Adlandırılamayan duygular, tanısı konamayan arazlar, bildiğimiz ama kelimeleri bulamadığımız için adsız kalan ve ifade edilemeyen şeyler nereye gider? Dilbilimci Edward Sapir ve Benjamin Whorf, düşüncelerin dil ile ilişkili olduğunu ve farklı diller konuşan insanların dünya algılarının da farklı olduğunu savunurlar. Sapir ve Whorf'un kabaca özetlediğimiz tezi, dillerin toplumların ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiği ve farklı diller konuşanların düşünsel ve algısal anlamda farklılıklar taşıdıkları yönünde. Ayıp kelimesinin olmadığı bir dilde size ayıp edildiği nasıl ifade edilir örneğin? Bu, sonu kolay kolay gelmeyecek bir tartışma; eğer diller dolayısıyla düşünce ve algı farklılıkları var ise, ortak bir insanlık tecrübesinden bahsetmek mümkün olabilir mi? Tüm deneyimler görece ise eğer, ortak bir dil üzerinden anlaşmak mümkün olabilir mi ki?
Fazla uzaklaşmadan, Joshua Ferris'in Bilinmeyen'ine geri dönelim ve Tim'in ağzından dinleyelim:
“Laboratuvar sonuçları durumun varlığına ya da yokluğuna dair herhangi bir bulgu göstermiyor,” demişti Regis adlı bir doktor. “Bu yüzden hastalığın fiziksel olduğuna inanmamız için hiçbir neden yok, hastalık olduğu bile şüpheli.”
Johns Hopkins’den Janowitz bazı dürtülerin onu yürümeye zorladığı sonucuna varmış, grup terapisi önermişti.
Klum “iyi huylu idiopatik yürüyüp durma hali” adını vermişti. Tim, idiopatik kelimesinin ne demek olduğunu anlamak için sözlüğe bakmak zorunda kalmıştı. “Sıfat–nedeni bilinmeyen hastalık.” Anlamından soyutlandığında bu sözcüğün Klum ve arkadaşları için biçilmiş kaftan olduğunu düşündü.
İdiopatlar.
İyi huylu lafına da takılmıştı. Salt tıbbi açıdan belki öyleydi ama yürüyüp durmalarının ardı arkası kesilmezse hayatı mahvolacaktı. Bunun neresi iyi huyluydu ki?
(Bilinmeyen, Joshua Ferris. Çeviren: Hatice Taş.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder