanık olur.
(Bunny Munro'nun Ölümü, Nick Cave. Çeviren: Avi Pardo.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder