Amerikan Vogue dergisinin eylül sayısından ilginç bir ters köşe: Colm Toibin imzalı bir Edith Wharton yazısı. Yazı bir kenara, Annie Leibowitz imzalı bir de moda çekimi gerçekleştirilmiş: Jonathan Safran Foer, Junot Diaz, Jeffrey Eugenides gibi yazarlar Wharton'un dostları kılığına girip poz vermiş. Vogue'un eylül sayısı meşhurdur, biliyorsunuz; Wharton'un Massachusetts'deki malikanesinde yapılan çekimde adını andığım yazarları görmenin ilginç olduğunu ise yadsımak mümkün değil. Buraya kadar her şey gayet güzel, hoş; Vogue gibi bir moda dergisince çağdaş edebiyatın bu okkalı kalemlerinin -Wharton gibi bir yazara saygılarını sunma vesilesiyle- çekime katılmalarının sağlanması da gayet güzel, yalnız tek bir nokta eksik kalmış gibi: Wharton'u canlandırmak üzere bu kalemlerle beraber kamera karşısına geçecek bir kadın yazar bulmak yerine Natalia Vodianova adlı süpermodelin seçilmesi sanki biraz tuhaf olmuş. Internette biraz bakındım ve bu hususta yalnız olmadığımı gördüm; çekim şimdiden bu nedenle epey tepki toplamış. Vodianova daha önce yine burada, Vogue'da, Alice Harikalar Ülkesinde'den ilham alan ve çok konuşulan bir moda çekiminde Alice'i de canlandırmış meğer. Üstelik şöyle bir tesadüf de söz konusu: Alice Harikalar Ülkesinde temalı çekimde de kameranın arkasında Annie Leibowitz durmuş... Her neyse, uzun uzun anlattım ama kapağında tanımanın imkansız olduğu bir Lady Gaga'nın yer aldığı, 900 sayfaya yakın moda dergisinde Jonathan Safran Foer ile Jeffrey Eugenides ile karşılaşmak beni biraz sersemletmiş olabilir, ondandır.
Geçen sene bu aralar, benzer biçimde, Elif Şafak'ın kendi kitabının ana karakteri olarak bir yaz günü karşımızda belirmesi ve şehrin tüm otobüs duraklarında üzerinde kalın yünlü bir takımla arz-ı endam etmesi hakkında fikir yürütüyorduk; burada, kanımca daha derinlikli bir çalışma söz konusu, ancak Wharton'u bir süpermodelin canlandırmasına, dediğim gibi pek akıl erdiremedim. Ha, yazarların başka birileri kılığına girip poz vermeleri ayrı bir mesele tabii; o hususta da muhafazakar bir tavır içinde olduğumu, yazarları yapıtlarının arkasında değil de önlerinde görmekten pek hoşlanmadığımı belirtmek zorundayım sanırım. Elif Şafak -ki kendisi daha önce Hürriyet Cumartesi için "deli" romancı kılığına girdiği, saçına peruk taktığı ve türlü "haller" sergilediği fotoğraflarla da akıllara kazınmıştır- demişken, Şafak geçtiğimiz pazar günü Habertürk'te David Foster Wallace konulu yeni bir köşe yazısı kaleme almış; almış da ne demiş, valla orasını siz değerlendirin sevgili blog okurları... Benden bu konuda yorum yok. Onun yerine, Şafak'ın 2010 tarihli bir söyleşisinden alıntı yapayım, fazla söze hacet yok zaten: "İstanbul’da beni tanıyan pastacılar, ekmekçiler var. Benim bir kenarında oturup çalıştığım fırınlarım var. Alıştılar bana. Bazen habersiz gidiyorum, bazen haber vererek. Onlar cheesecake yapıyorlar ya da ekmek, un kurabiyesi; ben de yazıyorum. Un kurabiyesinin enerjisi muhteşem mesela, yapıp getiriyorlar..."
Un kurabiyesinin muhteşem enerjisi aşkına!
Aydınlık günler dilerim.
Okurların yazara kendini göstermeye çalıştığı, yazarıyla tanışmaya can attığı bir yerden yazarın görünmek adına çabalayıp durduğu zamanlara erişmiş durumdayız sanırım. Elif Şafak'ın, Ahmet Altan ve Orhan Pamuk ve nitelikçe zayıf başka yazarları takip ettiği söylenebilir mi? Çok kötü örnekleri anmaya gerek yok. Ama aşırı reklam, hep önde görünme esere zarar verebiliyor.Mesela Ahmet Altan yeni çıkan bir romanı için Okan Bayülgen'e bile konuk olmuştu. İyi mi oldu kötü mü, bilemem ama şimdilik aklım ve gönlüm İhsan Oktay Anar gibi Suskunlar'dan yana.
YanıtlaSilOrhan Pamuk nitelikçe zayıf olabilir, ancak Türkiye'de yaşayan daha iyi bir romancı yok şu anda. Deneysellikleri kendi içlerine dönük yazarların (Benerler gibi) okunmayışlarını okuyucuya bağlayamayız, sorumlusu yazarlardır.
YanıtlaSilBence, Elif Şafak'a giydireceksek bunu doğrudan yapmalıyız. Gerçi blog üslubuna uygun kaçmayabilir -bu mesaj gibi- ancak şu İskender meselesinden beri Elif Şafak'a edilecek bütün sözler sayfaya gömülüp kalıyor. Lütfen kazıp çıkaralım.
R.T.
Nitelikçe zayıf yazarlar ifadesi, sanıyorum Orhan Pamuk'a yönelik değil, en azından ben bu cümleyi böyle okumadım, ancak yorum Asi'ye ait, kendisi de konuya açıklık getirebilir. Burada subjektif yargılar söz konusu ise eğer, Orhan Pamuk'un niteliklerini tartışmayacağımı, kendisini hedef almak gibi bir derdim olamayacağını belirteyim. Bu blog paralel mevzularla iştigal eden bir mecra; dolayısıyla Edith Wharton temalı moda çekimi, ister istemez Elif Şafak'ın 'yazarın deliliği' temalı söyleşisi ve fotoğraflarıyla yan yana geldi. Elif Şafak'a giydirmek gibi bir iddiamız yok; idam mangası da değiliz sonuçta. Bir blog yazısının misyonunu bu kadar ağırlaştırmaya gerek olduğunu sanmıyorum. Ha sizin bu konuda diyecekleriniz var ise, yorumunuzu bırakabilirsiniz - ister kayıtlı kullanıcı ister, adsız olarak.
YanıtlaSilMesele tam da sizin dediğiniz gibi yazarın eserinin önüne geçme meselesi. Derdiniz edebiyatsa eseri hiçbir şeyin gölgelemesine izin vermezseniz, ya da gönlünüz elvermez. Bu sebeple bazen çok konuşulan kitapları hemen okumak istemez insan. Biraz demlenmesini, tozun dumanın dağılmasını bekler. Yayınlandığında herkesin elinde dolaşan Bir Dinozor'un Anıları'nı sakin bir zamanda okuyunca kitabın ne kadar hoşuma gittiğini görmüştüm. Kısaca, iyiyse yollarımız bir şekilde kesişir, gözümüze sokmanıza gerek yok tavrı. Sanırım anlaşıbilir bir tavır.
YanıtlaSil(Orhan Pamuk tescilli bir romancı, niteliğiyle ilgili olumsuz bir görüş de belirtmedim- ki belli bir mesafeden sevdiğim ve kısknadığım bir yazardır ama belli bir mesafeden!)