Ne kadar kısa süreli olursa olsun babamla kaldığımız her kent ve kasabayı birer adet kırmızı başlı raptiyeyle işaretlediğimiz (“Napolyon da topraklarını böyle işaretlerdi,” derdi babam) ABD haritasını incelediğimde altı yaşımdan on altıma kadar Oxford hariç otuz üç eyalette otuz dokuz yerleşim biriminde yaşadığımı ve ilk, orta ve lise, toplam yirmi dört okula gittiğimi hesaplıyorum.
Babam, Godot’nun Peşinde:
Amerika’da Eli Yüzü Düzgün Bir Okul Bulma Seyahati adlı
bir kitabı uykumda bile yazabileceğimi söylüyordu ya, kendisinden beklenmeyecek
ölçüde haksızlık ediyordu aslında. İçinde bir adet langırt masasının ve vitrine
cesurca dayanmış bir-iki gofretli bir otomatın bulunduğu bomboş odalara
“Öğrenci Merkezi” denilen üniversitelerde ders verdi o da. Oysa
ben ek binalarla genişleyen, yeni boyanmış, uzun koridorlu ve geniş jimnastik
salonlu okullarda, Pek Çok Takımlı (futbol, beyzbol, münazara, dans) ve Pek Çok
Listeli (mezun, onur, müdürler, uzaklaştırma) Okullarda, Yenilerle (yeni sanat
merkezleri, otoparklar, menüler) ve Eskilerle Dolu (broşürlerinde klasik ve geleneksel
laflarını kullanan) Okullarda, huysuz, alaycı maskotları olan ve tüylü veya
gagalı maskotlara sahip okullarda, (kitapları tutkal ve deterjan kokan) Müthiş
Kütüphaneli Okullarda, Gözü-Yaşlı Öğretmenli, Burnu-Akan Öğretmenli, Ilık Kahve
Dolu Fincanını Almadan Derse Girmeyen Öğretmenli, Çantada Keklik Öğretmenli,
İlgili ve Öğrencilerini Önemseyen Öğretmenli, Veletlerin Her Birinden Gizliden
Gizliye Nefret Eden Öğretmenli okullarda okudum.
Kural ve nizamları yerleşik bu
görece daha gelişkin ulusların kültürlerine girdiğimde Delişmen Bakışlı
Melodram Kraliçesi ya da Özenle Ütülenmiş Kıyafetler Giyen Uyuz İnek gibi
payeleri derhal edinmedim. Hatta Yeni Kız bile olmadım çünkü söz konusu parlak
unvan her seferinde gelişimin üzerinden dakikalar dahi geçmeden benden daha
dolgun dudaklı ve daha yüksek sesle kahkaha atan birilerince kapılıverdi.
Ben Jane Goodall oldum - hiç tanımadığı topraklarda evrenin doğal hiyerarşisini bozmadan önemli
(çığır açıcı) bir çalışma yürüten korkusuz bir yabancıya dönüştüm demek isterdim. Ama
babam, Zambiya’da edindiği kabile deneyimlerine dayanarak bir unvanın ancak
başkalarınca tam olarak kabul gördüğünde anlam taşıyacağını belirtirdi ve
eminim ki biri tutup, okulda, Bacakları Pırıl Pırıl Olan Yanık Tenli Sporcu
Kıza kim olduğumu sorsa, illa bir
Jane olacaksam ne Jane Goodall ne de Sıradan Jane, ne Calamity Jane ne “Bebek
Jane’e Ne Oldu”daki Jane, ne de Jane Mansfield olduğumu söylerdi.
Daha ziyade Kimden Bahsettiğini Anlamadım veya Ha, Şu diye
anacağı Rochester-Öncesi Jane Eyre ayarında biriydim.
(Marisha Pessl, Gündelik Felaket Teorileri. Çeviri: Algan Sezgintüredi... Çok yakında! Görselde jane Goodall ve şempanze, Tanzanya'da bir yerlerde.)
Biz buradayız ey siren, sen nerdesin bakalım?
YanıtlaSilBurada!
Sil