Her sabaha doğruyu yapmak, iyi ve anlamlı bir insan olmak arzusuyla, imkânsızlığı kulağa basit geldiği kadar gerçek mutluluk arzusuyla uyanırdı. Ve her gün yüreği göğsünden midesine iner, öğle vakti geldiğinde hiçbir şeyin yahut kendisi için hiçbir şeyin yolunda gitmediği hissi ve kendi başına kalma arzusuna yenilirdi. Çember akşam çöktüğünde kapanır, mahzunluğunun azameti altında yapayalnız, hedefsiz suçluluk duygusunda yapayalnız, hatta yapayalnızlığında bile yapayalnız kaldırdı. "Mahzun değilim ben," derdi kendi kendisine defalarca, "mahzun değilim." Sanki günün birinde kendi kendisini ikna edecekmiş gibi… Ya da kandıracakmış gibi… Ya da başkalarını (mahzunluğunu bilmekten daha beter tek şey, başkalarının da bunu bilmesiydi)… "Mahzun değilim ben." "Mahzun değilim ben." Yaşamı sınırsız mutluluk potansiyeli barındırdığından, beyaz bir oda kadar boştu. Kendisine ait bir parça değilmiş gibi kalbini çıkarıp ayakucuna evcil bir hayvan misali yerleştirerek uyurdu. Ve her sabah dünkünden biraz daha ağır, biraz daha zayıf ama pompalamaya hâlâ devam eden yüreğini yine göğüs kafesinde bulurdu. Ve ikindiye doğru yine başka bir yerde, başka birisi, başka bir yerdeki başka birisi olma arzusu altında ezilirdi.
"Mahzun değilim ben."
12 Temmuz 2010 Pazartesi
Mahzun değilim ben
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder