Bana garip gelen pek az şey kaldı artık.
Koltuğa bakıyor ve Tabitha’yı düşünüyorum. Üstünden fazla geçmedi; bacakları benimkilerin üstünde, koltukta oturmuştuk. Öyle dolanmıştık ki birbirimize, kıpırdar, kalkar korkusuyla nefes alamaya bile çekinmiştim. İçimde şaşırtıcı ve beni yutacağa benzer bir sıcaklıkla özlüyorum onu. Daha yeni hafta sonunu geçirmek için benimle buradaydı ve evden neredeyse hiç çıkmadık; yaptığımız yetiştirilişimize taban tabana zıt ve pek ahlâksızcaydı. O da Amerika’ya, Seattle’a Kakuma’daki mülteci kampından gelmişti ve işte, aynı kampta büyümüş biz iki çocuk, yıllar sonra bu odada, bu koltukta, Amerika’daydık ve nereden nereye geldik ve gelecekte ne var diye kafa patlatıyorduk. Baş ve işaretparmaklarını pazımın etrafında birleştirebildiğini gösterirken sıskacık kollarımda kıkırdamıştı. Ama yapabileceği veya söyleyebileceği hiçbir şey ne alınmama yol açardı ne de sevmekten vazgeçmeme… Atlanta’ya beni ziyarete gelmişti ve gelmesi, önemli ne varsa hepsini söylemeye yeterliydi. Üzerinde önceki gün DeKalb Alışveriş Merkezi’nden onun için aldığım pek dar pembe tişört, koltuğumdaydı. Ünleminin noktası rolündeki yıldızı ve soldan sağa salınan pırıltılı gümüş harfleriyle, 'Alışveriş Benim Tedavim!' yazıyordu tişörtün üzerinde. O tişört üstündeyken yanına oturmak sarhoş ediciydi; Tabitha’yı sevişimde nihayet erkek olmuşum gibi kendimi yetişkin hissettiren bir şey vardı.
Onunlayken çocukluğumdan, çocukluğumun yoksunluğundan ve felaketlerinden kaçabileceğimi hissediyordum.
(Ne Nedir, Dave Eggers. Çeviren: Algan Sezgintüredi.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder