Dave Eggers'ın Müthiş Dahiden Hazin Bir Eser'deki kendi kendiyle takıntılı anlatıcısı 'Haftaları düğmeler gibi, bozuk paralar gibi kaybediyorduk" gibisinden bir şeyler der... Şubat ortasına gelmişiz, günışığı baharın kapıda olduğunu haber veriyor. Zaman hızla akar, günler Bukowski'nin tepelerden aşağı koşan vahşi atları hızıyla geçip giderken, Eggers'ı anmamak elde değil. Zamanın hızlı akan sularında sürüklenenler için çok eskilerden çağıralım gelsin: bir doz Mem.
"Biberlik bir başka zaman diliminden gelmiş hüzünlü bir objenin güzelliğini çağrıştırıyordu; ben altı yaşımdayken ailemin Greensboro'daki evinde masanın üstünde duruyor olabilirdi. Belki de, bundan yılar sonra karşıma çıkacaktı. İlacı alıp buraya, barut rengi bir tozla dolu hüzünlü biberliğe geri dönecektim. Belki de dönmeyecektim ve biberlik de tıpkı yemekhanedeki diğer şeyler, masayı silen gerizekalı çocuğun üzerindeki kızıla çalan süveter ve "Pazartesi'ye Özel: Pancar Kompostosu" diyen levha gibi, bir unutulmuşluk nehrinde kaybolacaktı. Parmaklarımı biberliğin etrafına öyle sıkı doladım ki, cam elime battı. Bu; yani camı sıkıca kavrayan elim, bu küçük objeye sımsıkı tutunmak için harcadığım çaba bile bir gün unutulacaktı. Her şey eninde sonunda kayboluyor, uzaklaşıyor, sonunda hiçbir şeye bize ait kalmıyordu." (Anıkolik; Pagan Kennedy. Çeviren: İrem Mirzai)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder