On altı yaşına geldiğinde güzel bir kız olmuştu; sert, soğuk ve kendinden emin. Aslında biraz çirkindi: Yüzü sıska ve kemikli, burnu bir şekilde kusurlu, ağzı biçimsiz ve bakışları sinirli bir kedininki gibi kesik kesik ve kuşkuluydu. Cildi damarlı ve solgundu; saçları öyle çarpıcıydı ki, haftalardır taranmamış gibi daima karmakarışık. Bir de on yaşında bıçaklı bir kavgada edindiğini iddia ettiği çenesindeki o orak biçimli yara izi vardı, yoksa yıllar önce babası tokatladığında odada uçup masanın keskin bir köşesine çarptığında mı olmuştu? Gözüm sürekli o yara izine kayıyordu, öyle ki yalnız olduğumda ya da okulda hayaller kurarken parmaklarımı kendi çenemin üzerinde o yara izini ararken yakalıyordum…
Kendimi bildim bileli onu nasıl izlediğimi düşünüyorum da; onu kıskanarak izliyordum, ama basit bir haset ya da küskünlükle değil, ondan belirli bir varoluş tavrı öğrenebilmek ümidiyle.
...Eğer şimdiki ve gençkızlığımdaki hayatım arasında bir bağlantı varsa bunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum. Yıllar içinde insan güdüleri; insan eylemlerine, varoluşuna kıyasla daha az ilgimi çeker oldular. Sonuçta yıldızların bir güdüleri yok, ölüm dalışları bile saf, varoluşun hizmetinde.
Maddy Wirtz Fairfax Bulvarı için akıllı bir kızdı, ama yıldızların kalıcı olduğuna inanarak yanıldı, kendi kendine Yeryüzü'nde ne değişirse değişsin yıldızların hep orada olduğunu söyleyerek yanıldı-elbette kısa süre içinde yıldızların kalıcı olmadığını, hatta orada bile olmadığını öğrenecekti, hepsinden ironik olan da bu. Hayran olduğunuz o göksel ışık artık fosilleşmiş, baktığınız şey kavrayamayacağınız kadar çok uzakta bir geçmiş, o yıldızlar çoktan yok olmuş.
Evimizin yıldızı, bizim güneşimiz bile, sekiz dakika geçmişte kalmış. Geçmişe-bakma zamanı deniyor buna, ışığın ve Zamanın bu türden hileleri, öyle paradokslar ki düşünmemek en iyisi.
Yani-hiçbir şey hissetmemek, ince ince düşünmemek en iyisi.
(Joyce Carol Oates; Can Ateşi. Çeviren: Elif Öztarhan.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder