Pamuk Prenses şimdi de dört sayfalık, açık saçık, uzun bir şiir yazmış. Bize okutmuyor, kesinlikle reddediyor bunu. Nuh diyor peygamber demiyor. Şiirden tesadüfen haberimiz oldu. Eve erken saatte, yorgun argın gelmiştik. Holde bir süre oyalanarak içeriye girip girmemeyi düşünmüştük. Tuhaf ama sezmişiz işte ya da içimize doğmuş olmalı. Sonra yorgun argın içeri girdik. “Posta gelmiş,” dedik. Bir şeyler yazıyordu, görebiliyorduk. “Posta gelmiş,” dedik tekrar. Çoğu zaman postayı pençeleriyle havada kapardı ama dalmış gitmişti, kafasını kaldırmadı, oralı bile olmadı. “Ne yapıyorsun,” diye sorduk, “bir şey mi yazıyorsun?” Pamuk Prenses başını kaldırdı. “Evet,” dedi. Yeniden başını önüne eğdi, kapkara gözlerinin kapkaralığını renklendirecek en ufak bir duygu kırıntısı göstermeden. “Mektup mu?” diye sorduk, bir mektupsa kime ve ne hakkında olduğunu merak ederek. “Hayır,” dedi. “Liste mi?” diye sorduk, beyaz yüzünde bir şefkat belirtisi arayarak. Ama yoktu şefkat. “Hayır,” dedi. O zaman laleleri yeşil kâseden mavi kâseye aktardığını fark ettik. “Ne o halde?” diye sorduk. Zambakları yazı masasından alıp şifonyere koyduğunu fark ettik. “Ne o halde?” diye tekrarladık. Gördük ki ipekotunu sürükleyerek ta mutfağa kadar götürmüştü.
“Şiir,” dedi.
(Pamuk Prenses, Donald Barthelme. Çeviren: Hakan Toker)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder