16 Ağustos 2016 Salı

Algı


Bir şehir hakkında yazacak olursan başına ne geleceği bellidir. Şehir her zaman sayfalara sızmanın bir yolunu bulur. Ona bir kesik atmanın, onu temsil edecek parçayı sayfaya yerleştirmenin yolu da yoktur; sayfa, şehir kadar karışık, şehir kadar hengameli hale gelir. Nihayetinde, şehrin en iyi temsili böylesidir belki de. Meksiko'daki dairemde yaşamaya başladığımda bir bisiklet almıştım, onunla şehri turlamaya, kendi zihnimde haritasını çıkarmaya başladım. Bir Meksiko sakini olmak istiyordum ve bunu yapmanın en iyi yolu, burada bisiklete binmek ve şehir hakkında yazmak gibi göründü. Şehrin tarihini derinliğini hissetmek istemiştim ve araştırmamı bu yöntemlerle gerçekleştirdim.

(...)

Bir yerin yabancısı olmak, bir beklenti halini ve algı açıklığını beraberinde getirir. Bir roman yahut kitap yazmak için en iyi zaman, bir yere yeni gelmiş olduğunuz zamandır, çünkü algının en açık olduğu an o zamandır. En azından bende durum böyle. Kalabalıkta Yüzler için notlar almaya New York'a ilk geldiğimde başladım. Sonra Meksiko'ya yerleştim. Yeni bir aile ortamına katılmışken tekrar romanın üzerinde çalışmaya başladım. Eşimin yaşça büyük iki oğlu vardı ve ben yeni doğum yapmıştım, anlayacağınız, birden yeni bir kabileye katılmıştım, deyiş yerindeyse eğer. Kalabalıkta Yüzler bir ailenin söz oyunlarının işleyişine de eğilir mesela. Aynı zamanda yeni bir yerin haritasını çıkarmakla ilgili kısımları vardır. Anlatıcı, bir yeri şeyler, sesler ve hikayelerle doldurmak değil, boş bir alanda gezmek gibi bir edim olduğunu belirtir yazmanın; o boş alanın hayal gücünün devreye girmesine izin verecek ölçüde deliğe sahip olması ise şarttır.

(Valeria Luiselli, The Bomb söyleşisi. Seda Ersavcı'nın çevirisiyle Kalabalıkta Yüzler'i şiddetle tavsiye ettiğimizi ayrıca söylemeye gerek var mı? O zaman bisiklet!)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder