6 Aralık 2010 Pazartesi

Adı Yok

Antropolog Clifford Geertz, insanı "kendi ördüğü anlam ağlarında asılı bir hayvan" olarak tanımlıyor. Yine Geertz, kültürü insanların "kendi deneyimlerini yorumladıkları ve eylemlerine rehberlik etmesi için kullandıkları anlamlardan oluşan bir doku" olarak ifade ediyor. Pazartesi pazartesi tüm bunlar da nereden çıkıyor derseniz, söyleyelim: Joshua Ferris'in Bilinmeyen'i çok yakında kitapçılara iniş yapacak, öncesinde bir girizgah oluşsun istedim. Bilinmeyen'i okurken, fazlaca düşündüm ve biraz da şaşırdım; Geertz'e sığınarak söylemek istediğim sanırım dünyanın ilerleyiş hızı ne denli artarsa artsın insana özgü olanın paylaşıldığı, semboller üzerinden uzlaşıldığı ve insani deneyimlerin bu kolektif uzlaşmalar sonucu ve ihtiyaç üzerine adlandırılmış olduğu.

Ferris, Bilinmeyen'de tam olarak ne yaşadığı adlandırılamayan ve dolayısıyla anlamlandırılamayan bir karakter tanıtıyor ve onun izinden karanlık bir yola sokuyor okuru. Bir düşünün: 30 sene önce baş dönmesi, çarpıntı, uyuşma hissi semptomları ile doktora başvuran ancak fiziksel anlamda herhangi bir hastalık ibaresi rastlanmayan vakalara bir şeyleri olmadığı söyleniyordu, şimdi aynı durumdakiler kuvvetli bir anti-anksiyete ve sakinleştirici kombinasyonu ve panik bozukluğu tanısıyla evlerine yollanmaktalar... İşte Ferris'in Bilinmeyen'de yarattığı ana karakter, belki zamanının biraz ötesinde, belki aklından rahatsız, belki de tamamen bambaşka şeylerin etkisinde -durumunun adı konulamıyor- ve adı olmayan diğer her şey gibi, kendi varoluşu da tartışmaya açık hale geliyor.
Geertz'i anmam boşuna değil; dünyada hâlâ sedece kimi topluluklara özgü ve sadece bu gruplarda rastlanan belli başlı bazı "kültürel" hastalıklar var. Yakın zamana değin kendi yaşadığımız topraklarda insanların "kara sevda"dan mustarip olabildiklerini, yataklara düşüp iştahtan kesildiklerini anımsatalım ki günümüzde bu, sanıyorum semptomları doğrultusunda major depresyon olarak tanımlanacak ve farmakolojinin yardımıyla rahatlıkla çözümlenecek bir rahatsızlık olurdu. Kore'de sadece yaşlı kadınlarda rastlanan ve özellikle sık sık iç çekme ile kendini gösteren Hwabyeong, Çin'de ve Güneydoğu Asya'da görülen ve kişinin cinsel organının vücudunun içine çekildiği sanrısına kapılmasına yol açan Koro ve yine Asya'da belli bölgelerde rastlanan, bir çeşit cinneti tanımlayan Amok adlı rahatsızlıklar belli kültürlere özgü olsalar da birden fazla kişiyi etkilemeleri dolayısıyla tanımlanmış ve literatüre geçmiş vakalar.

Bilinmeyen, pek çok şeye dokunmasının yanı sıra okurunu dürten bir kitap. Soru şu: Hangi tecrübe ya da duygu sadece bize özgü ve bize dair olabilir? Kişinin toplumdan, kültürden ve dilden bağımsız, sadece kendi duyumsadıklarından menkul bir ağda asılı kalması mümkün olabilir mi? Dil, ortak bir alansa eğer, kelimelerle ifade edilemeyenin yeri neresidir?

Adı olmayan bir deneyim ya da rahatsızlık, var mı gerçekten? Dünyada yaşanmamış bir tecrübe ya da duygu, ufukta yepyeni karanlıklar var mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder