27 Ağustos 2013 Salı

Alan

Daha evvel notlarda bahsetmiş olmalıyım; Miranda July, bugünlerde We Think Alone isimli proje kapsamında belirli kişilerden izinle aldığı elektronik postaları, belli konu başlıkları altında derleyerek isteyenlere gönderiyor. Yani, birilerinin, birilerine yollamış olduğu e-postalar, July'ın 'küratörlüğünde' her hafta sizin posta kutunuza düşüyor - Konu başlıkları çeşitli: Arzuladığınız bir şeyle ilgili bir mesaj, Barack Obama'nın adının geçtiği bir mesaj, gördüğünüz bir rüya ile ilgili bir mesaj, birine tavsiye verdiğiniz bir mesaj, para ile ilgili bir mesaj, vs.

July'ın sinemasından bahsetmek arzusunda değilim, zira kimi işlerini çok beğenip kimileri karşısında irkilmeden duramıyorum. It Chooses You adlı projesini epey beğenmiştim ki onun hakkında da burada bir şeyler yazmışım. We Think Alone, açıkçası kafamı karıştıran, beni bir nebze zorlayan bir iş oldu; Etgar Keret, Sheila Heti, Kareem Abdul Jabbar, Kirsten Dunst ve Lena Dunham gibilerinin (başkalarına hitaben yazmış oldukları) e-postaları okumak, ister istemez, bir tür suçluluk duygusu yaratıyor insanda; birilerinin özel eşyasını karıştırıyor, pencerelerinden içeriyi gözlüyormuşsunuz gibi bir his - şahısların izinleri dahilinde paylaşılsa da, insan kendini bir şeyleri 'rontluyor' gibi hissediyor.

July, Huffington Post ile yaptığı söyleşide, e-posta ile iletişimin gündelik doğasında olağanüstü bir samimiyetin gizli olduğunu düşündüğünü belirtmiş; ancak, o samimiyetin yazışmanın kapsadığı tarafların dahilinde olmayanlara nasıl aksettiği, tartışmaya açık.

July'ın tüm işleri, az çok, çağdaş dünyada yaşayan insanların aralarındaki 'varsayılan' mesafelerin ayarlarıyla oynuyor. Mesajlar, bağlamlarından kopup size ulaştığında, tam tersi etkiyi yapıyor kanımca - bir radyoyu kurcalayıp parazitler arasında insan sesleri duyuyormuşsunuz (ama tam çıkaramıyormuşsunuz) ya da yerde bulduğunuz (size yazılmamış) bir mektubu okuyormuşsunuz gibi bir duyguya kapılmak, oldukça kolay dolayısıyla.

Öte yandan July tam olarak haksız sayılmaz; yazarların yazarlara (veya başkalarına) mektuplarını benzer bir mahremiyete tecavüz hissi duymadan, ilgiyle okurken belli bir konu başlığı altında derlenmiş elektronik postalar karşısında yaşanan yabancılaşma, e-posta formatının gelip geçici/dolaysız ve dolayısıyla mahrem doğasının doğrudan bir etkisi olsa gerek. Yani örneğin De Profundis'i okur mesafesiyle okumak gayet mümkünken, haklarında pek de bir şey bilmediğiniz birilerinin yazdığı e-postaları okumak, türlü yabancılaşma platformunun eşiğine çekiyor insanı.

Samimiyetten yabancılaşmaya uzanmanın böyle kolay olduğu bir dünyada; eh, evet, düşünürken, yaşarken, yürürken, hep yalnızız belki de...

Güvenli alanlarımızda.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder