"Romancılar nevrozlarını kurgu yazarak köreltmeye çalışırlar. Ne olursa olsun ne yapıyorsak yapmayı ve bunun için yüce bahaneler uydurmayı sürdüreceğiz."
Güne Kurt Vonnegut'tan bir beyan ile başladık; Vonnegut, Jonathan Franzen'ın romancılık hakkında yazdığı makale Perchance to Dream: In an Age of Images, A Reason To Write Novels'a (Belki Hayal: İmgeler Çağında Roman Yazmak İçin bir Sebep) karşı savını yukarıdaki iddia ile ortaya koymuş. Bahis konusu makaleyi ve gelen cevapları yeni okudum; Franzen makaleyi yazdığı zaman henüz The Corrections yayımlanmamış, Oprah ile bir dargın-bir barışık ilişki modeli benimsenmemiş, sene: 1996. Vonnegut'un Franzen'a ayar verme girişimi üzerine bir başkası sahneye çıkıyor ve Franzen'ı destekliyor, sahne derken, bu kapışmanın geçtiği mecra Harper's dergisi. Franzen'a destek veren o diğer yazar, henüz kült mertebesine erişmemiş, genç bir David Foster Wallace:
"Bu (beyan) Vonnegut'u ağırbaşlı ve sevimli gösteriyor ama Franzen'ın dediklerine cevap olarak değerlendirilirse saçmalıktan ibaret. Vonnegut'un dedikleri doğru olsa kimseler roman okumazdı - Kim bir başkasının yalnızca nevrozunu köreltmek için yazdığı bir şeye saatler boyunca kafa patlatmak ister ki? (...) İyi sanat sihir gibidir; hem sanatçıyı hem de izleyeni büyüler. Bu sihrin nasıl işlediğini tanımlamak için uzun uzun tartışabiliriz ama işin özü sanatın iyisinin sihirli, değerli ve hoş olmasında yatar. İyi sanat yaratmak için uğraşmak güçtür ve bana kalırsa, iyi sanatçıların eserlerinin nasıl karşılanacağına dair kaygıları olması gayet makul. Franzen'ın "yüce bahaneler uydurmaktan" öte değer bilmeyen bir kültürel ortamda iyi sanat icra etmeye çalışmak hakkında dürüst ve içten bir tartışma ortaya koymasını cesurca buldum."
Bu, öyle kolay kolay çözümlenecek bir tartışma değil; yazar neden yazar, yazı ne işe yarar vs. vs. Tabiri caiz ise yukarıdaki yazarlardan farklı bir ligde oynayan Stephen King, 2000 tarihli metni On Writing'de, yazı yazma hadisesini telepatiye benzetiyor; yazar ölmüş dahi olsa, metnin iki zihin arasında köprüler kurmaya hizmet ettiğini söylüyor. Nevroz köreltme savına, bir de buradan yaklaşalım; kuşkusuz ki yazı, yazanın kendi şeytanlarıyla yüzleşmesine olanak tanıyor; sihir ya da telepati hususunda yorum yapmayacağım, ama edebiyatın nevroz köreltmekten ibaret olduğu iddiasına ben de katılmıyorum.
Stephen King demişken, King'in kült romanı The Shining'in devamını yazdığı açıklandı; Doktor Uyku adıyla anılan devam romanı, Shining karakteri Danny'nin 40 yaşında bir adam olarak bir akıl hastanesinde çalıştığı dönemde gelişiyor. Shining'in Kubrick tarafından yapılmış sinema uyarlamasını görmüşsünüzdür; King, bu uyarlamadan pek hoşlanmasa ve romana ihanet edildiğini düşünse de film, çağdaş sinemanın klasiklerinden biri. Türkçe dublajında Danny'nin aynaya yazılı Murder kelimesini Redrum olarak tersten okuduğu sahnede bunun dilimize Kızıl Şerbet olarak çevrildiğini hatırlıyorum; kült romanın kült filmine benzersiz bir katkı, algıda patlama...
Laf dağılmadan, bildiğiniz gibi Stephen King çok verimli bir yazar, aşağıdaki görselde 14 yaşındayken yazdığı bir öyküyü gönderdiği dergiye hitaben mektubunu görüyorsunuz; dergi, mektubu ve gönderilen öyküyü yazımından 30 yıl sonra yayımlama kararı almış. 14 yaşındaki Stephen King, kendini bildi bileli yazı yazdığını ve son birkaç yıldır öykülerini dergilere gönderdiğini belirtiyor mektubunda. Nevroz mu demiştik yazının başında? Tutku diye de bir şey var malumunuz; sadece bir bisküvi markası olduğu söylenemez. (Çağrışım fena şey; bunu yazarken geri planda çaldığını duyuyorum, Vefa İstanbul'da bir semt, şefkat bardaki sarışının adı...) Tutku...
çok sağlıklı bir ruh hali, tam bir memnuniyet içindeyken roman ya da hikaye yazılabilir elbet. niye yazılmasın. yine de düşünelim: mutlu; kendinden, dünyadan memnun bir insanın yazı yazmak için ne gibi bir sebebi olabilir (ben merak ederim bunu cidden)? eriştiği mutluluğu kaydedip, gelecekte kendisini bekleyen bir mutsuzluk anında onu okuyup iyileşmeyi umut ediyordur, belki başkalarının mutsuzluğunu o mutluluk yazısıyla/ hikayesiyle bitireceğine inanıyordur (mutluluk veren her romanın, okumaktan haz duyduğumuz satırların yazarına saç baş yoldurmuş olabileceğini de düşünelim). ya da ender rastlanan bir tamlığı yazıya aktarıp sürekli karşılaştığı yoksunluk belirtilerini ortadan kaldırmak, yoksunlukla mücadele eden okuyucuya soluk aldırmak. (daha neler sayılabilir neler!)
YanıtlaSildünya (yeryüzü gerçekliklerinin tümü) yeni bir hikayeyi gereksinmeyecek kertede iyi görünüyorsa, yazar yeni bir hikaye anlatmış olmanın hazzıyla memnun olmayı gereksinmeyecek kertede mutluysa neden yazmayı seçsin (bir portakalı soymak, ya da duvar örmek daha mutluluk vericiyse yazı yazar mı yazar? cidden merak ediyorum. yazamazdım. şu an bile bu satırları yazmakla rahatlayacağımı düşünmesem, yazmazdım.)
yazarlığı bir meslek, yazı yazmayı sadece bir eylem olarak görebilirsiniz. ama o türden bir yazarı, o türden bir yazıyı değerlendirme ölçütlerimiz farklıdır. olup bitenlere, tüm varoluşa, kendi benliğine baktığında kendisini tedirgin ya da tahrik edecek bir olumsuzluk görmeyen birinin neden yazı yazdığını gerçekten merak ederim (“mutlu zaman tarihçileri” var mıdır sizce? bir roman yazarı bir tarihçiden daha farklı olabilir mi bu konuda? mutsuzluğun, tüm sanatı yönettiğini, belirlediğini söyleyeceğim. “amma iri laf” denilebileceğini de kestirerek. mutluyken de hayal kurar mıyız? hala hayal kurmayı sürdürüyorsak bunda gerçeklerin mutsuz ediciliği belirleyici değil mi?).
vonnegut yanılmıyor; yazar kendini tedavi etmek için yazabilir, okuyucu kendini fark etmiş bir benlik olarak yazarın kendini nasıl tedavi ettiğine tanık olmak, bu tecrübe doğrultusunda kendini algılamak için okuyabilir (yazarın kendini nasıl, niye tedavi edemediği, ‘yazı’nın hangi yaraya neden merhem olamadığı da önemlidir. virginia woolf’u hatırlasak mı? hatta uzağa da gitmeyelim david foster wallace’ın kendi yazısı ile hayatı arasında, elbette ölümü arasında bir ilişki yok mu? yazarın kendi varlığıyla kurduğu ya da kuramadığı ilişki, okuyucunun o yazarı tercih etmesinde belirleyici değil mi? kafka verem değil de obez olsaydı, ona bakışımız değişir miydi? stendhal kilolu değil de yakışıklı biri olsaydı, kadınlarla dilediği gibi ilişki kursaydı roman yazar mıydı? merak ediyorum bu soruların cevabını.)
YanıtlaSilama daha önemlisi, insanın kendisini algılarken dünyayı da algılayabildiği bir yer/ yapı olarak hikaye ya da roman hayatın içinde tespit edilemeyen birçok şeyi görmeyi sağlar (araştırmalar mutsuz insanların daha dikkatli, ayrıntıları daha iyi seçebilen bir algılamaya sahip olduğunu söylüyor, yaratıcılığın tatmin olmamakla ilişkisi de neredeyse kanıtlanmış gibi. kendinizi düşünerek bu araştırmanın doğruluğunu sınayın. denedim. adamlar haklı. mutluluk, bir tür uyuşma sağlıyor. mutsuzluk ayrıntıları şişiriyor, zamanı/ süreyi bile.)
[mutluyken nasıl görüyorum, neyi görüyorum, gördüklerimi nasıl algılıyorum. mutsuzken dünya aynı dünya mı? şimdi bile mutlu olmak için yazmıyor muyum buraya: kendimi ifade etmenin mutluluğu, "içimde kalmasın" diyen iç sesin "oh be" demesi önemsiz mi?]
kusursuz bir hayat, sorunsuz bir aile, yaşanabilir bir dünya yazmaya engel olur demiyorum; kelimeler olduğu sürece, sadece zihnimizde varolan yığınla kavram bizde kaldığı sürece, asla gerçekleşmeyecek kurgular inşa etmenin zevki, gerçeğin katlanılmaz taraflarını keskinleştirdikçe, bizi mutsuz edecek olumsuzluklarla karşılaşacağız; bu durumda da mutlu olmak için, iyi bir cümleyi okuyup kendimize gelmek için ya da bizi tanımayan bir yazarın bizi anlattığını düşündüğümüz bir paragrafını okuyup tanışmadan anlaşılmanın hazzıyla mutlu olmak için okuyacağız. okuyucu olmanın hazzını aldıkça yazmaya yelteneceğiz, yaptığımız iş bizi iyileştirmiyorsa, niye onu yapmayı sürdürelim (iyileşmeye ihtiyacım yok, yeterince iyiyim, diyecek birileri çıkar mı derseniz? gülerim)?
mutlu olmak için kitap okumuyor muyuz? yazarın da mutlu olabilmek için nevrozundan, benliğinin hastalıklarından arınmak için yazması, öyleyse yazı dolayısıyla erişeceği mutluluğu gereksinmesi, demek şu ya da bu sebepten mutsuz olduğu için yazması anlaşılmaz görünmemeli.
aslında bambaşka bir şey yazacaktım buraya, ama bunları yazmak daha mutlu etti beni.