Oy kullanmaya
sabah gittik. Öğleden sonra gitmeyi planlamıştık, anneanneyi ziyaret ettikten
sonra. Fakat yedi yaşındaki oğlumuz Lev o kadar heyecanlı ve sabırsızdı ki
karıma sabah erkenden gidip bu işi aradan çıkarmayı önerdim. Sabahın yedisinde,
hâlâ soğuk olan sokağa çıktık ve ben anne-babamla oy kullanmaya gittiğim ilk
seçimimi hatırladım. Yom Kippur Savaşı’ndan sonraydı. Birlikte gitmiştik, fakat
onlar bunu fazla büyütmemişlerdi. Beni götürmelerinin nedeni çocuk bakıcısı
bulamamalarıydı, ya da onun gibi bir şey. Birlikte perdenin arkasına geçtiğimizde
onlarla gururlandığımı hatırlıyorum. Bu işi hayli ciddiye alıyorlardı; doğru oy
pusulasını sabırla aradıktan sonra zarfın içine koymuşlardı. Ülkemiz için en
iyisini seçmeye çalışıyorlardı, benim için. Dünyada başka hiç kimsenin annemden
ve babamdan daha iyi oy kullanamayacağından emindim. İçim rahattı. O zaman, İsrail’in
üç yıl zarfında Dünya Güzellik Yarışması’nı, Avrupa Basketbol Şampiyonası’nı ve
Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanacağını bilmiyordum. Cüretkâr bir
operasyonla Entebbe’deki rehinleri kurtaracağımızı da bilmiyordum. Henüz
bilmiyordum bunları, fakat havada parlak bir geleceğin kokusu vardı. Annem ile
babam zarflarını seçim kutusunu attıklarında o geleceğe bir adım daha
yaklaştığımızı biliyordum.
2013 seçiminin
duygusu ise bütünüyle farklı. İran tehdidi büyük kara bir bulut gibi tepemizde;
İsrail’in yerleşimleri genişletmek ya da Türk gemisine saldırmak gibi tahrik
edici kararlarıyla kendini mahkûm ettiği uluslararası tecrit koyulaşmakta ve
geçenlerde ülkenin bütçe açığının maliye bakanının açıkladığı gibi yirmi milyon
şekel değil, kırk milyon şekel olduğu ortaya çıktı. Fakat bütün bu varoluşsal
sorunlara rağmen, insanlar bu seçime tamamen ilgisiz görünüyorlar. Komşularımız
Şefler Yarışıyor finaline bu durgun seçimden daha çok ilgi duyuyor. Sanki
kaderimiz hâlihazırda mühürlenmiş; bugün bir başbakan seçmek, buzdağına
çarptıktan sonra Titanik gemisine kaptan seçmeye benziyor... Gemi nasılsa su
alıyor, yan yatmaya başlamış, dümende kim olduğunun ne önemi var?
Yol boyunca önünden
geçtiğimiz panolara Netanyahu’nun, “Güçlü Bir Başbakan–Güçlü Bir İsrail,” seçim
sloganı yapıştırılmış. “Zeki Bir Başbakan” değil, ya da şerefli, ya da iyi.
Sadece güçlü. Umut yok, yeni bir şiddet dalgasının yolda olduğu vaadi var sadece.
Yakınımızdaki
ilkokulun derme çatma seçim kulübesinin önünde ceplerimde kimliğimi arıyorum ve
Lev hayatında ilk kez bana hangi partiye oy vereceğimi soruyor. Ona kendi fikrini
soruyorum, o da bir saniye düşünüp, “En çok barış verene,” diye haykırıyor.
“Bu çok güzel bir
yaklaşım,” diyorum, “ancak, maalesef, bu seçimde partilerin hiçbiri barış
vermiyor, barış umudu bile vermiyor.” Lev biraz daha düşündükten sonra o zaman
en çok para veren partiye oy vermemi söylüyor. Öyle bir parti düşünmeye
çalışıyorum. Para veren. Sadece hâlihazırda zengin olanlara,
ultra-Ortodoks’lara ve yerleşimcilere değil; herkese. Lev yüzümdeki bıkkınlık
ifadesini yakalayıp yeni bir öneri getiriyor. “O zaman en hoş olana ver,”
diyor. Fakat hoş adayların sayısı o kadar az ki bu seçimde. Ki tuhaf. Çünkü
iki-üç işte birden çalışmak zorunda kalan bir halka umut ya da iyi bir hayat
vaat edemeyen seçilmiş temsilcilerin en azından hoş olmalarını bekliyor insan.
“Öyleyse en az
kötü olana ver,” diyor Lev, çıtayı alçaltmaya hazır. Başımı sallıyor ve
kimliğimi seçmen bilgi sayfasında ne yazdığını izah eden tombul kadına
uzatıyorum. Sonra perdenin arkasına geçiyor ve en az kötü olduğunu düşündüğüm
partinin oy pusulasını seçiyorum. İyi bir öğüt verdi oğlum bana. Henüz iyi bir
parti seçebileceğine, öyle bir partinin var olabileceğine inanmayı unutacak
zamanı olmamış yedi yaşında bir çocuktan güzel bir öğüt. Belki yedi yaşında
çocuklara oy hakkı verirlerse bir şeyler değişir bu ülkede. Başımızda biraz
barış ya da en azından barışın mümkün olduğuna dair umut vaat eden, sadece
yakınlarına değil halka da biraz daha fazla para veren insanlar olur. Fakat
yedi yaşında çocukların oy hakkı yok henüz ve bu son birkaç yıl onların
bildiğini neredeyse hepimize unutturdu.
Zarfı oy kutusuna atıp Lev’e annemin ve babamın neredeyse kırk yıl önce bana gülümsedikleri
gibi gülümsemeye çalışırken sonunda çoğumuzun yine en kötüsünü, bize zerre
kadar umut vaat etmeyeni seçeceği korkusunu içimden atamıyorum.
(Etgar Keret, İlk Seçim. Çeviren: Avi Pardo. 27 Ocak 2013 tarihli Akşam gazetesinde yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder