Bu lafın ardından, Julian, yanağıma bir annenin dokunduğu gibi dokundu ve ürperdim. Kemiklerim boşaldı ve yere yatıverdim. Kadının karşısında sarsılıyor, inliyor, yumruklarımla yaşları gözlerime geri sokmaya uğraşıyordum. Böyle bir şefkate, böyle bir iyiliğe nasıl tepki vereceğimi unutmuştum, bilmiyordum artık. Kadın beni bağrına çekti. Aylardır kimse el sürmemişti bana. Annemin gölgesini, içinden gelen sesleri dinlemeyi özlemiştim. Ne kadar uzun süredir soğuk hissettiğimi hiç fark etmemiştim. Kadın bana gölgesini verdi ve evime, yuvama geri dönene kadar o gölgede yaşamak istedim.
—Burada kalmalısın, diye fısıldadı Ajulo. —Oğlum olursun.
Yanıt vermedim. Akşama kadar, sahiden oğlu olabilir miyim diye merak ederek onla kaldım. Tanıyacağım, bulacağım rahatlık kampta yarı çıplak çocuklarlayken bulacağımla kıyaslanamazdı. Ama kalamayacağımı biliyordum. Kalmak, yuvama dönme umudumu terk etmek anlamına gelecekti. Bu kadını anne bellemek, hâlâ yaşıyor olabilecek, ömrünün kalanını beni bekleyerek geçirecek kendi annemi reddetmek demekti. Ama Anyuak kadının kucağındayken düşündüm: Neye benziyordu, nasıldı benim annem? Aklımda sadece tül hafifliğinde, uçuşan anılar vardı ve Ajulo’yla kalışım uzadıkça anneme dair görüntüler gittikçe uzaklaşıyor, bulanıklaşıyordu. Ajulo’ya oğlu olamayacağımı söyledim. O gene beni beslemeye devam etti. Haftada bir yanına gittim ve elimden gelen yardımı yaptım: ona su taşıdım, başka türlü edinemeyeceği şeylerden, tayınımdan parçalar getirdim. Yanına gittim, beni besledi ve kucağında yatırdı.
O saatlerde evi olan bir çocuktum.
(Dave Eggers, Ne Nedir. Çeviren: Algan Sezgintüredi.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder