Marcel Proust, Kayıp Zamanın İzinde’de, Küçük Madlen adı verilen bir keki çayına batırıp geçmiş günlere yoğun bir sarhoşluk içinde geri dönerken ‘‘Geçmişi hatırlama gayretimiz nafile, zihnimizin bütün çabaları boşunadır. Geçmiş, zihnin hâkimiyet alanının, kavrayış gücünün dışında bir yerde, hiç ihtimal vermediğimiz bir nesnenin (bu nesnenin bize yaşatacağı duygunun) içinde gizlidir,’’ diyor.
Pagan Kennedy’nin Anıkolik isimli romanında bu kudretli nesne, Mem adı verilen bir hap. Proust'un Madlen’i gibi ufacık ama gücü aşkın. Bu hap, kullanıcısını geçmişinin en pırıltılı anlarına geri götürüyor, aradan geçen zamanın körelttiği, yitmiş mutluluklara dair anıları yeniden yaşamayı sağlıyor. Unutulmuş heyecan ve coşkuları, geleceğin önümüzde umut yüklü, uçsuz bucaksız bir olasılıklar ülkesi gibi uzandığını hissettiğimiz anları… Anıkolik'in ana karakteri Win Duncan, bu hapın, Mem'in yardımıyla kendi kayıp zamanlarının peşinde. Gerilerde bir yerlerde yitirdiği umutlu benliği üzerinden bugünkü hayatını yeni baştan kurgulama niyetiyle, çekici olduğu kadar tehlikeli bir maceraya atılıyor. Fanzin yazarlığı ve The Village Voice gibi muhalif yayınlardan tanıdığımız Amerikalı yazar Pagan Kennedy, Douglas Coupland'ın yirmili yaşlarında Kaliforniya çöllerinde yaşama sırtlarını dönmüşken bıraktığı X Kuşağını kırklı yaşlarında hayatıyla baş edemeyen Win Duncan’ın çehresinde yakalıyor. Şimdiye tahammül etmek adına geçmiş zamanlardan medet uman Win Duncan'ın içinde yaşadığı dünyayla uyumsuzluğu, yaşantısını onu mutlu edecek şekilde yeniden inşa etme konusundaki acizliği Coupland’ın karakterleriyle arasında bir akrabalık bağı olduğunun göstergesi.
Anıkolik’in ana karakteri Win Duncan, kırk yaşında, bir zamanlar sevdiği, evlendiği kadına tamamen yabancılaşmış, bir Amerikan banliyösünde sürdürdüğü yaşantısı, ders verdiği üniversitedeki işi ve ‘bu yaşadığının kendi hayatı olduğu hissiyle’ acı içinde. Boğuştuğu orta yaş krizi ve mutsuzluğuna rağmen kaderine boyun eğerek acı çekmeyi seçmesi aslında çok sıradan. Diğer yandan, kaçış umudunu yüklediği o ufacık hap ile çıktığı yolda okuru şaşırtacak kadar cesur. Geçmişte kalmış güzel anıları yeniden yaşatma kudretine sahip olan MEM, Cesur Yeni Dünya'nın SOMA’sı değil ve ütopik bir mutluluk sözü vermiyor. Geçmişi ışık dolu, güzel bir ülke, kendi gençliğini ise bir yerlerde kaybettiği ‘‘gerçek’’ benliği addetmek orta yaş krizindeki pasif bir adamın çarpık algısının bir uzantısı değil de ne? Belki de Win Duncan'a karşı daha anlayışlı olmalı; Mem, onun afyonu, meskalini, o da ilacın sağladığı kaçışa tutkun, akıp giden saniyelerle içinde büyüyen memnuniyetsizlikle bir 'şimdiki zaman mahpusu' olarak görülebilir. Ya ilacın etkisi altındayken gördükleri bir sanrıdan ibaretse? Win Duncan geçmişini yeniden kurgulamakta olup olmadığını düşünmüyor. Onun derdi içinde bulunduğu ‘‘şimdiki zaman hapishanesinden’’ firar etmek.
Kullananı geçmişe ışınlayan bir hap gibi fantastik bir öğe içerse de Anıkolik zamanın kendisine dair bir roman. Kennedy’nin Win Duncan karakteri bir zaman gezgininden ziyade, hayatın kendisini getirdiği noktadan dolayı çaresizlik ve mutsuzluk içinde, ‘‘ışığı sönmüş’’ halde yaşayan, sıradan biri; Mem ise bir nostalji metaforu.
Geçmişe açılan ışık dolu odaların kapılarını aralasa da, Mem bir kaçış yolu değil. ‘‘Hapımla baş başa kalmıştım şimdi. Bu hafta keşfettiğim, yepyeni bir yalnızlık duygusuydu bu. Derslerimdeki öğrencilerim, fotokopi makinesinin başında bir araya gelen arkadaşlarım, Edie, Bernie, Kaliforniya’dan arayan erkek kardeşim… Hepsi hayatları boyunca hep ileri, ileri, ileri giden küçük saatler gibi duygusuz anların arasından zorla ilerlemeye çalışıyorlardı. Geriye gitmiyorlardı. Ama ben gitmiştim. Bu bile, beni onlardan farklı bir varlık haline getirmişti. ’’ Win Duncan yeniden Mem alana dek ‘‘sadece zaman öldürdüğünü’’ söylüyor. Duncan'ın patolojisi, Kennedy'nin mesafeli bir ironiyle aksettirdiği bu ifadelerle belirginleşiyor. Bunu beyan ettikten beş yıl sonra, zaman öldürerek yaşadığı bu günlere geri dönmek için Mem peşine düşüp düşmeyeceğini kim bilebilir?
Kennedy'nin romanı içinde yaşadığımız zamanlara, şimdinin tüm açılımlarının göreceli, önümüzde uzanan geleceğin en iyi ihtimalle ürkütücü göründüğü, varoluş sefaletinin sürekli ilerleyen, gelişen ve bireyi yutar hale gelip şahlandığı bir çağa dair aslında. Win Duncan'ın ‘‘şimdi’’ ve burada yaşadığı hayat karşısındaki dehşetini sonlandıracak bir ilaç yok. X Kuşağı kayıp zamanın izinde değil, içinde yaşadığımız zamanların ağırlığı altında ezilir halde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder