5 Nisan 2010 Pazartesi

Maskeler, külotlu çoraplar, tüyler


“Son birkaç gündür başka biri gibisin,” dedi. “Hatta aylardır.”

Durum -üstü örtülü de olsa- ancak bu kadar yalın şekilde tespit edilebilirdi...

Annem şu üç çözümden birine başvurulduğu takdirde neredeyse her şeyin çözülebileceğini söylerdi: sıcak bir banyo, sıcak bir içecek, ya da, orada ne yapılacağını hiçbir zaman belirtmemekle birlikte, onun tabiriyle “tuvalete gitmek.” O sırada, çocukluğumda tavsiyesinin işe yaramadığı tek bir hadiseyi bile nasıl olup da hatırlayamadığımı düşünüyordum. Küvetimiz mutfağımızın ortasındaydı, tuvalet ise mutfak lavabosunun hemen diğer tarafında ince duvarlı bir odacıktı. İki oda da elle döşenmiş, aynı siyah-beyaz desenli fayans zemine sahipti. Suyun borulardan akması, kesilmesi veya kaynaması hep işitilirdi.
Rema’nın yürüyüşüne benzer bir ses beni bir saati bile geçmeyen uykumdan uyandırdı, ama bu pek tuhaf bir zaman dilimiydi. Uyandığımda uyuşmuş, karıncalanan sol elim deli gibi ağrıyordu. Rema’nın olmadığına karar verdiğim bir suratın şöyle bir gözüme çalınmasından sonra, mutfak tarafından gelen çoraplı ayak seslerinin iç acıtan aşinalığı sırasında, bekleyip her şey normalmiş pozları takınamayacağıma karar verdim. Gidip hakiki Rema’yı aramalıydım. Bunun ne demeye geldiğini pek bilmesem de -başıma bir şapka geçirecek, bir büyüteç kapacak ve parmak izi peşinde mi koşacaktım?- atılması gereken bir sonraki adım buydu, biliyordum...

Elbette ki zihnimiz bizlere oyunlar oynardı; duygularımıza maskeler, külotlu çoraplar, tüyler giydirirdi.


(Atmosferik Rahatsızlıklar, Rivka Galchen; çeviren: Hira Doğrul.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder