24 Mayıs 2010 Pazartesi

Masallara inanmak

Joyce Carol Oates'un masal formatına gönderme yapan romanı Güzel Bir Kız'ı bu ay yayımladık, biliyorsunuz. Geçtiğimiz sene bugünlerde Amerikan edebiyatının devlerinden Donald Barthelme'nin Pamuk Prenses'ini çıkartmıştık. Masal tematiğiyle ilgilenmeleri haricinde ortak bir noktaları olmasa da, Güzel Bir Kız'dan bahsederken Pamuk Prenses'i de anımsamak gerek.


Masal ve söylencelerin çağın aynası oldukları tartışılmaz elbette... Pamuk Prenses masalı; kadın ve erkeğin toplumdaki konumları, iyiliğin ödüllendirilip kötülüğün cezalandırılmasını öngören zamanın ahlak ve adalet anlayışı, kadının iktidar arayışında güzelliğin ve güzelliğin onaylanmasının rolü vs. gibi temaların yanı sıra, evlilikle “taçlanan” mutlu sonuyla bildiğimiz pek çok diğer masalla da benzeşiktir. Nesilden nesile nakledilmeleri dolayısıyla kültürel bilinçaltının yapıtaşlarından sayılan masallar arasından Pamuk Prenses’i ele alan Donald Barthelme, ana karakterini 1960’ların Amerika’sında konuşlandırarak kuşaklar boyu anlatıla anlatıla adeta ezberlenmiş, klişelerle yüklü bir anlatıyı aktif stratejilerle yerle bir ediyor.

Barthelme’nin Pamuk Prenses’i, üniversite öğrenimi görmüş bir genç kadın. Yedi çalışkan adam ile paylaştığı hayatının sıradanlığından son derece mustarip, onu kurtaracak prensi beklemekte ısrarlı ve hikâyesinin doğru düzgün bir son temin edemiyor oluşundan ötürü son derece şikayetçi. Barthelme’nin çok katmanlı anlatısı, Pamuk Prenses karakteriyle, dönemin kadın hakları hareketi sayesinde birtakım özgürlüklere kavuşmuş ancak toplumsal açıdan kendini henüz gerçekleştirememiş kadınını karikatürize ediyor. Öyle ki, anlatının akışı Pamuk Prenses’i üniversiteden mezun ederek çağdaşlaştırsa da prensini bekleme çıkmazından kurtarmıyor… Ya da beraber yaşadığı erkeklerden sıkıldığını ve yalnızca hayal gücü yoksunluğundan onlarla birlikte olduğunu açıkça ifade etmesini sağlasa da, başkalarının hakkında neler diyeceği endişesinden azade kılmıyor. Böylelikle; romanda karşımıza dönemin muhalif dergilerinden Dissent’i okurken çıkan Pamuk Prenses, yine de kendi kaderini çizecek ölçüde bağımsız ve içinde yaşadığı düzene karşı “muhalif” olmayı başaramıyor.

Memnuniyetsizliğini ve maddesel dünyaya erkeklerin egemen oluşuna karşı duyduğu hıncı, konuştuğu dile isyan ederek ifade ediyor Pamuk Prenses: “Ah, şu elektrik bağlantılarına erkek ve dişi diyen adamı bir elime geçirebilseydim! Kendisinin çok dünyevi olduğunu düşünmüş. Bir de arabalarda platinin çapaklanmasını meme yapmak diye tanımlayan adamı elime geçirebilseydim!.. Gelip de ciddi olmamakla suçlamayın beni. Kadınlar ciddi olmayabilirler ama en azından lanet olası bir ahmak sürüsü değiller.”

Barthelme’nin romanı Pamuk Prenses, geleneksel kadın-erkek rollerine, tüketim kültürünün maddesel ve psikolojik etkilerine ve katillerin kahramanlık sanrılarıyla onanmalarını mümkün kılan hamaset söylemlerine ironi aracılığıyla dokunmasının yanı sıra, biçem açısından benimsediği bozguncu yaklaşımla da dikkate şayan. Bir masaldan yola çıkması ise -John Barth’ın Khimaira’sında da rastlandığı gibi- klişeleşmiş ve ezberlenmiş olanı sarsmaya yönelik bir çaba. Bu çaba, anlatının birinci bölümünün sonunda yer alan ve okuduğumuz metnin bildiğimiz Pamuk Prenses’e benzeyip benzemediği sorusunu da içeren test ile perçinleniyor. Yazar, okuruna mühim bir soru yöneltmeyi ihmal etmiyor burada: “Hikâyede yeterince palavra var mı? ( ) Yeterince palavra yok mu? ( )”

Pamuk Prenses’in tüketime endeksli ve yaratıcılıktan delicesine korkan kapitalist erkekleri, beceriksiz ama yine de mavi kanlı bir prensi, kendi kötülüğüyle beslenen bir cadı figürü ve arıza olarak adlandırılabilecek bir kötü adamı mevcut belki… Hasretini çektiği, yokluğundan yakındığı şey ise anlamlı bir varoluş platformu. Ancak Barthelme’nin çizdiği yer yer surreale yaklaşan, ürettiği çöp yığınlarının içine gömülmüş, “çivisi çıkmış” dünya resminde “anlamlı” bir varoluş söz konusu değil gibi görünüyor. Ve bu durumda donanacak tek bir silah var: İroni.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder