20 Ekim 2011 Perşembe

Kayboluş


Çağdaş Amerikan edebiyatının parlak isimlerinden biri John Brandon. İlk romanı “Arkansas”la dikkatleri üzerine çeken Brandon, gündelik hayata içkin sıradan, amaçsız şiddetin çoklu anlam dünyasına odaklanan yetkin anlatımıyla ziyadesiyle beğeni toplamıştı. “Mississippi Review”, “Subtropics” gibi dergilerde yayımlanan öykü ve makaleleriyle de ilk romanında tutturduğu anlatım tekniğinin tesadüfi gerekçelerle açıklanamayacağını gözler önüne serdi. Brandon’ın, 1976 doğumlu bir yazar olduğunu düşündüğümüzde, yaşından beklenmeyecek olgunlukta oturmuş bir üsluba sahip olduğu tartışılmaz. Üstüne üstlük, mimari tasarımlara denk bir yerleşiklik hissi taşıyan kurgusal açılımlarını gün geçtikçe geliştirmeye de devam ediyor.

Yeni romanı “Sığınak”, Brandon’ın çıtayı yükselttiğinin açık bir göstergesi. ABD’nin güneyine özgü gotik yazın anlayışını edebi bir gelenek olarak benimsediği görülen Brandon, söz konusu ekolün karanlık rastlantısallığını sahiplenirken, statik melankolisini modernleştirmiş ve bu kapsayıcı duygusal fonu çağın ruhunu içeren bir ritm duygusuyla donatmış. “Sığınak”, geleneksel anlatımın konforlu güzergâhında yol almıyor; hiç ayak basılmamış, ıssız arazilere doğru deneysel bir keşfe de çıkmıyor. Bu iki yaklaşımın, iki edebi aidiyetin arasında gezintiye çıkıyor, salınıyor Brandon; ama bu gezintinin esenlikle dolup taşan bir pazar gezintisi olmadığını da belirtmek lazım.

John Brandon, “Sığınak”ta geleceğe dair umutlarını kaybetmiş, hatta umudu kavramsal olarak bile lügatlarında barındırmayan bir karakterler galerisi sunuyor. Roman, Florida’nın orta batısında yer alan küçük bir yerleşim merkezi olan Citrus County’de geçiyor. Citrus County, Florida’nın kolektif imgelemdeki günlük güneşlik, palmiyeli plajlarlara dolu cennetsi tasvirlerine taban tabana zıt bir bölge. Palmiyelerin yerini boz renkli bodur meşeler, uçsuz bucaksız plajların yerini ıssız ormanlarla çevrili bataklıklar, ılık ve çekici sıcaklığın yerini ise geceleri insanı uyutmayan yapış yapış nemli cehennem sıcağı almış Citrus County’de. Nitekim söz konusu coğrafyaya içkin özellikler salt iklimi, bitki örtüsünü belirlemiyor, orada yaşayan popülasyonun ruh hâline de damgasını vuruyor. Dar ve çıkışsız bir mikrokozmosa denk düşen Citrus County’nin ahalisi de bölgenin iç karartıcı yabansılığına denk bir itilmişlik, kıyıda kalmışlık hissiyatına sahip. Citrus County’deki hayat son derece monoton; bu kasabada yaşayanlar, sosyal yapının tekrar tekrar ürettiği stereotiplerden birine dâhil olup, o gruba has alışkanlıkları, kültürel refleksleri benimsemek ve atmosferin mevcut boğuculuğuna uzun uzadıya kafa yormamak için kendi rollerine uyum sağlamakla yükümlüler.


Brandon, öncelikle, Florida taşrasında yaptığı uzun süreli araştırmalar sonucu derinlemesine vâkıf olduğu âtıl ve sinik ruh hâlinin izdüşümlerini muazzam bir dille okura sirayet ettirerek hikâyesine giriyor. Ardından, Citrus County’nin alışıldık rol dağılımını bir türlü benimseyememiş üç ana karakterini bizlerle tanıştırıyor. Bunlardan birincisi, ortaokul çağındaki Toby, adını tam manasıyla koymakta bile zorlandığı maddi ve manevi problemlerle kuşatılmış durumda. Okulda öğretmenleri tarafından umutsuz vaka olarak görülmekte. Ne derslere ilgi duyuyor, ne de herhangi bir sosyal ilişki kurmak derdinde. Hatta mümkün mertebe konuşmaktan bile kaçınan asosyal bir tip Toby. Ormanın içlerinde kasvetli, metruk bir binada dayısıyla birlikte yaşıyor. Hayattan elini eteğini çekmiş, gençliğinde hippi olduğu sanılan dayının da yeğeninin gününü nasıl geçirdiği umurunda değil, ebeveyn sorumluluklarından kendini azat etmiş o da. Muhatap olmak zorunda kaldığı her insana içselleşmiş bir öfke duygusuyla yaklaşan Toby’nin yegâne eğlencesi, ormanın derinliklerinde keşfettiği terk edilmiş bir askeri sığınak. Toby, burada kendi kafasındaki seslerle tek başına vakit geçirmeyi kişisel bir ritüel hâline getiriyor.

“Sığınak”taki ikinci uyumsuz karakterimiz Bay Hibma, Toby’nin de mevcut olduğu sınıfa ders veren bir coğrafya öğretmeni. Bay Hibma, öğretmenlikten, Citrus County’den, kendi pasif tavırlarından nefret eden, otuzlu yaşlara yaklaşmış olmanın dayattığı yaşamsal muhasebe sürecine, gönülsüz de olsa, dalmış bir adam. Bu ruhsuz kasabaya neden geldiğini, neden hâlâ öğretmenlik yaptığını sorguluyor sürekli. Varoluşsal sıkıntılarını aşmak, hayatının gidişatına aktif bir müdahalede bulunmak için de, okulun emektar, muhafazakâr öğretmenlerinden Bayan Conner’ı -ki kendisi Bay Hibma’nın karşı olduğu değerlerin yaşayan bir sembolü konumunda- öldürme fantezileri kuruyor. Citrus County’nin iç karartıcı rutininden, kendi bünyesini saran karanlık umutsuzluktan bir nebze kurtulabilmenin yegâne yolunun bu fantezisini uygulamaya koyma cesaretini toplamakta düğümlendiğini düşünüyor.

Üçüncü başkarakter Shelby, kasabaya yeni taşınmış genç bir kız. Bay Hibma’nın ders verdiği sınıfa Toby’yle birlikte devam ediyor. Zeki ve gelecek vadeden bir öğrenci. O da Toby gibi annesini kaybetmiş, babası ve küçük kız kardeşi Kaley’le yaşıyor. Ancak, onun yaşamı Toby’ninkine kontrast oluşturucak kadar düzenli. Babası iki kız kardeşin üzerine titriyor, yaşadıkları zorluklarla baş etmelerini sağlayan bir sevgi bağıyla birbirlerine bağlılar.

Bu üç karakterin kişisel öyküleri bir noktada birbiriyle iç içe geçiyor. Shelby, kendisine ve dünyaya karşı olanca ilgisizliğine rağmen, erkek arkadaş adayı olarak Toby’yi seçiyor, onunla ilişki kurabilmek için uğraşıyor. Toby, amaçsızca akan yaşamına bir anlam verecek tek eylemin ciddi bir suç işlemek olduğuna kanaat getiriyor ve hedef olarak da Shelby’nin yanında gezdirirken gözlemlediği küçük Kaley’de karar kılıyor. Bir gece Shelby’lerin evine gizlice giriyor ve Kaley’i kaçırıyor. Küçük çocuğu kendi gizli sığınağına hapsediyor. Kaçırılma hadisesinin duyulmasından sonra Citrus County bir anda ulusal çapta gündeme oturuyor: Gazeteciler, televizyoncular bölgeye akıyor, yerel halk ve polis hummalı biçimde arama çalışmalarına başlıyor, hatta FBI ajanları bile olayı soruşturmak için bu ücra kasabaya konuşlanıyor. Ama, bütün bu sansasyon ve koşuşturma hiçbir işe yaramıyor, ormanı karış karış arayan polisler sığınağın yakınından bile geçmiyorlar. Süreç, Toby açısından, onu şaşkınlığa sürükleyecek kadar sorunsuz gelişiyor. Herhangi biri ondan şüphelenmediği gibi, basının ve devlet yetkililerinin kuru gürültüsü birkaç hafta sonra sona eriyor. Yavaş yavaş herkes, küçük kızın sağ salim bulunamayacağına kani oluyor.

Tabiatıyla, Shelby ve babası açısından durum daha da vahim. Kaley’nin kaçırılmasının ardından canhıraş koşturan aile fertleri, zamanla bu uğraşlardan herhangi bir sonuç alamayacaklarını, Kaley’i kaybettiklerini kabullenmek zorunda kalıyorlar. Bu esnada Shelby, bir yandan Toby’nin gizemli dünyasına dâhil olmak için çabalarken, bir yandan da İzlanda’daki halasıyla yakınlaşmak için e-posta yoluyla iletişim kuruyor. Ancak, ne Toby’yle istediği düzeyde bir yakınlık kurabiliyor, ne de halasından hayallerini kurduğu, pasaportunu bile hazır ettiği İzlanda tatili için davet alabiliyor. O da fanatik Hristiyanlar özelinde, bunaltıcı varlıklarıyla etrafını çepeçevre saran toplumdan intikam almak için, ufak tefek ihlâl eylemlerine girişiyor. Kilise kapısını tahrip ediyor, okulu asıyor, dersleri boş veriyor... Tabii, bütün bunlar, içindeki boşluğu doldurmaya yetmiyor.

Bay Hibma ise, öğretmenlik başta olmak üzere, rol yaparak yaşamaya dair bıkkınlığına çözüm bulamıyor. Toby’nin kendince anlamlandırıp, akabinde eyleme döktüğü suç arzusunun onda somut bir karşılığı yok. Bayan Conner’ı öldürmeyi ciddi ciddi kafasına koyduğu zaman bile, bu uğurda adım atabilecek iradeye sahip değil.

John Brandon, müthiş ayrıntılarla bezeli ustalıklı anlatımıyla, romanını soluk soluğa akan bir gerilim temposuna ulaştırmakla kalmıyor; aynı zamanda, çok katmanlı, yoğun bir metne imza atıyor, okuyucularına etkileyici karakterler sunuyor. Başkarakterlerin her üçüne de hak ettikleri önemi veriyor, onların motivasyonlarını, bastırılmış arzularını, varoluşlarına içkin bıkkınlıklarını ustaca betimliyor. Olay örgüsünün gerilimi, “Sığınak”ın hikâyesinin geçtiği coğrafyanın ve o coğrafyada yaşayan insanların ruh hâllerinin arkeolojisini yapmak için bir araç durumunda. Nitekim suçun, ontolojik anlamını yitirmiş kötülüğün sıradanlığını ifadelendirmekte son derece başarılı Brandon.

Karakterlerinin sıkışmışlığını, çaresizliğini öylesine içtenlikli bir dille ve yaratıcı bir bakış açısıyla serimliyor ki, romanın içine girdikçe, Florida taşrasının iç bayan sıcağına, insanlarının amaçsız savruluşlarına birinci elden şahit oluyoruz; yaşamak denen zorlu meşgalenin sancılı gerçekliğinin izlerine rastlıyoruz her satırda. Brandon, bunun yanı sıra, sakin ve güçlü anlatımıyla alternatif bir ergenlikten yetişkinliğe geçiş öyküsüne de imza atıyor “Sığınak”ta.

“Sığınak”, günümüz Amerikan edebiyatının gelecek vadeden yazarlarından birinin rehberliğinde, insan denen canlının içsel karanlığına, kötülüğe meyilli tabiatına -özcülüğe zerre taviz vermeden- uzanan bir yolculuğa çıkmak isteyenler için kaçırılmayacak bir fırsat. Çıkışsız, sonu olmayan, melankolik, varoluşçuluğa göz kırpan bir yolculuğun modern tasavvuru...



(Gökhan Gençay'ın kultursanat.halkbank.com.tr'de yer alan yazısından aktarılmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder