İntihar saldırısında ölenler otopsi için Abu-Kabir’deki Adli Tıp Kurumu’na götürülürler. İsrail toplumunun önde gelen düşünürleri bu prosedürden rahatsızlık duyduklarını defalarca belirtmişlerdir, Abu-Kabir’de çalışanlar bile bunun ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyorlar. Herkes bu saldırılarda ölüm nedenini kuşkuya yer bırakmayacak biçimde biliyor, insan bedeni içinde ne bulacağını bilmediğin bir sürpriz yumurta değil ki – bir yelkenli belki, ya da bir yarış arabası veya plastik bir koala. Ne zaman otopsi için cesetleri inceleseler aynı şeyi buluyorlar – küçük metal parçaları, çivi ve şarapnel. Sürprizler enderdir. Ama bu otuz iki yaşındaki kadının vakasında farklı bir şey buldular. Etine saplanmış şarapnel parçacıklarından başka kadının içinde onlarca tümöre rastladılar, iri tümörlere...
Her neyse, kocası kadını teşhis etmek için morga gittiğinde, patolog adama söyleyip söylememe konusunda karar vermekte zorlandı. Bir yandan beraberinde bir tür rahatlama duygusu getirecek bir bulguydu bu – karının zaten öleceğini biliyorsan, “O gün işe gitmemiş olsaydı,” ya da “keşke onu arabamla ben bıraksaydım,” gibi sorularla kendine işkence etmenin anlamı kalmaz. Öte yandan, bu haber kadının rastlantısal ve korkunç ölümünü çok daha korkunç bir şeye çevirerek duyulan elemi daha da artırabilirdi; bir anlamda iki kez yaşanmış kaçınılmaz bir ölüm söz konusuydu, yukarıda biri işi sağlama almak istemişti sanki. Yoktu o kadını kurtaracak bir “şayet,” varsayım olarak bile. Ama bir yandan da, diye düşündü patolog, ne fark eder? Kadın ölmüştü, adam dul, çocuklar ise yetim kalmışlardı, buydu önemli olan, gerisi saçmalıktı.
(Gazze Blues, Etgar Keret & Samir El Youssef. Çeviren: Avi Pardo)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder