Chicago’ya ilk kez yirmili yıllarda geldim, bir dövüş seyretmeye. Ernest Hemingway benimleydi ve ikimiz de Jack Dempsey’nin hazırlık kampında kaldık. Hemingway dövüşlerle ilgili yazdığı iki kısa öyküyü yeni bitirmişti. Gertrude Stein ve ben öyküleri fena bulmasak da üzerlerinde daha çok uğraşılması gerektiğine hemfikirdik. Yeni çıkacak romanıyla ilgili Hemingway’le dalga geçtim; çok güldük, eğlendik, sonra boks eldivenlerimizi giydik ve o, benim burnumu kırdı.
(...) Hatırlıyorum, bir gün öğleden sonra Fransa’nın güneyinde bir gay barda oturuyorduk, ayaklarımızı rahat bir biçimde Fransa’nın kuzeyindeki taburelere uzatmıştık ve Gertrude Stein “Bulantım var,” demişti. Picasso bunun çok komik olduğunu düşündü ve Matisse ve ben bunu Afrika’ya gitmek için bir işaret olarak algıladık. Yedi hafta sonra Kenya’da Hemingway’le karşılaştık. Bronzlaşmış ve sakal bırakmıştı, göz ve ağızlarla ilgili o bildik, sıkıcı düz yazı tarzını oluşturmaya başlamıştı bile. Burada, bu keşfedilmemiş ve karanlık kıtada, Hemingway dudak çatlamasına defalarca büyük cesaretle göğüs germişti.
“N’aber Ernest?” diye sordum. Ölüm ve macera hakkında dokunaklı konuşmalara girdi, yapabileceği tek şey de buydu zaten, uyandığımda kamp kurmuş ve kocaman bir ateşin yanına çökmüş bize atıştırmalık sosisler hazırlıyordu. Yeni sakallarıyla ilgili şakalar yaptım ona, güldük, eğlendik biraz konyak attık, sonra boks eldivenlerimizi giydik ve o, benim burnumu kırdı.
(Eğrisi Doğrusu, Woody Allen. Çeviren: Garo Kargıcı.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder